Prof. Dr. Fikret Karaman ile Hulûsi Efendi Konulu Röportaj
- Kıymetli hocam öncelikle kısaca özgeçmişinizden bahsedebilir misiniz?
- 1954 Elâzığ doğumluyum. Sırasıyla Malatya İmam-Hatip Lisesi, Erzurum Yüksek İslâm Enstitüsü’nden mezun oldum. Görev itibarıyla da önce Malatya Hekimhan İlçe Müftülüğü’nde göreve başladım ve oradan askerlik görevim için ayrıldım. Askerlikten sonra Safranbolu İlçe Müftülüğü yaptım. Devamında Akçakoca İlçe Müftülüğü ve 1988 yılında da Erzincan İl Müftülüğü’ne atandım ve burada yaklaşık 10 yıl görev yaptım. Erzincan’dan Elazığ’a geldim. Elazığ İl Müftülüğü’nden Paris Din Hizmetleri Müşavirliği’ne atandım. Ardından Viyana Din Hizmetleri Müşavirliği görevini ifa ettim. 2003-2010 yılları arasında da Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı görevini yürüttüm. Daha sonra Sofya Din Hizmetleri Müşavirliğine atandım ve orada 4 yıl çalıştım. 2014 yılında da Malatya İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanlığı’na atandım ve burada sekiz yıl görev yaptım.
- Darende ve Hulûsi Efendi Hazretleri’yle tanışmanız, münâsebetleriniz nasıl oldu?
- Görevlerim esnasında Darende’yi sık sık ziyaret etme, Hulûsi Efendi Vakfı’yla diyalog kurma şansı ve imkânım oldu. Şimdi ben özellikle şunu söyleyeyim: Hulûsi Efendi her şeyden önce Cumhuriyet’ten önce dünyaya gelmiş ama Cumhuriyet dönemini de çok iyi tanıyan, çok iyi bilen ve gerçekten insan merkezli hizmet eden bir Allah dostudur. Bunu niye söylüyorum? Hulûsi Efendi’nin çok yârânı vardı, seveni vardı, dostu vardı; Gerek Hekimhan müftülüğüm sırasında, gerekse Safranbolu İlçe müftülüğüm sırasında sık sık gelip ziyâret geliyorlardı. Bu vesileyle olduğunu zannediyorum, hâlen de Safranbolu’da ortak dostlarımız var. Ben bu vesileyle Hulûsi Efendi’yi rahmetle anıyorum.
- Hulûsi Efendi’nin insanların faydasına olan hizmetleri hakkında neler söylersiniz? Turgut Özal Bey’den duyup naklettiğiniz bir hatıra vardı.
- Hulûsi Efendi’nin en önemli özelliklerinden biri de gerçekten eğitim hayatına önem vermesidir. Yani insan merkezli hizmetler yürüttüğünü söylememin sebebi de budur. Özellikle insanlara önem veriyor ve eğitim kurumlarına, sadece Darende’de değil, gücünün yettiği her yerde canlandırmaya ve katkıda bulunmaya çalıştığını görüyordum. İnsan merkezli bir hizmet anlayışının neticesi olarak, hem fahrî hem de devletin de uygun gördüğü bir tarz içerisinde uzun süre din hizmetleri görevini yapmıştır. Biliyorsunuz, bu din hizmetlerini yaparken sadece kendi görev alanıyla sınırlı kalmamış, din hizmetinin, imâmet hizmetinin gerektirdiği şekilde açılmıştır. Mâlûmunuz Peygamberimiz (s.a.v.) de aslında imam hatipliği yapmış, yani cami ve mihrap merkezli hizmet yapmış, ama bütün beşeriyeti, bütün insanlığı hidâyete sevk etmiştir.
Ben Hulûsi Efendi’yi, gerçekten Darende başta olmak üzere ülkemize iz ve eser bırakan bir Allah dostu olarak hatırlıyorum, tanıyorum. Bir hac mevsiminde merhum Turgut Özal, hemşerimiz olarak başbakan sıfatıyla hacca gelmişti. O yıl gerçekten Turgut Özal’ın hem Suudi Arabistan nezdinde hem de bizim hacılarımız üzerinde mânevî bir atmosfer oluşturduğunu, çok güzel bir hac yapıldığını hatırlıyorum. Oraya gelmişken kâfile başkanlarının toplantısına da katıldı. Oranın esas önemli bölümünü birkaç cümleyle ifade etmek istiyorum.
