Rüyasını Görenler Büyük Fetihlere Nâil Olurlar
Fetih, “açma, başlama, başlatma” anlamlarına gelir. Bizim Hayat Kitabımızın bir bütün olarak ilk inen ve Mushaf’ın en başında olan sûresi Fâtiha Sûresi’dir. “Açan” anlamına gelir ve Kitabımız o kutlu duâ ile açılır. O mübarek sûre ile eller rahmete, gönüller hikmete açılır ve inşirâh bulur.
Kur’ân okuyucusu, bütün kutsal kitapların mesajını özetleyen ve Kitabın özü/esası olan bu kutsal duâ ile hayata hazırlanır. Zira Fâtiha Sûresi, günlük namazlarda ve değişik vesîlelerle onlarca kere tekrarlanan bir sûredir. Bir Kur’ân âyeti onu bize tanıtırken, “And olsun ki, sana dâimâ tekrarlanan yedi âyetli Fâtiha'yı ve Kur’ân-ı Azim'i verdik.”[1] buyurur. Aslında Fâtiha Sûresi de Kur’ân-ı Kerîm’in içinde bir sûredir, ama âyette o Yüce Kur’ân’dan ayrı olarak tekrarlanan yedi diye anılmıştır. Buna göre sürekli tekrarlanan Fâtiha Sûresi bir tarafa, Kur’ân bir tarafadır.
Kur’ân’ın son inen sûresi olan Nasr Sûresi de şu âyetle başlar: “Allah'ın yardımı ve fetih/zafer geldiğinde…”[2] Yani Kur’ân’ın ilk inen sûresi de son inen sûresi de fetihten bahseder. Fâtiha Sûresi mânevî fethi işler, Nasr Sûresi ise maddî Mekke’nin fethine işaret eder.
Buna göre bizim kitabımız, gönüllerin fethi demek olan mânevî fetih ile beldelerin fethi olan maddî fetih arası âyetlerden oluşur. Mânevî fetih ile maddî fetih iç içedir, birbirinden ayrılmaz. Kur’ân ve iman adamı mü’min her iki fethe de tâlip olan kimsedir.
Bizim kültürümüz fetih kavramlarıyla dopdoludur. Kur’ân’ımızın ilk sûresi Fâtiha’dır, dilimizden düşürmediğimiz kutlu duâ da odur. Biz hayata o Fâtiha Sûresi ile bakarız. Duâlarımızın başında da o duâ vardır, sonunda da. Biz Fâtiha ile yaşarız, bu dünyadan göçüp giderken de Fâtihalarla uğurlanırız. Kabre konduktan sonra da arkamızdan hep Fâtiha okunmasını bekleriz.
Gönülleri gerçeğe açan, maddî ve mânevî hayır/hikmet/rızık kapılarını açan anlamına gelen el-Fettâh, Yüce Rabb’imizin en güzel isimlerindendir. Biz O’nun bu güzel ismini çokça tekrar ederek daralan gönüllerimizi ferahlatır, kısılan rızıklarımızı genişletmesini O’ndan dileriz.
Açan, fethi hak eden, fetih eri anlamına gelen “Fâtih”, Peygamberimiz (s.a.v.)’in isimlerindendir ve pek çok evlâdımızın ismidir.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in mescide girerken okumayı bize öğrettiği duâda şöyle deriz: “Allahümmeftahlî ebvâbe rahmetik/Allah’ım, rahmet kapılarını açıver!” En çok yaptığımız duâlarımızdan biri de şöyledir: “Yâ müfettiha’l-ebvâb, iftah lenâ hayra’l-bâb/ Ey bütün kapıları açan Allah’ım, bizlere hayır kapılarını açıver!”
Bizim işyeri, dükkân ve tezgâhlarımız besmeleyle açılır ve Allah’tan yardım isteme arzusuyla ilk açılışımıza yine fetih kökünden siftâh deriz. Allah’ın adıyla siftâh eder, O’ndan işlerimize bereket isteriz.
Huzurda durduğumuz ve huzur bulduğumuz kutlu ibâdet namazın ilk rüknü iftitâh tekbiridir. Bizler o tekbirle, Yüce Yaratıcıyı büyükleyerek Huzûra çıkar ve O’na bağlanırız. İftitâh, “açılış-başlangıç yapmak” demektir.
