Rabb’imize Karşı Edebimiz
Gündelik hayatta bazı kelimeleri, ne anlama geldiklerini ve ağırlıklarını düşünmeden çok rahat bir şekilde söyleriz. Bunlar dilimizde sıradanlaşmıştır ve mânevî bir ağırlığı kalmamıştır. Meselâ karşımızdaki insanı iknâ etmek, dediğimizin veya yaptığımızın doğru olduğunu göstermek için “vallâhi”, “billâhi”, “tallâhi”, “Allah belâmı versin ki...” gibi ifadeleri çok kullanırız.
Bunları söylerken çoğu kez aklımıza yemin ettiğimiz gelmez. Karşımızdaki de bunu yemin olarak algılamaz. Söyleyen de dinleyen de bunun sözü kuvvetlendirmek amacıyla denmiş sıradan bir kelam olduğunu düşünür.
Esasında “vallâhi” ve benzeri ifadeleri kullanarak Allah’ı anıyoruz ve güzel bir iş yapıyoruz diye düşünenlerimiz olabilir. Lâkin günümüzde değerlerimiz sıradanlaştığından ve kutsallarımız ağzımızdan rast gele döküldüğünden dolayısıyla önemsizleştiğinden dolayı bu tür ifadeleri hepimiz kanıksadık. Karşımızdaki olur olmaz “vallâhi”, “Ekmek Kur’ân çarpsın ki...” gibi ifadeler kullandığında güldüğümüz bile olur.
Bu tür ifadelerin sıradanlaşması onu kullananların başka bir ifadeyle Allah’ı, Kur’ân’ı ve diğer kutsallarımızı bu şekilde ananların söylediklerine karşı saygılarının azaldığı anlamına gelir. Çünkü normalde Allah’ı andığı zaman kalbinde bir titreme ve saygı oluşması gereken insan, sıradanlaştırdığından dolayı aklına kimden bahsettiği gelmez. Bu durum en büyük değerimizin onun zihnindeki hürmetinin kaybolmaya yüz tuttuğunun alâmetidir.
Bir insan bir şeye olan saygısını kaybederse onu kendi zihninde sıradanlaştırır. Hatta basit ve hakir görmeye başlar. Ondan korkmaz. Lafzatullahı dillerine pelesenk yapanların durumu da buna benzer. Demek ki Yüce Yaratıcı’nın azameti zihinlerinden kaybolmuş ve ondan sıradan bir insandan bahseder gibi söz etmektedirler.
Oysa insan etrafında bulunan âmirlerinden, hocalarından ve idarecilerinden bahsederken nezâketen güzel ifadeler kullanmaya gayret eder. Meselâ “Ahmet Hoca”, “Salih Bey” der. Eğer onu adıyla anmaya başlamışsa onu küçümsüyor ve gereken saygıyı göstermiyor demektir. Allahu Teâlâ’yı olur olmaz yerde cümlelerin arasına bağlaç yapmak da bundan farksızdır.
Bir de şu var: İnsanın Allahu Teâlâ’nın adını olur olmaz her yerde lâf olsun diye zikretmesi bu kimsenin hayatının geri kalan kısımlarıyla ilgili de ipucu verir. Demek ki Allah onun gönlünde hak ettiği yeri almamış ve bu insan hem ibâdetler hem de haramlardan kaçınma hususunda Allah’ın buyruklarına pek dikkat etmemektedir. Dikkat etmediğinden dolayı da Allah’ın azameti gönlünde kaybolmaya yüz tutmuştur.
İslâmî değerlerin erozyona uğramadığı dönemlerde Allah, Kur’ân lâfızları ağızlarda sakız gibi çiğnenmezdi. Âlemleri yaratan Allah zâtına yakışır bir hürmetle anılır ve onun yüce ismi anlamsız şekilde kullanılmazdı. Vallâhi ve benzeri ifadeleri kullanmanın Allah adına yemin etmek olduğu bilindiğinden dolayı zarûret durumunda ve son derece ciddiyetle buna başvurulurdu.
Mü’min en kutsal varlığına and içerek yaptığının veya söylediğinin hakîkat olduğunu ispat etmeye gayret ederdi. Yeminiyle birlikte söylediği şey farklı çıkarsa bu durumda bazı cezaî yaptırımlar söz konusu olurdu. Nitekim bunlar fıkıh kitaplarımızda genişçe ele alınmaktadır. Dolayısıyla Allah’ı anmak ona tazimi ve saygıyı gerektirir. İş olsun diyerek, cümleler arasındaki boşluğu doldurmak için Allah ağza alınmaz. O en yüksek saygıyı ziyâdesiyle hak etmektedir.
Allahu Teâlâ, Kur’ân’ında kendisinin saygıyla anılmasını ve bu anmanın gereği olan amelin hayata geçirilmesini emreder. Şöyle buyurur: “Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Ve ‘Rabb’imiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru.’ derler.”[1] “Allah’ı anmak elbette en büyük ibâdettir.”[2] “Ey iman edenler! Allah’ı çokça anın.”[3]
Şu âyette ise Allah anıldığında kalbin titremesi gerektiğine işaret vardır: “Mü’minler ancak öyle kimselerdir ki, Allah anıldığında kalpleri ürperir, yanlarında Allah’ın âyetleri okunduğu zaman bu âyetler imanlarını arttırır, pekiştirir ve sadece Rablerine dayanırlar.”[4] Bir bu âyete bakın, bir de olur olmaz yerde Allah’ı diline dolayanlara, vallâhi, billâhi, tallâhi deyip âlemlerin sahibini fütursuzca ananlara bakın. Yüce Allah’ın muradından ne kadar uzak oldukları ortadadır.