Merhum Turgut Özal, Türkiye’de sadece din alanında değil ekonomi alanında da ülkemizi bir dünya devleti seviyesine çıkarmak için büyük katkılar sağladı; çok rahat bir yönetici profiliydi. Buradaki konuşması sırasında Malatya’ya birkaç atıfta bulundu. Birinci atıfı şuydu: “İnşallah dönüşte Malatya Darende’de bir ilâhiyat fakültesi açacağız.” O dönemde ilâhiyat fakültesi açmak illerde bile kolay değildi; bu yüzden Darende’de ilâhiyat fakültesinin açılması çok önemliydi. Muhtemelen burada Hulûsi Efendi’nin mânevî hâtırası, Başbakan nezdindeki ricâsı ve ısrarı etkili oldu. Nitekim dönüşten sonra bir veya iki yıl içinde Darende İlahiyat Fakültesi açıldı.
Başka bir hatıra da şöyleydi: Özal, Malatya’ya geldiğinde Hulûsi Efendi ile görüşürdü. Hulûsi Efendi, “Sayın Başbakanım, bu din hizmetinin Türkiye’de canlı yürüyebilmesi ve neşv ü nümâ bulması için din görevlilerine de küçük bir katkıda bulunmanız gerekir.” dedi. O dönemde kamu görevlerine maddî iyileştirmeler yapılıyordu; Hulûsi Efendi din görevlilerine de bir katkı sağlanmasını istemiştir. Bu özel ricâyı hac toplantısında Diyanet yetkililerinin yanında nakleden Turgut Özal Bey, yanındaki Devlet Bakanı’na döndü ve Türkiye’ye döndükten sonra bu formülü geliştirelim dedi. Gerçekten dönüşün ardından altı ay veya bir yıl içinde “din hizmetleri özel tazminatı” diye bir düzenleme hayata geçirildi. Merhum Özal, bunun kalıcı olmasını vurgulamıştı. Bu uygulamanın teklifi ve hatırlatılması merhum Hulûsi Efendi tarafından yapılmıştır; din hizmetleri ve din görevlileri açısından bu önemli bir katkıdır.
- Bakınız ilâhî tevâfuk, belki ben Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı’ndan sonra 3-4 yıllığına Balkanlara gittim. Dönüşümde o zaman akademik şartlarımı tamamlamıştım. Malatya İlahiyat Fakültesi’ne profesör olarak atandım ve İlahiyat Fakültesi görevime başladığımda ilk ziyâret ettiğim yer Darende oldu. Sebebine gelince, çünkü bu İlahiyat Fakültesinin menşei, kimliği, doğuş yeri Darende’dir. Bunu ben özellikle bir hatıra olarak yaşatılmasını istiyorum. Yani bunun kimliği, doğuş yeri Darende’dir ve Malatya da bunu unutmamalıdır. Fizikî olarak bugün Malatya’ya taşınmış olabilir ama sadaka-i câriye olarak düşündüğünüz zaman Hulûsi Efendi, Allah razı olsun, bence ilmin bir merkezi, bir kaynağı olarak öncelikle sadaka-i câriyenin bu bölümünü İlahiyat Fakültesi’yle taçlandırmıştır. Zaten daha önce de İmam-Hatip okullarına katkısının olduğunu biliyorum. Fakat İlahiyat Fakültesi’nin, din konusunda önemli bir merkez olarak bunu tescil ettiğini burada özellikle ifade etmek isterim. Malatya İlahiyat Fakültesinde yaklaşık 8 yıl çalıştım. O dönemde Prof. Dr. Ahmet Kızılay, İnönü Üniversitesi rektörümüzdü. Birlikte güzel bir çalışmamız oldu. Hatta üniversite kampüsünün kalbi mesâfesindeki bir yerde, bir merkezde güzel bir cami inşâ edildi.