Namazda tekbirden hemen sonra okuduğumuz ilk duâmız Sübhâneke Duâsı’nın adı İstiftâh Duâsı’dır. Fetih kökünden gelen bu kelime de Allah’tan hayır ve yardım dilemek anlamınadır.
Fetihler anlamına gelen Fetih ve çoğulu olan Fütühât kelimeleri mü’minlerin emeli, rüyası, gayesi olmuş ve aynı zamanda pek çok eserin ismi olmuştur. Fethü’l-Bârî, Fethü’l-Kebîr, Fethü’r-Rahmânî, Fütûhât-ı İlahiyye, Fütûhât-ı İslâmiyye, Fütûhât-ı Mekkiyye, Fütûhât-ı Cemîle gibi.
Kur’ân’a göre cennet ve cehennem kapılarının açılacağı âhiret gününün bir adı da Yevmü’l-Fetih’dir: “De ki; ‘Hükmümün verileceği gün/yevmü’l-fetihde inkârcılara ne inanmaları fayda verir ve ne de ertelenirler.”[3]
Bizim sancaklarımız ve mehterimizin sloganı şu âyetlerdir: “Allah'tan yardım ve yakın bir fetihle mü’minleri müjdele.”[4] “Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.”[5]
Genci yaşlısı ile bizim insanımız fetih rûhuyla yetişir ve bu ruhla yaşar, bu ruhla şehâdete koşar. Bizim insanımız önce gönüllerin fethine tâliptir, önce gönüllere girmeyi ister, bunun için koşturur. Zaten gönüllerin fethi gerçekleşti mi beldelerin fethi arkasından gelir. Gönüllere giremeyen kimseler, zor ve güç kullanarak beldelere girseler de onlar gönülleri kazanmadıkları sürece işgalci olarak görülmeye devam ederler. Hâlbuki fetih eri olma, işgalcilikten çok farklıdır. Şöyle ki:
Fetih ve İşgal Farkı
Fetih nesli, “gönüllerin fethi” demek olan mânevî fethi önceleyen bir anlayışa sahiptir. İşgalci zihniyette mâneviyâtın çok da bir anlamı ve yeri yoktur.
Fetih nesli, ibâdetlerini alışveriş olmaktan kurtarıp alışverişlerini ibâdete dönüştürebilen nesildir. Çünkü Fetih neslinin gayesi, Yüce Allah’ın rızasına ermek, âhiret yurdunu kazanmaktır, onlarınki ise dünya ve dünyalıktır. Çünkü fetih nesline göre, toprak kazanmak, ganimet elde etmek, kahramanlık göstermek, şan şöhret için değil; sırf Allah’ın dinini gönüllere ulaştırmak, i’lâ-i kelimetüllah/Allah dinini yüceltmek için sefere/cihada çıkılır.
Fetih nesli fetheder, onlar işgal eder. Fetih nesli gönülleri İslâmî gerçeklere açar, karşı tarafın ise böyle bir mefkûresi/ülküsü yoktur.
Fetih nesli inşâ ve imar eder; onlar devirir, talan ve imhâ ederler.
Fetih nesli diriltir; onlar öldürür. Öyle ki fetih neslinin savaşının bile bir hukuku vardır. Sözgelimi en son çare olarak savaşa başvurulur. Savaşta, savaşa doğrudan katılmayan çocuklar, kadınlar, yaşlılar, din adamlarına dokunulmaz. Teslim olanların canına kastedilmez. Çevreye zarar verilmez.
Fetih nesli sevgi ve takdir edilir; onlar kin-nefret ve öfkeye sebep olur. Onun için tarih boyunca farklı dinlerdeki insanlar, zulümleriyle meşhur olmuş kendi yöneticilerine, adâletiyle meşhur olmuş Müslümanların yönetimini tercih etmişlerdir. Nitekim İstanbul kuşatıldığı sıralarda içerdeki pek çok Bizanslı, “Şehirde Latin külahı görmektense Türk sarığını yeğleriz.” demekteydiler.
