Osmanlı Sultanlarının Medâr-ı İftiharı Emîr Sultan
Emîr Sultan’ın asıl adı Şemseddin Muhammed’dir. Seyyid olduğu için “Emîr”, çömlekçilik yaparak geçimini sağladığı için “Külâl” unvanları verilen ve “Emîr Külâl” diye tanınan babası Seyyid Ali, Buhârâ’nın tanınmış mutasavvıflarındandır. Emîr Sultan’ın 770/1368-69 yılı civarında Buhârâ’da doğduğu tahmin edilmektedir. Çocukluk yılları hakkında bilgi bulunmamakla birlikte iyi bir tahsil gördüğü söylenebilir.
On sekiz yaşlarındayken babası vefât eden Şemseddin Muhammed, muhtemelen bir süre çömlekçilik yaptıktan sonra Seyyid Usûl, Seyyid Nâsır, Seyyid Ni’metullah, Ali Dede, Baba Zâkir gibi mutasavvıflarla hacca gitmek üzere Buhârâ’dan ayrılır. Birkaç yıl Medine’de kaldıktan sonra Bağdat’a uğrayarak tezkire müellifi Âşık Çelebi’nin (ö. 979/1572) atası Seyyid Muhammed en-Nattâ’ın (ö. 941/1535) misafiri olur. Ardından onunla birlikte Anadolu’ya geçer. Karaman, Niğde, Hamîd, Kütahya ve İnegöl yoluyla Bursa’ya gider. Kâfileye yol boyunca kandil şeklindeki bir nurun rehberlik ettiği, bu nurun söndüğü yere defnedileceğinin kendisine bildirildiği rivâyet edilir. Bursa’ya Yıldırım Bâyezîd (1389-1403) zamanında geldiği biliniyorsa da tarihi kesin olarak belli değildir. Menâkıbnâme müellifi Hüsâmeddin, Niğbolu Muhârebesi sırasında (798/1396) Bursa’da bulunduğu kesin olan Şemseddin Muhammed’in evlenmesinden bahsederken Yıldırım Bâyezîd’in bu sırada Eflak seferinde olduğunu söyler. Bu takdirde 1394’ten önce Bursa’ya gelmiş olmalıdır. Bursa’da ilk olarak Pınarbaşı’na veya Gökdere civarındaki bir savmaaya yerleştiğine dair farklı Bâyezîdetler vardır. İlk ikâmet yerinin türbesinin bulunduğu mahal olduğu da söylenir. Bursa’da şöhreti kısa zamanda yayılan Şemseddin Muhammed giderek şehrin en çok saygı gören şahsiyetlerinden biri haline gelir. Emîr Sultan veya Emîr Seyyid adlarıyla anılmaya, ulemâ ve meşâyıh arasında da itibar görmeye başlar. Zâhir ilimleri sahasında kendisini imtihana çekmek isteyen Molla Fenârî (ö. 834/1431), Molla Yegân (ö. 865/1461 civarı), Alî-yi Rûmî gibi âlimlerin onun mânevî gücü karşısında bir süre ağız açamadıkları ve onlarla giriştiği tartışmadan başarıyla çıktığı şeklindeki rivâyetlerden, onun bu âlimlerle yakın münâsebeti olduğu anlaşılmaktadır. Emîr Sultan bu yıllarda Molla Fenârî’den Sadreddin-i Konevî’nin (ö. 673/1274) Miftâĥu’l-Gayb’ını okuyup istinsâh etmiş ve bu nüshaya Molla Fenârî bir icâzetnâme yazmıştır.[1]
Yıldırım Bâyezîd’in kızı Hundi Hatun ile evlenen Emîr Sultan[2], Yıldırım Bâyezîd’in Timur tarafından gönderilen elçileri öldürtmesine engel olur. Ankara Savaşı’nın ardından Bursa’nın Timur ordusu tarafından işgali sırasında Molla Fenârî ve İbnü’l-Cezerî (ö. 833/1429) ile birlikte Emîr Sultan da Kütahya’da bulunan Timur’un huzuruna götürülür. Bir süre sonra serbest bırakılarak yine Molla Fenârî ile birlikte Bursa’ya döner. II. Murad’ın, amcası Mustafa Çelebi’ye karşı sürdürdüğü mücâdelede hükümdarın yanında yer alır. Mustafa Çelebi büyük bir kuvvetle Bursa’ya yaklaşırken Padişahın Emîr Sultan’a başvurup amcasına karşı yürüttüğü mücâdelede onun sözlerinden cesâret aldığı, olaydan sonra kendisine daha çok bağlandığı, huzurunda diz çöküp oturduğu rivâyet edilir.