Ben Türkiye’de yaklaşık 40 yıl Diyanet İşleri Başkanlığı’nda çalıştım. Yurt içi, yurt dışında görevlerde bulundum. Birçok caminin hayata geçmesine de vesile oldum. Fakat ben Malatya’daki İnönü Üniversitesi’ndeki bu cami kadar mânevî havası yüksek, insan merkezli, gençliğe hitap eden camiyi doğrusu başka yerde görmedim. Bu Malatya’da nasip oldu.
- Bu konuda biz caminin temelini atarken Hulûsi Efendi Vakfı’nın muhterem başkanı Hamideddin Efendi’yi de ziyâret etmiştik. Bir istişârede bulunduk. Bu istişârenin bir bölümünde de şunu hatırlattım, dedim ki: “Bu İlahiyat Fakültemizin Darende’de olsa da, Malatya’da olsa da, açılmasında Hulûsi Efendi’nin önemli bir katkısı var. Dolayısıyla her ne kadar fizikî olarak fakülte üniversite merkezine nakledilmiş olsa da, burada da Hulûsi Efendi’nin isminin bir yerde anılmasını arzu ediyorum. Bunun en güzel yeri de kütüphane olmalıdır, ya da bir ilim merkezi olmalıdır. Dolayısıyla kampüsteki camimizin kalbinde yer edinen “Hulûsi Efendi Kütüphane ve Araştırma Merkezi”ni kurduk. İlahiyat Fakültemizin kütüphanesini de bu camimize naklettik ve şu anda bildiğim kadarıyla İnönü Üniversitesi’nin her kademesine, hem akademisyenlere, hem öğrencilere, hem yerlilere, hem uzaktan gelen araştırmacılara kapısı açıktır. Biz bu kütüphanemizin girişine de Hulûsi Efendi’nin adını verdik. Böylece Darende ile bütünleşmiş oldu. Yani Darende’de bunun açılması, Malatya’da kampüste hizmet vermeye devam etmesi, böylece aradaki bu mânevî bağı pekiştirmiş olduk. İnşallah bu böyle devam edecektir.
Malatya İlahiyat Vakfımız var biliyorsunuz. Malatya İlahiyat Vakfımız bu caminin temelinden kubbesine kadar hayır sahiplerinin yardımlarını aldı ve böylece Malatya İlahiyat Vakfı’nın desteğiyle bu cami tamamlandı. Ancak kardeş vakıf olarak Hulûsi Efendi Vakfı da bu kütüphanenin dizaynı ve yerleştirilmesinde önemli bir katkıda bulundu. Tabiî onu da burada belirtmem lâzım; rakamsal olarak vermem hoş olmaz, ama Hulûsi Efendi Vakfı’nın ciddî bir katkısı olduğunu biliyorum. Ayrıca Malatya İlahiyat Vakfı ile Hulûsi Efendi Vakfı arasında da bir protokol yapıldı. Bu protokol daha sonra üniversite senatosu tarafından imzalandı ve böylece hukûkî çerçeve içerisinde bu kütüphane şu anda hizmet vermeye devam ediyor. Bu miras aynı zamanda Hamideddin Efendi ile de devam etti. Gerek Hulûsi Efendi gerekse Hamideddin Efendi din hizmetlerinde örnek insanlardır. Her zaman halk nezdinde ideal bir din görevlisi, din gönüllüsü arzusu var, fakat Türkiye’de bir de gerçek var. Onu kıyas açısından, Hulûsi Efendi örnekliği açısından değerlendirirseniz bir Diyanet eski çalışanı olarak şöyle söylüyorum: Aslında mihrap çok güçlü bir mekândır. Mihrap insanlara sadece namaz kıldırma yeri değil, insanları hem rûhen hem bedenen eğitme yeridir; aynı zamanda insanları ferahlatma, ufuklarını açma yeridir. O bakımdan Hulûsi Efendi görevine mihrapla başlamış ama mihrapla sınırlı tutmamış. Okumuş, yazmış, tefekkür etmiş, gönlüyle rûhuyla onu mezcetmiştir.
