Sakarya İl Müftüsü Mehmet Âşık Hocamızla Hulûsi Efendi Konulu Röportaj
Sakarya İl Müftüsü kıymetli Mehmet Âşık hocamızı ziyâret ettik. 1986-1987 yıllarında Darende Müftülüğü yaptığı için, Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretler’iyle ilgili hâtıralarını, o günkü Darende’yi Şeyh Hâmid-i Velî Külliyesi’ni hocamıza soracağız.
- Şimdi değerli dostlar yıl 1987, Mart ya da Nisan ayı idi. Tam olarak tarihini hatırlayamıyorum, olabilir. Berat Kandili’nin akabinde ertesi gün Darende’de ilçe müftüsü olarak göreve başladım. Ordu müftü yardımcılığından naklen atandım. O günkü Darende, bugünkü Darende değil tabiî.
Ben Hacı Hulûsi Efendi’yi maruf ismiyle duymuştum, öğrenmiştim. O günlerde Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görevli Lütfi Şentürk Bey bana bahsetmişti, “Orada değerli bir zât var, onunla mutlaka tanışmalısın.” demişti. Ben de kendisiyle tanışma, ziyâret etme düşüncesiyle plân yaparken bir haber geldi. Hulûsi Efendi sizi ziyârete geliyor diye. Biz gideceğimiz sırada o bizi ziyârete geldi. O gün müftülük, kaymakamlık binasının son katında idi. Tabiî biz çok mahcûp olduk. Biz hocamızın evlâdı yaşındayız, hatta en küçük evlâdı yaşındayız. Biz gidip kendisine hürmet arz etmeyi düşünürken, o bize geldi. Hayırlı olsuna geldi müftülük görevimizden dolayı. Nezâket gösterdi, Allah rahmetiyle muâmele eylesin. Küçücük bir müftülük odamız vardı, onu orada ağırladık. İlk karşılaşmamız bu şekilde oldu,
rahmetli Es-Seyyid Hulûsi Efendi Hocamızla karşılaşmamız. Daha sonra, ilerleyen süreçte hep diyaloglarımız, ilişkilerimiz, muhabbetlerimiz devam etti.
- Çok hâtıralarımız var. Böyle yaşadığımız mânevî alandaki hâtıralarımız, unutamayacağımız hâtıralarımız var. Ben bunlardan birkaç tanesini müsâadenizle burada zikretmek isterim. Tam göreve başladığımızdan tahmini 3-4 ay sonra Zâviye’deki, yani Şeyh Hamîd-i Velî Camii’nin tarihî eserler kütüphanesi vardı. Bir kısmı el yazması, bir kısmı ise daha sonraki dönemlere ait matbû eserlerden oluşuyor. Bu kütüphanedeki eserlerden bazıları hırsızlar tarafından çalındı... Tabiî el yazması eski eser olduğu için kıymetli. Ben hocamızı hemen sabah ziyârete gittim. Hocama, “Geçmiş olsun.” dedim, tabiî ne olacak, biraz tedirgindim. Çok rahat gördüm ben hocamızı; “Müftü efendi evlâdım, rahat olun aldıkları gibi geri getirirler.” dedi. Bakınız, ben de “İnşallah hocam.” dedim. Bize ikramlarda bulundu, geri döndük.
Öğleden sonra, müftülüğümüzün hemen karşısında kaymakamlık binasının karşısında Emniyet Âmirliği vardı. Orada görevli Halit Başkomiser vardı, ismini hatırladım şimdi. Dün geldi, onu da konuşmuştuk. “Hocam, çalınan kitapları bulduk.” dedi. “Nasıl buldunuz?” Hırsızlar Malatya tarafından gelmiş, eserleri alıp Malatya tarafına gidecekleri yerde, sehven Kayseri tarafına gitmişler. Pınarbaşı’na varınca demişler ki, “Biz niye bu tarafa geldik? Biz Malatya’ya gidecektik.” Dönmüşler geri, Malatya’ya gitmek için mecburen Darende’den geçecekler. İlçeden geçerken polis bunları yakalıyor ve hiçbir eser kaybı olmadan, bir sayfa da kaybı olmadan, aynen polis, çaldıkları eserleri kendi elleriyle kütüphaneye yerleştiriyor. Akşam Hulûsi Efendi’yi tekrar gittik. Baktık mübârek insan tabiî gülümsüyor, hocam, “Bu kadar olur. Aldıkları gibi geri getirdiler.” Bu çok beni etkileyen, mânîdâr bir hadisedir.
