Sevgi Evlerine Şefkat Eli
Aile Bakanlığı’na bağlı Sevgi Evleri’nden birinde bir cumartesi günüydü. O gün okul olmadığı için çocukların hepsi de yurttaydı. Kimisi bahçede oyun oynuyor, kimisi gezintiler yapıyordu. Kimisi de ders çalışma salonunda ders çalışıyordu.
Bir kısmı da yurdun bahçesinde oturmuş dertleşiyorlardı. Her biri kendi üzüntüsünü dile getiriyordu.
Suna anne ve babasının ölümünün acısını yaşıyordu.
Kamil’in babasının ölüm acısı içinden hiç çıkmıyordu.
Cemile ve Cemil kardeşler annelerinin hasretini, ölüm acısını yaşayıp duruyorlardı.
Sevda ölmüş olan annesini anıp duruyordu.
Orkun ayrılmış olan anne ve babasına olan nefretini içinden atamıyordu.
Kızlardan Dilber birden yüksek sesle ağlamaya başladı.
“Her biriniz annenizi veya babanızı ölmeden önce gördünüz. Dünya gözüyle gördünüz onları. Annesi, babası boşananlar veya ayrı yaşayanlar zaten görüyorlar.”
Oradakilerin hepsi de Dilber’e bakıyorlardı. “Ama ben annemi hiç görmedim. O beni doğururken ölmüş. Onu hiç görmedim, anladınız mı?!...”
Dilber elini yüzüne kapatarak ağlamaya devam ediyordu. İnleyerek ağlıyordu.
“Onu hiç görmedim, anladınız mı?!... Onu hiç görmedim, anladınız mı?!...”
Herkes daha bir üzüldü.
Yurdun idarecisi Muhsin Hoca uzaktan onları görmüştü. Okulda herkes ona ‘Muhsin Baba’ diyordu. Çocukların bulunduğu yere doğru yürüdü. Gene onları mahzun gördü.
Muhsin Baba yanlarına gelince çocuklar toparlandılar. Muhsin Baba çocukların yüzlerine bakıyor, onlara şunları söylüyordu:
“Sen Suna… Anne ve babanın ölümünün acısını yaşıyorsun. Biliyorum.
Sen Kamil… Babanın ölüm acısı içinden hiç çıkmıyor. Onu da biliyorum.
Siz Cemile ve Cemil kardeşler… Annelerinizin hasretini, ölüm acısını yaşayıp duruyorsunuz. Bunu bilmediğimi mi sanıyorsunuz?
Ölmüş olan annesini anıp duran Sevda…
Ayrılmış olan anne ve babasına olan nefretini içinden atamayan Orkun… Senin de nasıl bir nefret yaşadığını iyi biliyorum.
Ve Dilber kızım... Senin acın daha bir derin. Senin acını da içimde yaşıyorum.
Ama unutmayın… Öksüzlük, yetimlik dünyanın sonu değildir. Büyük İslâm Ereni Ahmed Yesevî’nin küçücükken hem annesi hem de babası vefat etmişti. Sonra çok büyük bir âlim oldu. Kendinizi hayata bağlayın. Kendinize bir hedef seçin. Seçtiğiniz hedefe doğru sabırla yürüyün. Burada devletimizin korumasındasınız. Himayesindesiniz. Devletimizin şefkat eli üzerinizdedir.”
Konuşmasına kısa bir ara verdi. Sonra şunları söyledi:
“Haydi, bakalım çocuklar. Üzüntülerinizden sıyrılın. Bugün cumartesi, kalkın sizler de oynayın. Bakın arkadaşlarınız nasıl oynuyorlar.”
Muhsin Baba Kamil’i yüzünden okşamaya başladı. Latifleşti. “Erkek Kamil. Hani sen bu yurdun erkeğiydin. Erkek adam yakınlarını böyle mi neşelendirir? Bak ileride futbol oynayanlar var. Git onlara katıl.”
Kamil top oynayan çocuklara doğru yürüdü gitti. Orkun da onun peşinden yürüyordu.
Sonra Dilber’e döndü. “Sen prenses. Buranın en güzel kızısın. Sana Kleopatra diyorlar güzelliğinden dolayı. Sen de eğlen, neşelen.”
Cemile ve Cemil, “Kantine gidip bir şeyler alalım.” diyerek ayağa kalktılar. Dilber, “Ben de sizle geleyim.” diye o da ayağa kalktı. Beraberce kantine doğru yürümeye başladı.
Muhsin Baba çocuklara devletin şefkat elini uzatıyordu.
Mustafa AKGÜN
YazarKüçük Gülser’le ninesi bahçede konuşuyorlardı. “Nine, her sabah buraya geliyorsun.” dedi Gülser. “Daha çok da bu sarmaşık güllerini seyrediyorsun. Usanmıyor musun her sabah?”“Kızım gülleri seyret...
Yazar: Mustafa AKGÜN
Muhsin Hoca Sevgi Evlerinin hocasıydı. Burada yaşayan öksüz ve yetim çocukların üzerinde âdeta titrerdi. Çocuklar olsun büyükler olsun ona daha çok ‘Muhsin Baba’ diyorlardı. Gerçekten orada bulunan he...
Yazar: Mustafa AKGÜN
Ramazan günüydü. Annesi Bilal’e mutfaktan seslendi:“Oğlum Bilâl, biraz gelir misin?”Bilal salondaki koltuklardan birine oturmuştu. Orucun verdiği bitkinlikle sessiz ve hareketsiz duruyordu. Annesinin ...
Yazar: Mustafa AKGÜN
Zeyd bin Harise (r.a.) büyük sahabelerdendi. Çocukken baskına uğramış köle olmuştu. Mekke’de de köle olarak satılmıştı.Hazreti Hatice’nin yeğeni de köle Zeyd’i halası Hatice için satın almıştı. O da Z...
Yazar: Mustafa AKGÜN