- Meselâ, Hulûsi Efendi’nin özellikle Dîvânı’nı okuduğunuz zaman, insanlara ne kadar değer verdiğini, ne kadar müsâmahakâr olduğunu, ne kadar hoşgörü sahibi olduğunu herkes görür.
Günümüz şartları da dikkate alınınca şunu görüyoruz: Hulûsi Efendi eserlerinde ve sözlerinde insana insan olarak değer veren, insanları hoş gören, insanları moralize eden bir örnek şahsiyettir. O, insanların ufkunu ve önünü açmış, ümitsiz ve karamsar olmamış; kimseyi çıkmaz sokağa yönlendirmemiştir. Dolayısıyla Hulûsi Efendi aslında imamlık yaparken, din hizmetinin insana bakan yönünü en üst seviyede geliştirmiştir. Yani her şeyden önce insanı merkeze almış, toplumun ortak problemlerine merhem olmuştur. Özellikle onun Dîvân’ı, Mektûbât’ı, sohbetleri bence günümüz gençliğine tanıtılmalıdır; bazen dijital ortamda, bazen kısa kısa. Ben Özbekistan’ı ziyaret ettiğimde Nakşbendî’nin camisinde, külliyesinde güzel bir şey yapmışlardı. Girişten itibaren küçük küçük, zihinde iz bırakacak, hatıra olabilecek güzel cümleler gördüm. Dolayısıyla Hulûsi Efendi’nin bu eserlerini de bu şekilde kısa kısa, spot cümlelerle toplumun belli yerlerine yazmak ya da dijital ortamda geliştirmek önemli bir hizmet olur diye düşünüyorum.
- Bu önemli. Din hizmetinde keşke bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığımızın 100 binin üzerinde ayrı ayrı camide hizmet veren arkadaşlarımız bu tür Allah dostlarını, büyükleri örnek alsalar. Onlar nasıl hizmet etti, nasıl çalıştı, nasıl sevildi, nasıl iz ve eser bıraktılar? Bence bunlar üzerinde durulmalı. Diyanet İşleri Başkanlığı bu şekilde kendi teşkilatına hizmet etmiş, dîn-i mübîn-i İslâm’ın günümüze kadar gelmesine vesile olmuş insanları tanıtmalı, örnek göstermelidir. Bu son derece önemlidir. Dolayısıyla Hulûsi Efendi’nin din görevliliği ya da din hizmetini yapmış olması sadece bir Diyanet personeli olmakla sınırlı kalmamıştır, bunun altını çizmemiz lâzım.
Hulûsi Efendi bugün ülkemizde ve Darende’deki bu çekirdekle başlattığı hizmetle ülkemizin birçok il ve ilçesinde hakkıyla anılmaktadır. Onun adı, şanı, eserleri ve gök kubbenin altında bıraktığı güzel sedâ her tarafta anılıyor. Bu vesileyle biz Hulûsi Efendi’yi rahmetle anıyoruz.
- Malatya İlahiyat Fakültesi’nde göreve başladıktan sonra bunu bilerek, düşünerek yaptığım bir çalışmadır. O ilk çalışmamızdır, yazılı bir çalışmamızdır. Sebebi şu: Ben göreve başladığımda fakültedeki 15-20 kadar meslektaşımız, hocamız da kendi alanlarında göreve başlamışlardı. Yani onların kimisi asistan, kimisi öğretim görevlisi olarak Darende’de göreve başlamışlardı. Ama Malatya’da bunlar doktor, doçent veya içlerinde profesör olanlar da vardı. Ben bunlarla bir toplantı yaptım. Dedim ki: “Bakın, bu fakülte Darende’de açıldı. Siz Darende’de göreve başladınız. Darende’de öğrenciler yetişti.”