Bir diğer hâdise ise Hamid Hamideddin Efendi ile ilgili onu da paylaşmak isterim. Hamideddin Efendi o zaman Darende Çarşı Camii’nde imam olarak görev yapıyordu. Hulûsi Efendi Hocamız yaş haddinden emekli olunca yerine bir atama yapılacak. Tabiî biz düşündük, Şeyh Hâmid-i Velî Camii imamlığına en lâyık kişi Hamideddin Efendi olur dedik. Bir gün çağırdım Hamideddin Efendi’yi, bir evrak önüne koydum; “Hamid Hocam, şuraya imzalar mısınız?” dedim. Hiç okumadan, imzaladı. Oturdu, çay ikram ettim. “Hamideddin Hocam, dedim, niye bu evrakı okumadan imzaladınız?” “Hocam!” dedi, “Müftü Efendi talimat verdi, imzala, dedi ben de imzaladım.” “Ama belki görevine son veriyoruz.” dedim. “Belki size istifa dilekçesi yazdık, bir okusaydınız hocam.” dedim. “Ben devletime teslim olmuşum.” dedi.
Bakınız, “Devletime, diyanetime teslim olmuşum.” Bu çok önemli bir sözdür. Bugün devleti, Diyanet’i kabul etmeyen, öteleyen zihniyetler var. “Ben devletime, diyanetime, müftülüğüme teslim olmuşum.” Okumadan imzalıyor. “Hadi hayırlı olsun. Hulûsi Efendi’den boşalan kadroya sizi imam olarak atadık.” dedim. O günlerde Hulûsi Efendi ile karşılaştık. Beni ziyâret edecekti, “Zahmet etmesin, ben kendilerine geliyorum.” dedim. Gittik. Gözleri yaşararak dedi ki; “Müftü Efendi, içimden geçiyordu ama size diyemedim. Bizim edebimize, ahlâkımıza bu yakışmaz. Devletten bir şey talep etmek bize yakışmaz. Devletimiz, diyanetimiz, müftülüğümüz gerekeni bilir ve yapar. Bizim aldığımız terbiyeye bir şey talep etmek yakışmaz.” Bunlar hakîkaten insanı derinden etkileyen davranışlar. Bakınız, “Biz devletten bir şey talep edemeyiz, devletimiz gerekeni zaten yapar.” Bunlar ciddi olarak devlete bakışını, saygısını gösteriyor.
- Rahmetli Hulûsi Efendi Hocamız, camilerin bakım ve onarımında, bazı Kur’ân Kurslarının bakımı, onarımı, minarelerin yapımı, mesela Aşağıulupınar Camii’nin minaresi, Balaban Abdurrahman Erzincânî Camii’nin hayata geçirilmesi gibi çok ciddi din hizmetlerine destekleri oldu. Din hizmetlerine benden önce de olmuş, ben 7 buçuk, 8 ay kaldım. Bizim dönemimizde katkıları çok oldu. Öğrencilere burs verir idi. İmam-Hatip öğrencilerine burs temin edilmesi, okul yaptırılması gibi birçok hizmetleri vardır. Darende İmam-Hatip Okulu yaptırmaları başlı başına bir samîmî bir gayretin eseridir.
Sadece İmam-Hatip öğrencilerine değil, bütün liselerdeki, diğer okullardaki öğrencilere de burs verir, eğitim yardımı yapardı. Husûsen elbise, yiyecek verirdi. Darende İmam-Hatip Okulu’nu yaptırdığı gibi her sene öğrencilerin elbisesini tepeden tırnağa giydiriyordu. Hatta diğer okullardaki öğrencilere de aynısını yapıyordu. Sadece İmam-Hatip değil, normal lisenin ve Endüstri Meslek Lisesi öğrencilerini de giydiriyor. İmam-Hatip Lisesi’ni yaptırmışken, bir de yanı başına İlâhiyat Fakültesi hayali vardı. Bu maksatla bir de bina yaptırmıştı. Ben o zamanda yurt dışına görevli gittim, Darende’den ayrıldım. Benden sonra hayali gerçekleşti, ama sonraki süreçte 28 Şubat sürecinde o okulun orada yürütülmesine birileri maalesef engel oldu.