Daha kötüsü, yaptığı veya söylediğinin yalan olduğunu bilmesine rağmen vallâhi, billâhi diyerek karşılarındakini iknâ etmeye, inandırmaya çalışanlar vardır ki, bunların Allah korkusundan nasipleri pek azdır. Düşünsenize, dediğinin hakîkat olmadığını bilmesine rağmen, kelâmına Allah’ı şâhit göstermektedir. Oysa Allah onun yalan söylediğini bilmektedir.
Buna rağmen Allah’ı yalanına ortak etmeye çalışmaktadır. Bunu yapan insanda gerçek anlamda Allah korkusu olduğundan söz edilebilir mi? Bu nasıl bir hâldir ki, nasıl bir iman zaafiyetidir ki, ağzından çıkanın hilâf-ı hakîkat olduğunu bilmesine rağmen söylediğini teyit etmek için Allah’ı kendisine şâhit tutmaktadır.
Hâlbuki Rabb’imiz böyle yapanlar hakkında çok ağır ifadeler kullanmaktadır; “Şüphesiz, Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların âhirette bir payı yoktur. Allah kıyâmet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.”[5] Başka âyetlerde de yalan yere yemin etmenin kâfirlerin ve münâfıkların özellikleri olduğu belirtilir. Meselâ bir âyette şöyle geçer: “Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmez misin? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Onlar bile bile yalan yere yemin ederler. Allah onlara çetin bir azap hazırlamıştır. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür! Onlar yeminlerini kalkan yapıp (insanları) Allah’ın dininden alıkoydular. Bunun için onlara alçaltıcı bir azap vardır.”[6] Fıkıh kitaplarımızda, “gamûs yemin” olarak adlandırılan bu yeminle ilgili olarak tafsilatlı bilgi vardır.
Allah’ı olur olmaz yerde, yalan-yanlış dillerine dolayan insanların gündelik konuşmalarında yalana meyyal olmalarından korkulur. Çünkü Allah’ı yalanı için kalkan olarak kullanan insanın artık korkacağı ve çekineceği kimse kalmadığından, kullara karşı yalan kullanmaktan hiç çekinmez. Allah’tan korkmayanın kuldan sakınması söz konusu olamaz. Allah’a ihtirâmı olmayanın kullara saygı göstermesi beklenemez. Bu durum, Allah’ı kelâmına kalkan yapanın Rabb’iyle hukukunun son derece zayıfladığının göstergesidir.
Allah’ı kendimize kalkan yapmanın zararlarından birisi de değerlerimizin toplumda örselenmesidir; ağırlıklarının kaybolmasıdır. Nitekim vallâhi, billâhi ve benzeri ifadeler olması gereken ağırlıklarını artık kaybetmişlerdir. Bunlar ağızdan çıktığında hemen hemen hiçbir tesiri olmamaktadır. Mü’minler olarak bizim bu kötü gidişe katkı yapmamamız gerekir.
Bir Müslümana düşen her hâl ve tavırda Allah’a karşı edebini takınmasıdır. Çünkü Allah sıradan bir varlık değildir. Ağızlarımızda dilediğimiz gibi tekerleme yapabileceğimiz herhangi biri değildir. Bizi yaratan, bize rızık veren, bizi öldükten sonra ebedî hayatta tutacak olan odur. Sahibimizdir. O bizim her şeyimizdir. Her şeyin en üstündedir.
Bu nedenle kendisine saygı gösterdiğimiz müdürümüzden, anne babamızdan, patronumuzdan çok daha fazla saygıyı hak etmektedir. Bütün bu sebeplerden ötürü, yüce ismi anıldığında kendimize çeki düzen vermeli ve ihtirâmı elden bırakmamalıyız.
O Allah’tır; “ol” deyince olduran, “öl” deyince öldürendir. Bu sebeple kimden bahsettiğimizi bilmek durumundayız. Edep ya hû!
[1] 3/Âl-i İmrân, 191.
[2] 29/Ankebût, 45.
[3] 33/Ahzâb, 41.
[4] 8/Enfâl, 2.
[5] 3/Âl-i İmrân, 77.
[6] 58/Mücâdele, 14-16.
Enbiya YILDIRIM
YazarElbistan, Yapalak, Yeniköy derkenPalanga’dan geçer yolun Darende’mGeç kalma vuslata çık yola erkenMest eder bir katre dolun Darende’mAl yeşil Darende’m giymiş allarıYaz bahar açılır gonca gülleriHoş e...
Şair: Ramazan PAMUK
Şiiri hissetmek, anlamak veya idrak etmek başlı başına bir maceradır. Şairin derununda gizli olan mânânın ancak kelimelere döküldüğü kadarı ile sırlarına ermek mümkün olabilir. Hele tasavvuf vadisinin...
Yazar: Mahmut KAPLAN
Tasavvufî Türk Edebiyatı ve Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)- Tasavvufî Türk Edebiyatı deyince ne anlıyoruz hocam? - Geleneğimizde tasavvuf, yalnızca dinî kuralları ihtivâ eden bir anlayış değildi...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Takvim yaprak dökünceGün gün zaman tükenir.Geçer deli çağlarınDizde derman tükenir.Rızkı helalinden bul,Şükürle yükselir kul.Sanma bâki para pulİnci mercan tükenir.Sonu yok ki rahatın,Kışa döner hayat...
Şâir: Ahmet Sami BENLİ