Ben iyi hatırlıyorum, o zaman Elazığ müftüsüydüm. Darende İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Süleyman Toprak vardı. Konyalı, orada bir dönem dekanlık yaptı. O, dekanlık yaptığı dönemde de Elazığ’a sık sık gelip giderdi. Ben de onu bazen ziyâret ederdim. Çünkü biliyorum, Darende'deki o aktiviteleri, o çalışmaları biliyorum. Şimdi ben o eseri özellikle hazırlattım, şunun için: Yani Darende’yle İlahiyat Fakültemizin köprüsü, o mânevî yolu unutulmasın, canlı olsun diye. Ben bir çalışma başlattım. O çalışmanın önemli bir bölümünü Darende’de tamamladık biz. Yani Darende’de, sağ olsun, o zaman Hulûsi Efendi Vakfı da bize destek verdi. Sizler de orada destek verdiniz ve İlahiyat Fakültesi’nin açılışı, açılışındaki o heyecanlar... Bazı görselleri de o zaman vakıftan temin ettim.
Hulûsi Efendi’nin oradaki, yani daha önceki alt yapı hazırlıkları, İmam-Hatip Lisesiyle ilgili hazırlıklarla ilgili bilgileri de doğrusu orada aldık. Bu, İlahiyat Fakültemizin ilk yayınıdır, bunu özellikle hatırlatmak istiyorum. İlahiyat Fakültemizin, İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin ilk yayını "Dünden Bugüne İlahiyat Fakültesi" şeklinde bir eser olarak ortaya çıktı. Daha sonra biz sempozyumlar düzenledik, yayınlar artmaya başladı. Ama o önemli bir çalışma ve hakîkaten ben, sonradan, yani belki aşağı yukarı 10-12 yıl sonra bu çalışmayı başlattım. Ama bu çalışmayı yaptığım zaman, İlahiyat Fakültesi’nin doğuşunun, gelişmesinin Darende’de başladığını ve geliştiğini böylece tescillemiş olduk biz.
- Şöyle ifade edeyim: Demin ifade ettim, dedim ki, Allah dostları olarak, samîmî bir çalışma yapıyorsanız, bu sadaka-i câriye sadece ilmî bir şey olarak ortaya çıkmıyor, eserlerle de sonradan neşv ü nemâ buluyor. Şimdi Hulûsi Efendi’nin, muhtemelen Darende’de kendi hayatında yaptığı çalışma çevre tarafından da hoş karşılandığı için, daha doğrusu Allah’ın rızâsına da uygun bir şekilde kabul gördüğü için vefâtından sonra devam etmiştir. Yani bu konuda Darende ve dostları başta olmak üzere herkese teşekkür etmemiz lâzım. Ben şu anda Türkiye’yi, dünyayı gezen bir kişi olarak şöyle söylüyorum: Hulûsi Efendi’nin hem mânevî hem maddî mirası şu anda Darende başta olmak üzere birçok yerde yaşıyor. Darende’de özellikle benim görebildiğim kadarıyla hem sağlık sektörü, hem eğitim sektörü hem de merkezde inşâ edilen o cami ve külliyesi gerçekten Darende gibi bir ilçede başlı başına bir değerdir, fizikî bir hizmettir ve yüzlerce, binlerce insanın oraları ziyâret etmesine vesile oluyor. Hele hele o hastanenin yol kenarında olması ve merhumun adını da taşıması ayrı bir zenginliktir, ayrı bir değerdir. Dolayısıyla zaten büyük insanların, yani Allah yolunda hizmet eden insanların, devlete, millete hizmet eden insanların, bu hizmetleri hayatlarından sonra da o devam ediyor. Onun devam etmesi fevkalâde önem arz ediyor. Bu bakımdan, Hulûsi Efendi’nin bence en önemli özelliklerinden bir tanesi de devlet ricâliyle olan diyaloğu, irtibata devam etmiş olmasıdır. Sağlığında devlet ricâlinden kastım şu: Yani memlekete hizmet eden devlet büyükleri, ister Malatya’dan olsun ister başka yerlerden olsun, ister ziyâretlerine gelsin isterse kendisi bizzat gidip ziyâret etmek sûretiyle, devlet ricâliyle olan irtibatı devam etmiştir. Kanaatimce bu, Türkiye’nin birliği, beraberliği ve geleceği açısından da önemli bir yol ve yöntemdir. Bence bizim meslektaşlarımız, bugün din görevlileri, ilâhiyatçılar, diğer kamu görevlileri, bu çizgiye, bu espiriye, bu canlı damara riâyet etmeleridir. Devlet ricâli dediğimiz, devleti yöneten, devleti idare eden ve devletle ilgili önemli hizmetlerde bulunan herkesle görüşmek, açık olmak fevkalâde önemlidir.