Sadece din hizmetleri değil, din eğitimi değil, efendim sanat okulu, kız meslek lisesi Endüstri Meslek Lisesi vardı. Biz sanat okulu derdik. O günlerde Milli Eğitim Müdürü olarak görev yapan Cafer Küçük Hocamız vardı. Ondan şöyle bir bilgi duymuştum; “Kayseri ve Malatya dâhil çevre illerde Darende Endüsti Meslek Lisesi gibi donanımlı bir sanat okulu yoktur.” demişti. O yıllarda Darende Devlet Hastanesine bir ambulans bağışı yaptığını biliyorum. Bizzat anahtarını Sağlık Bakanı’na takdim etmişti. Hastane yaptıracağından zaman zaman bahsediyordu. Şimdi dönüp baktığımızda yalnızca din hizmetleri değil, insanın hizmetine yarar ne varsa yapmış; Hulûsi Efendi her konuda insanlığın faydasına olan işlerle ömür geçirmiş. Toplumun geneline hitap ederek, ihtiyaç sahiplerine ulaşmış, dertlere derman olmuştur. Bu konularda maddî ve mânevî destekler veren bir zattır. Rûhen bunalan insanların o mübârek zatın sohbetine iştirak ederek rahatladığı bir ortam vardı orada. Böyle zâtlara, örnek insanlara, “toplum önderleri” deniyor. Ehl-i tasavvuf tarihin her döneminde böyle örnek bir hayat sergilemiştir. Bu zatlar Türk-İslâm kültürünün önderleri, toplumumuzun mânevî mimarlarıdır. Bu zatlar devletten bir paye almak için hizmet yapmazlar. Verilse de kabul etmezler. Çünkü talepleri Allah rızâsıdır; hedefleri vatan millet hizmetidir. Toplumun mânevî yönden inşâsı için hayırlı nesiller yetiştirirler. Bir güzel iş yapılacağı zaman çevrelerindeki hayırseverlere uzun uzun konuşmazlar. İlçeye ile ne lâzımsa onu söylerler biter. O söz emir ve senet kabul edilir. O vazifeyi üzerine alan hayırseverler hemen o işi yapmanın gayreti içinde olurlar. Büyüklerin sözleri insanların kalbine nakış nakış işlenir.
Sohbet salonunun yanında çok zengin bir kütüphanesi vardı. Kütüphanede çok değerli kitaplar ve eşyalar bulunmaktaydı. Gerek evinin gerekse cami ve türbenin bulunduğu müstesnâ mekânların çok ayrı bir atmosferi vardı. Oraya vardığın zaman gayr-i ihtiyârî oradan etkilenmemek mümkün değildi.
- 1988 yılının 18 Ocak tarihinde sınav sonucum bana tebliğ edildi. Yurtdışına gideceğim belli oldu. Bir müddet sonra ayrılacağımdan vedâ ziyâreti için Hulûsi Efendi’ye gittim. Mübârek insan Konya’daki terzisine bana özel bir cübbe diktirmiş, sarık yaptırmış. Oltu taşından iri taneli bir tesbihle bunları hediye etti. “Müftü Efendi evlâdım yurtdışında gavuristanda namazda, camide vazifende bu cübbeyi giyer, bu sarığı takar, bu tesbihi çekersin. Böyle arzu ediyorum.” Daha sonra anladım ki; yurt dışında bir Türk müftünün giyimi, kuşamı, temsiliyeti en güzel bir şekilde olsun diye bana özel cübbe diktirmiş. Çok kaliteli bir kumaştan ve yakası kapanabilen çok özel bir tasarım. Almanya’nın Bobingen şehrinde 6 yıl boyunca görev yaptığım süre zarfında hep rahmetlinin hediye ettiği cübbeyi giydim, sarığı taktım, tesbihi çektim. Ben yurtdışında iken vefâtını Türk basınından öğrendim, çok müteessir oldum. Devletine, devlet ricâline karşı son derece saygılı örnek bir insandı. Devlet büyüklerinden bu saygının karşılığını da görürdü. Kendisini ziyârete bakanlar, valiler ve 2. Ordu Komutanı gelirdi. Önceki yıllarda merhûm Özal’ın da başbakanken ziyârete gelişini bizzat kendisinden dinlemiştim. Devlet ricâlinin ziyâretinde memleket faydasına olan hizmetler alır, ama reklam yapmazdı. Özel ortamlara dostlarına bu ziyâretlerden millet memleket faydasına olan hizmetlerin gelmesine nasıl vesile olduğunu bazen bahsederdi. Yaptığı işleri gösteriş ve riyâya dönüştürmez, sırlı bir şekilde saklardı. Gerçekten iş yapan insanlar gerçek toplum önderi böyle olur. Almanya’ya giderken rahmetli özel tebrik kartlarından bana bir kutu vermişti. Uzun zaman dostlarıma gönderdiğim tebriklerde onun kıymetli sözlerinin bulunduğu kartları kullandım.