Fetih, öncelikle iman, ilim, irfan, zühd ve takvâ ile olur; işgal silah ve kaba kuvvetle olur. Onun için Hz. Ömer, askerlerine gönderdiği tamimlerinde şöyle diyordu: 1Siz düşmanlarınıza karşı Allah’ın yardımıyla gâlip gelirsiniz. Allah’ın yardımı ise, O’na lâyık kullarına gelir. Eğer siz O’na yaraşır kulluk yapmazsanız, düşmanla bir farkınız kalmaz. Bu sefer kim iyi savaşırsa o kazanır.1
Fethin Rüyasını Görebilmek
Mekke’de dünyaya gelen ve Mekke’de peygamberlik şerefine eren Peygamberimiz Mekke’de gerçekleştirdiği on üç senelik tevhid mücâdelesinin ardından ashâbıyla birlikte Medine’ye hicret etmek durumunda kalmıştı. Onlar, kısa zamanda Medine’yi sevmiş olsalar bile bir türlü Mekke’yi unutamıyorlardı.
Nasıl unutabilirlerdi ki? Mekke doğup büyüdükleri yerdi. Vahyin kalbiydi. Günlük namazlarında yöneldikleri kıble şehri idi. Peygamberlerin atası İbrahim Peygamber’in onlara emânetiydi. Onun için onlar Mekke’den kop(a)mamışlar, Mekke’yi unut(a)mamışlar ve Mekke sevdâsı ile yaşıyorlardı. Ve Peygamberimiz başta olmak üzere onlar Mekke rüyası görüyorlardı. Nitekim hicretin altıncı senesinde inen Fetih Sûresi âyetinde Yüce Rabb’imiz bu gerçeği şöyle anlatıyordu:
“And olsun ki Allah, peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik eder. Ey inananlar! Siz, Allah dilerse, güven içinde, başlarınızı tıraş etmiş veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bilir. Size, bundan başka, yakın zamanda bir zafer verecektir.”[6]
Bu âyetin inişinden bir yıl kadar sonra Müslümanlar umre ibâdeti için Mekke’ye girebilmişler, iki yıl sonra da on bin kişilik bir orduyla Mekke’yi kan dökmeden fethedebilmişlerdi. Mekke’nin fethi, Kur’ân’a göre en büyük/en açık/en muhteşem fetihti.
Çünkü Mekke’nin fethiyle İslâm, Arabistan sınırlarını taşmış ve bütün cihanı aydınlatmaya başlamıştı. Demek ki fethe erebilmek için önce fethin rüyasını görmek lazımdır. Fethin rüyasını görebilmek için ise fetih rûhuyla yaşamak, fetih sevdâsıyla dolmak, bu sevdâyla coşmak ve taşmak lazımdır.
Yüreklerin fethi, en büyük fetihtir ve öncelikle yapılması gereken fetihtir. Barış adamı demek olan ve Fâtiha Sûresi ile donanan Müslüman, gönüllerin fethine tâlip olan kimsedir. O bu şuurda olduğu sürece Fettâh olan Yüce Allah, nice fetihler müyesser kılacaktır. Yardım Allah’tandır ve zafer yakındır. İnananlara müjdeler olsun!
[1] 15/Hıcr, 87.
[2] 110/Nasr, 1.
[3] 32/Secde, 29.
[4] 61/Saff, 13.
[5] 48/Fetih, 1.
[6] 48/Fetih, 27.
Ali AKPINAR
YazarCihan Bî-Can Muhammedsiz (Dede Ömer) Rûşenî (?-1487)Ey risâlet bûstânında hırâmân serv-kadVe’y nübüvvet ravzasında yâsemen-bû lâle-hadAdı Ahmed bî-adeddür yâ Nebîyullah VelîSen bir Ahmed’si...
Yazar: Vedat Ali TOK
Doğduk ölmek için, ölürüz dirilmek için. Dirileceğiz hesaba çekilmek için. Hiçbir şey boşuna ve anlamsız değil. Güneş batar, yeniden doğmak için. Bu yüzden doğmak için batan güneşe, batışı zor gelmez....
Yazar: Ali AKPINAR
Kur’ân’ın bir adı da Nûr’dur. Zira o, her şeyin, ışığı/aydınlığın yaratıcısı ve sahibi olan Yüce Allah’ın kelâmıdır. O, gönülleri, beyinleri ve insanların yolunu aydınlatan hidâyet rehberi, dosdoğru y...
Yazar: Ali AKPINAR
Elbette ki şehirler sadece taş ve toprak parçasından ibaret değildir. Bazı şehirler oldukça derin manevî bir güç ve anlam dünyasına sahiptir. Şehirlere bu minvalde bakıldığında Müslümanların ilk kıble...
Yazar: Oğuzhan AYDIN