Emîr Sultan’ın vefât tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bu konuda 831, 832, 833 ve 837 yılları verilmekteyse de en kuvvetli ihtimal 833/1429 tarihidir. Bursalı Ahmed Paşa’ya (ö. 902/1496-97) ait olduğu söylenen;
İntikâl-i Emîr Sultân’a
Oldu târîh: intikâl-i Emîr (انتقال امير)
beytindeki “intikâl-i Emîr” terkibi 833/1429 yılını vermektedir. Ancak bu beyit Ahmed Paşa’ya ait ise Emîr Sultan’ın vefatından oldukça sonra yazılmış olacağından 833 yılının kesin olarak Emîr Sultan’ın vefat tarihini gösterdiği söylenemez. Emîr Sultan’ın vefât tarihi hakkında bilgi vermeyen eski kaynaklar onun Bursa’da çıkan bir veba salgınında öldüğünü kaydetmekle yetinirler. Cenaze namazı o sırada Bursa’da bulunan Hacı Bayrâm-ı Velî (ö. 833/1430) tarafından kıldırılan Emîr Sultan, bugün türbesinin bulunduğu yere defnedilir.
Bütün kaynaklar Yıldırım Bâyezîd, Çelebi Mehmed ve II. Murad’ın Emîr Sultan’a saygı gösterdiklerini, sefere giderken onun eliyle kılıç kuşanıp duasını aldıklarını belirtir. Padişahlara kılıç kuşatma geleneği, Emîr Sultan’ın, Hammer’e göre Yıldırım Bâyezîd’e, Atâ Bey’e göre ise II. Murad’a kılıç kuşatmasıyla başlamıştır. Osmanlı padişahları Emîr Sultan’ın vefâtından sonra da ona hürmet göstermeyi sürdürmüşler, Bursa’ya geldiklerinde türbesini mutlaka ziyâret etmişlerdir. II. Bâyezîd ile Yavuz Sultan Selim’in Emîr Sultan’ın sandukasının örtüsü altına girip uzun süre dua ettikleri bilinmektedir.
Bazı kaynaklarda Halvetiyye’nin, bazılarında da Nakşbendiyye’nin Nurbahşiyye koluna mensup olarak gösterilirse de Nakşbendiyye’nin Nurbahşiyye adlı bir kolu bulunmadığından son bilgi yanlıştır. Halvetiyyenin ise silsilesi Kübreviyye’ye ulaşan Nurbahşiyye adlı bir şubesi vardır. Ancak bu şubenin kendisine nisbet edildiği Seyyid Muhammed Nurbahş’ın Emîr Sultan’ın vefatından yaklaşık otuz beş yıl sonra (869/1465) öldüğü bilindiğine göre ona mensup olması da çok uzak bir ihtimaldir.[3] Atâî’nin Zeyl-i Şekâik’te kaydettiği silsileye göre Emîr Sultan’ın babası Seyyid Ali’den, o da Hâce İshak-ı Huttalânî’den (ö. 826/1423) tarîkatı almıştır. Tarîkatın Ali el-Hemedânî (ö. 786/1384), Muhammed Mazdekânî, Alâüddevle-i Simnânî (ö. 736/1336), Nûreddin İsferâyînî, Ahmed Zâkir-i Curfânî, Ali Lala şeklinde yürüyerek Necmeddîn-i Kübrâ’ya (ö. 618/1221) ulaştığını ve dolayısıyla Emîr Sultan’ın Kübreviyye Tarîkatı’na mensup olduğunu söylemek mümkündür. Öte yandan halîfelerinden Hasan Efendi Müzîlü’ş-şükûk, Lutfullah Efendi de Cenâhu’s-sâlikîn adlı eserlerinde, bizzat kendisinden işitmiş olduklarını söyleyerek şeyhin tarîkat silsilesini babadan oğula intikal ettirip on iki imam kanalıyla Hz. Ali’ye ulaştırırlar.[4]
Kaynaklarda uzun boylu, güzel yüzlü, seyrek sakallı olarak tanıtlan Emîr Sultan’ın on iki terkli taç üstüne yeşil imâme sardığı, ömrünü derin bir zühd ve takvâ içinde ibâdet ve irşadla geçirdiği rivâyet edilir. Şöhreti Bursa’dan sonra Osmanlı hâkimiyeti altındaki topraklarda giderek yayılmış ve hakkında birçok menkıbe teşekkül etmiştir. Bunların en meşhuru, Bursa’da Yıldırım Bâyezîd tarafından Emîr Sultan’ın tavsiyesiyle yaptırılan Ulu Cami ile ilgili olanıdır. İlk saltanat ve zafer yıllarında, perhizkâr, feragatli ve takvâ dolu bir hayat süren Yıldırım’ın hayatı, Sırp Kralı Lazar’ın kızı ile izdivacından sonra, sefâhat ve işretle yer değiştirmiş, bu lâubâli ve kontrolsüz gidişin cemiyette de yayılma istîdâdı gösterdiğini hisseden Emîr Sultan, bu duruma müdâhale mecbûriyetinde kalmıştır. 