SALGINLAR ve İLMİHÂL
İlm-i hâl, durum bilgisi demektir. İlmihâl, insanın yaş, cinsiyet vb. durumuna göre dinen bilmesi ve uygulaması gereken hâlleri kapsayan ilimdir. Buna göre devletlerin ve milletlerin de ilmihâli vardır. İlmihâlimizi daha geç olmadan hemen öğrenmeli ve hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız. Bilindiği gibi dünya hiç beklemediği bir virüsle karşılaştı. Neredeyse bütün hayat tarzımızı değiştiren bu virüs salgını, bizim henüz bilgimiz dışında mı ortaya çıktı yoksa üretilmiş bir virüs müydü? Bu bahs-i diğerdir fakat yaşamakta olduğumuz şu sıkıntılı salgın günleri bize birçok ders verdi. Her gün hemen herkesin gündemini belirleyen televizyon programlarındaki mevzuların aslında çok da önemli olmadığını anladık. Tartışmalarla birbirimizi kırdığımız hatta düşman kesildiğimiz konuların aslında sıradan şeyler olduğunu öğrendik. Sun’î gündemlerle kutuplaştırıldığımız bugün daha iyi anlaşılıyor. Oysa tartışmamız, yarışmamız gereken ne kadar meselemiz varmış diyoruz bugün. Zihinlerimiz boş düşüncelerle ne kadar da iğdiş ediliyormuş. Gerçi öteden beri diyenlerimiz vardı boş konularla uğraşacağımız yere zihinlerimizi insanlığa fayda getirecek icatlara yorsak, futbol maçları için harcanan paralarla okullar, hastaneler yapsak, futbol yorumları yapmak yerine kafalarımızı faydalı şeylere yorsak. Hiçbir estetik zevk vermeyen, hemen tüketilen modalarla, sanat diye sunulan magazinlerle vakit geçirmek yerine insanlığa fayda getirecek çalışmalara yoğunlaşsak… Bilimin baş döndürücü bir hızla arttığı son birkaç yılda acaba bu hızın insanlığa gerçekten bir faydası var mıydı? Madden ve manen bizim hangi ihtiyaçlarımıza cevap veriyordu bu gelişmeler? Bugün nihayet durmak ve bunları düşünmek durumuna mecburen geldik. Artık insanlığı tehdit eden unsurlara karşı kafa yorma dönemi. Artık oyunla oynaşla geçirecek zamanın olmadığı bir çağa geldik. Yeni stratejilerin geliştirilmesi gerektiği bir çağa girdik. Artık devlet ve millet olarak basit bir maskenin birçok silahtan, birçok lüksten daha önemli olduğunu kavradık. Belki ileride bugün için önemsiz olan basit görünen bir şeyin daha da önemli olacağı bir dönemi yaşayacağız. Artık dışa bağımlı olmanın devlet ve milletin gerçek bir beka meselesi olduğunu anladık. Az da olsa, küçük de olsa her şeyin millî özellikler taşıması gerektiğini öğrendik. Bugün tabiatın, toprağın, denizin, suyun, temiz havanın hoyratça katledildiği israfın ölçüsünün kaçırıldığı günlere tekrar dönmemek gerektiğini idrak ediyor bütün dünya. Bizim de ülke olarak birçok şeyi yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. İlim hayatımızı, eğitim sistemimizi, varlıklarımızı neye harcadığımızı bir kez daha gözden geçirmemiz gerekiyor. Hepimiz öğrendik ki hayatımızın güvenli ve sağlıklı bir biçimde devam etmesi için lüzumsuz yerlere adeta israf derecesinde harcanan maliyetin bilimsel çalışmalara ayrılması gerekiyor. Her ilim dalı önemlidir ancak bazıları daha da önemlidir. Bu yüzden herkesin kabul ettiği, bildiği alanlarda daha fazla insan yetiştirmek, bu