Bu, o yıllarda çok daha önemliydi. Yani şu anda artık hayat dijitalleşti. Bir takım sosyal imkânlar, medya imkânları gelişti. Yani oturduğunuz yerde tuşlara basarak dünyanın bir tarafındaki olup biten olaylara müdâhil oluyorsunuz, bilgileri önünüze getirebiliyorsunuz. Ama o yıllar, fiziksel görüşmeye ve fiziksel temasa veya ziyâretlere ihtiyaç vardı. Kanaatimce o dönemin insanlarının yaptıkları hizmetler, bugünkü bu dijital hayatı bize çok daha rahat kazandırdı.
Yanılmıyorsam 1986 yılında galiba Hulûsi Efendi Vakfı kuruldu. O tarihlere yakın bir tarihti, ben öyle hatırlıyorum. Aslında vakıf, bizim asırlar boyunca, Osmanlı’dan itibaren gelen bir geleneğimizdir, devam edegelen bir geleneğimizdir. Yani Osmanlı, bugün dünya üzerinde, Balkanlar başta olmak üzere gittiği her yerde vakıf kültürünü, vakıf eserlerini orada ihyâ etmiştir. Bir defa en önemli kararlardan bir tanesi, Hulûsi Efendi Vakfı’nın kurulmuş olmasıdır. Şüphesiz vakfın kurulması yetmez, vakfın amacına uygun bir şekilde geliştirilmesi, yönetilmesi de önem arz ediyor. Bu vesileyle ben bunu birkaç yerde hep dostlarımla paylaştığımı düşünüyorum. Özellikle Hulûsi Efendi Vakfı’nın bugüne kadar gelmesinin, gelişmesinin, büyümesinin, kültürel ve sosyal hizmetlere devam etmesinin en önemli sebeplerden bir tanesi de Hulûsi Efendi’nin hem evlâdı, hem halefi, hem mirası olarak kabul edebileceğimiz, kendi mesleğinin sürdürülmesi için yetiştirdiği Hamideddin Efendi’ye burada teşekkür etmemiz lâzım. Gerçekten vakfın büyümesi ve gelişmesi için, daha doğrusu sosyal konularla ilgili, yine ilgili mercilerle olan diyaloğun ve ziyâretlerin sürdürülmesi hayatî önem arz ediyor. Bu vesileyle Hamideddin Efendi’ye de başarılar diliyorum, sağlık, sıhhat diliyorum. Bu vakıf kültürünün de gelişerek büyümesini arzu ediyorum.
Musa TEKTAŞ
Yazar
Kibirle, öfkeyle, kinle bakılmazBütün kâinatın sırrıdır gönül.Harâbe değil ki vurup yıkılmazKulluk sarayının surudur gönül.Güler mi dünyada bir âhı alan,Cânı incitene gecikmez talan,Zamandan, mekândan...
Şâir: Ahmet Sami BENLİ
Dünya, “ev ednâ” sırrına erenler için Allah’a yakın olma yeri, yücelerin yücesi; “denî/alçak”, değersizliği seçenler için ise aşağıların aşağısıdır. Burada mahâret kulun dünyayı nasıl algılayıp, imkân...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Darende ve Hulûsi Efendi dostu olan kıymetli Miraç Akdoğan vekilimizle beraberiz. - Miraç Bey öncelikle daha gençlik yıllarınızdan itibaren Darende ve Hulûsi Efendi Hazretleri’yle ta...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Tasavvufî Türk Edebiyatı ve Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)- Tasavvufî Türk Edebiyatı deyince ne anlıyoruz hocam? - Geleneğimizde tasavvuf, yalnızca dinî kuralları ihtivâ eden bir anlayış değildi...
Yazar: Musa TEKTAŞ