802/1400’de, Bursa Ulu Camii’nin inşâatı tamamlanınca kendisine fikrini soran Padişaha, “Bu camiinin her köşesine kendiniz için bir meyhane yaptırsanız hiçbir eksiği kalmaz.” deyince, hayretinden dona kalan Padişah, “Beytullah’ın etrafına nasıl olup da meyhane kurulacağını” sorunca, “Asıl Beytullah Allah’ın halkettiği insan vücududur. Sen onu meyhane hâline getirmekten utanmıyorsun da, kendi yaptırdığın binanın etrafına meyhane dizmekten mi utanıyorsun?” diyebilmiş ve bu ürpertici sözler, Yıldırım Han’ın kendisini toparlamasına vesile olmuştur.[5]
Yaptırmış olduğu Bursa Ulu Cami’nin açılışında, ilk Cuma namazını kıldırması için Emîr Buhari’yi tensib eden Yıldırım Bâyezîd’e, “Gavs-ı A’zam Sultan Ekmekçi Hoca bu şehirde iken, bu hizmet bize düşmez.” diyen Emîr Sultan, imâmet ve hitâbet vazifesinin “Somuncu Baba” nâmı ile meşhur olan Şeyh Hâmid Hamîduddin-i Velî’ye havâle buyurulmasının daha uygun olacağını izhâr etti. Namazı müteakip, Fâtiha Sûresi’nin tasavvufî bir tefsirini yapan Hâmid Hamîduddin-i Velî, o sıralarda Fâtiha’yı tefsir emelinde olan Molla Fenârî (834/1431)’nin gönlünden geçenlere de böylece tercüman olmuş ve onu da kendisine cezbeylemişti.[6]
Emîr Sultan’dan sonra Bursa’da makamına halîfesi Şeyh Hasan Hoca (ö.845/1441-42) geçmiş[7], ondan sonra on beşinci asrın sonlarına kadar silsile şöyle devam etmiştir:
Şeyh Bedreddin Efendi (ö. 864/1460)
Şeyh Lutfullah Efendi (ö. 894/1489)
Şeyh Dâvud Efendi (ö. 900/1495)
Şeyh Abdurrahman Efendi (ö. 930/1524).[8]
On üçüncü halîfe İbrâhim Efendi’ye kadar (ö. 1178/1764-65) dergâhta Emîr Sultan’ın silsilesi devam etmiştir. İbrâhim Efendi’den sonra Emîr Sultan Dergâhı’nın şeyhliği Celvetiyye meşâyihinden Selâmi Ali Efendi’ye intikâl etmiştir. Dergâh 1225/1810 yılına kadar Celvetiyye dergâhı olarak faaliyet göstermiş, bu tarihte Hacı Ahmed Efendi’nin şeyh olmasıyla Nakşbendiyye dergâhına dönüşmüştür. Emîr Sultan’ın takip ettiği irşad usûlü bilinmemektedir. Kaynaklarda dergâhta “usûl-i Emîr” üzere âyin yapıldığı söylenmekteyse de bu âyinin uygulama tarzı hakkında bilgi verilmemiştir.
Emîr Sultan’ın halîfeleri daha şeyhin sağlığında Bursa, Balıkesir, Edremit ve Mihaliç’e, Karaman sınırlarına, Aydın ve Saruhan sancaklarına kadar yayılmışlardı. Kendisine mensup şeyh ve dervişler Rumeli yakasına geçip mürşidlerinin âdet ve menkıbelerini Gelibolu’dan başlayarak sınır boylarına kadar götürmüşlerdir. Osmanlı ordusunun bazı seferlerine bizzat katıldığı gibi müridlerini de gazâya teşvik eden Emîr Sultan’ın öldükten sonra da asırlarca Osmanlı ordusundan himmetini esirgemediğine inanılmıştır. Hakkında yazılan menâkıbnâmelerin çoğunda, sağlığında gösterdiği kerâmetler yanında vefâtından sonra da özellikle darda kalmış askerlere himmeti hakkında anlatılanlar geniş yer tutmaktadır. Bütün bunlar Emîr Sultan’ın Osmanlı halkı üzerindeki tesirini göstermesi bakımından önemlidir.
Türk edebiyatında Emîr Sultan hakkında yazılmış birçok manzûme bulunmaktadır. Bunlardan, şiirleri Yûnus Emre’nin (ö. 720/1320) şiirleriyle karıştırılan Yûnus adlı bir şairin manzûmeleri Emîr Sultan hakkındaki menâkıbnâmelerde yer almaktadır. Emîr Sultan’a dair yazılan şiirlerin en meşhuru Bursalı Ahmed Paşa’nın;
Ey âlem-i velâyete sultân olan Emîr
Ey mülk-i Rûm’a rahmet-i Rahmân olan Emîr
mükerrer beytini ihtivâ eden tercî-i bendidir.