alanlara daha fazla yatırım yapmak bundan sonra unutmamamız gereken bir noktadır. Bu arada inanç sisteminin de ihmal edilebilir bir şey olmadığını aklımızdan asla çıkarmamız gerekiyor zira bu salgınla birlikte özellikle sosyal medyada hurafelerin de salgın gibi yayılmaya başladığını göz ardı etmemek gerekiyor. Sağlam dinî bilgilerin verilmediği bir toplumda her türlü sapkın hurafelere maruz kalınabileceği unutulmamalı. Menâkıb-ı Hayvân Berâ-yı Teşhiz-i Ezhan adlı kitabında Rasih Efendi, Ziya Paşa’nın bir beytini esas alarak şöyle bir hikâye anlatıyor. Bir Müneccim ile Kuyu Hikâyesi Avrupa’da bir müneccim bir gece yolda yürüyerek giderken gökyüzüne doğru bakar. Gökyüzünün tabakalarında her biri Allah’ın birer sanatı olan parlak yıldızlara gözlerini diker. Bunlardan bir hüküm çıkarmaya çalışır, bir şeyler keşfediyormuş gibi gözlerini onlardan ayıramaz. Bu hâliyle kendini büyük bir ilim adamı olarak göstermek düşüncesindedir. “Müneccimler doğru konuşsalar da yalancıdır.” sözü gereği kafasındaki sürekli meşguliyetle giderken talihsiz bir biçimde yöneldiği yolda yeni açılmış bir kuyuya rast geldiğini göremez. Yıldız arayup gökde nice turfe müneccim Gaflet ile görmez kuyuyu rehgüzerinde. (Birçok yeni yetme gökbilimci gökte yeni bir yıldız keşfetmek isterken önündeki kuyuyu göremez.) beytinde anlatıldığı gibi önündeki derin çukurun içine düşmesiyle hayat yıldızı onu gökten alıp ölüm çukuruna indirerek can kuşunu cehennem ateşine yollar. Kıssadan hisse: İşte burada hikâye edildiği gibi kendini âlim zanneden bazı insanlar gökyüzündeki, Allah’ın yarattığı sırları, hükümleri araştırıyorum, keşfediyorum zannıyla kendini, sanki bilinmeyen bir yerden haber alıyor gibi göstererek öğünmektedir. Hâlbuki İnnel müneccimîn lem yehiddü ve leyse lehü An-hâl-i zevcetihi fi beytihi haberü. (Müneccimler doğru yolu bulamazlar çünkü onlar evindeki hanımının ne yaptığını bilemeyenlerdir.) anlamınca gözünün önünde, evinde olan bitenden bile haberi olmaz. Nazm Ey müneccim ne bilürsün felek üstünde ne var Evin içindeki nâmahremi sen bilmeyicek. (Ey müneccim! Evindeki hanımından bile haberin yokken gökyüzünde ne var ne yok olduğunu nereden bileceksin!)
Vedat Ali TOK
YazarKapına geldiler ümmet MuhammedDilerler merhamet şefkat Muhammed Nebîlerle velîler bâb-ı Hak’daSeninle buldular kurbet Muhammed Cihâna Hak Teâlâ kıldı ihsânVücudun âyet-i rahmet Muhammed ...
Yazar: Vedat Ali TOK
Şeref Hanım (1808-1861)Sen gevher-i gencîne-i hikmetsin efendimDeryâ-yı keremde dür-i kudretsin efendim Geldi nice peygamber-i zi-şân bu cihânaSen cümlesine seyyid ü servetsin efendim Mahbûb...
Yazar: Vedat Ali TOK
Kavuşmak arzusuyla, asli vatana, Cenneti özler insan, ezelden beri. Dünya da mamur olmaz, miskin yatana, Yaşanan sermayeymiş, emeğin feri. Yasak meyve yüzünden, yaşanır gurbet, ...
Yazar: Mukadder Ârif YÜKSEL
Devlet ol başun ki şer’üni idendür reh-nümâHavf-ı a’dâdan ne gam ana ki sensin pîşvâİrmez ol ten sıhhate derdinle olmazsa marîzBulmaz ol baş devleti yolunda olmazsa fedâSidre-i ravzan havâss ervâhına ...
Yazar: Vedat Ali TOK