Darende’de bir Ramazan-ı Şerif geçirdim. Bir akşam dairenin aracı yok, benim de şahsî arabam yok, taksi tuttum teravih namazını Hulûsi Efendi’nin ardında kılmak niyetiyle Zâviye’ye gittim. Vardım caminin kapısında beni karşıladı; “Hocam niye zahmet buyurdunuz.” dedim; “Yok evlâdım.” dedi. Malatya’dan önemli misafirler gelmiş. Benden birkaç dakika sohbet etmem, vaaz vermem için teklifte bulundu. Ben o zaman 26 yaşında genç bir müftüyüm. “Hocam sizin huzurunuzda olmaz.” dediysem de ısrar etti. 10 dakika kadar biraz terleyerek de olsa kısa bir sohbet yaptım. Mihraba geçip namaz kıldırmamı da teklif edince, “Hocam ben sizin arkanızda teravih kılmaya geldim.” dedim. “Oğul ilçenin müftüsü burada iken mihraba onun geçmesi gerekir.” dedi. En küçük evlâdı yaşındaki müftüye göstermiş olduğu saygı aslında devlet makamlarına gösterdiği saygının göstergesiydi. Emri üzerine kan ter içerisinde teravihi de kıldırdım. Arkanızda böyle mânevî mertebesi yüksek bir zâtın bulunması imam olan için hiç de kolay değildir. Bugün bazı camilerde isteseniz de sizi mihraba geçirmezler. Demek ki, onun tasavvufî terbiyesi ve büyüklüğü başka bir meziyet. Böyle zâtların sayısını Cenâb-ı Allah artırsın. Toplumun çok ihtiyacı vardır.
- Misafirlere ikramı ayrı bir bahis konusu. O zâviyeye, o dergâha, o kapıya gelip aç dönen bir insan yoktur. İnsanlar isterse kalabalık ve ailece bile gelseler herkse ikram edilmiş, karnı doyurulmuş, memnun şekilde yolcu edilmiştir. Bu ikramların tamamını da kendi şahsî gelirlerinden sarf ederdi. Kendi maaşı ve Hamideddin Efendi’nin maaşıyla ikram ettiğini biliyorum. İşte bizim İslâmî tasavvuf anlayışımız böyledir.
- Hulusi Efendi’nin irtihâlinden sonra Vakıf Başkanlığını yürüten Hamid Hamiddedin Ateş Efendi’nin vakıf faaliyetlerini bildiğiniz duyduğunuz kadarıyla nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Basından ve sosyal medya mecrâlarından Hamideddin Ateş Efendi’nin ve vakfın faaliyetlerini takip ediyorum. Kendisini tebrik ediyorum, kutluyorum. Din hizmetleriyle birlikte bütün insanlığa yapılacak olan hizmetleri çok ileri seviyeye taşıdığını görüyorum. İnşallah en kısa zamanda Allah lütfederse Darende’ye bir ziyâretine gelmeyi de düşünüyorum. Kendisini aracılığınızla selâmlarımı iletiyorum. Bu hizmetlerin artarak devam etmesini temennî ediyorum. Samîmî hizmetlerinin devamını Cenâb-ı Hak lütfeylesin diyorum. Başta Hamideddin Efendi olmak üzere Darende halkımıza vatandaşlarımıza buradan saygı ve selâmlarımı yolluyorum.
Musa TEKTAŞ
YazarTohum koymuş meyvesinin özüneAğaçları çekirdeğe saklamışÂlemleri ol Resulün yüzüneHalk eyleyip, nuru ile paklamışArzı dünya döner ismin anarkenLeylü nehar aşkı celil yanarkenZalim nefis imtihanla sına...
Şair: Ramazan PAMUK
- Turgut Özal Bey’in 1983 yılında Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi ile görüşmesinin şâhidisiniz. Bu hâtırayı sizin kelâmınızdan dinleyebilir miyiz? Evren, Özal’dan hem ekonomik konularda istifâde ediyor,...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Dünya, “ev ednâ” sırrına erenler için Allah’a yakın olma yeri, yücelerin yücesi; “denî/alçak”, değersizliği seçenler için ise aşağıların aşağısıdır. Burada mahâret kulun dünyayı nasıl algılayıp, imkân...
Yazar: Musa TEKTAŞ
İnsanın iki önemli tarafı vardır: Biri nefs ve bir diğer yanı ise rûhtur. Nefs, rûhun emrine girerse, insan baştan ayağa rûh kesilir ve erdemin, olgunluğun, iyilik ve güzelliğin mekânı olur. Hulûsi Ef...
Yazar: Musa TEKTAŞ