Emîr Sultan’ın sağlığında Bursa’dan uzak yerlerde oturan dervişler yılda bir defa kâfile hâlinde yola çıkarak mürşidlerini görüp duâsını almaya gelirlerdi. Bu ziyâretler ölümünden sonra bir gelenek hâlini alarak asırlarca devam etmiştir. Bursalılarca bir bereket vesilesi sayılan bu gelenek yirminci yüzyılın başlarında terk edilmişse de Ramazan ve Kurban Bayramlarının ikinci günlerinde Eşrefiyye şeyh ve dervişlerinin zikrederek Emîr Sultan Türbesine yaptıkları ziyâret ve Eşrefiyye usûlüne göre icrâ ettikleri âyin şeklindeki geleneği bir süre daha devam etmiştir. Emîr Sultan’la birlikte Anadolu’ya gelen sûfîlerin bir kısmı Bursa’nın çeşitli yerlerinde zâviyeler açmışlardır. Bunlardan Seyyid Nâsır, Bursa Pınarbaşı’nda; Ali Dede, İncirli Hamamı civarında; Seyyid Usûl, Kuruçeşme mahallesinde; Seyyid Nattâ’ da, Ebû İshak Kâzerûnî Zâviyesi’nde tarîkat faaliyeti göstermişlerdir.
Emîr Sultan hakkında çeşitli menâkıbnâmeler kaleme alınmıştır. Bunların ikisi, kendisinden sonra dergâhına şeyh olan Hasan Efendi’nin Müzîlü’ş-şükûk’u ile, üçüncü şeyh Lutfullah Efendi’nin Cenâhu’s-sâlikîn adlı eserleridir. Diğer menâkıbnâmelerin önemlileri şunlardır:
İbrâhim b. Zeynüddin’in Vesîletü’l-meŧâlib fî cevâhiri’l-menâķıb’ı
Nimetullah’ın Menâkıb-ı Emîr Sultân’ı
Müdâmî’nin Dîvân-ı Müdâmî der Vasf-ı Emîr Sultân’ı
Hüsâmeddin’in Târîh-i Emîr Sultân’ı
Senâî’nin Menâkıb-ı Emîr Sultân’ı.[9]
[1] Taşköprizade İsamüddin Ahmed, eş-Şekâiku'n-Nu’mâniyye fi 'Ulemâi'd-Devleti'l-Osmâniyye (eş-Şekâ’iku’n-Nu’maniyye), İstanbul 1985, s. 55.
[2] İrfan Gündüz, Osmanlılarda Devlet - Tekke Münasebetleri, İstanbul 1983, s. 21.
[3] Gündüz, Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebetleri, s. 22.
[4] Süleyman Gökbulut, Necmeddîn-i Kübrâ –Hayatı, Eserleri, Görüşleri-, İstanbul 2010, s. 174.
[5] Taşköprizade İsâmüddin Ahmed, eş-Şekâiku'n-Nu’maniyye fi 'Ulemâi'd-Devleti'l-Osmâniyye, ss.35-36.
[6] Taşköprizade, eş-Şekâiku'n-Nu’mâniyye, s.16-21; Mehmet Tahir Bursalı, Osmanlı Müellifleri, Ankara 2000, c. I, s. 390.
[7] Taşköprüzâde, eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye, s.114-115; İsmail Beliğ, Güldeste-i Riyâz-ı İrfan ve Vefeyât-ı Dânişverân-ı Nâdiredân, Hüdavendigâr Matbaası, Bursa 1302, s.79-80; Bursalı, Osmanlı Müellifleri, c. I, s. 57; Mustafa Kara, Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler, Bursa 1993, c. II, s. 264.
[8] Beliğ, Güldeste-i Riyâz-ı İrfan, 80-85; Kara, Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler, c. II, s. 264.
[9] Hüseyin Algül-Nihat Azamat, “Emir Sultan”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, yıl. 1995, c. 11, s. 146-148.
Kadir ÖZKÖSE
YazarŞemsüddin Muhammed b. Hamza el-Fenârî 751/1350-834/1431 yılları arasında yaşamış bir Osmanlı âlimidir. Orhan Gazi (1281-1360), I. Murad (1360-1389), Yıldırım Bâyezîd, (1389-1402), Çelebi Mehmed (1413-...
Yazar: Ali AKPINAR
İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak, ömrü boyunca kardeşlik atmosferini tesis etmenin çabasını gütmüştür. Bir mürşid-i kâmil olarak dervişlerini fenâ fi’l-ihvân bilincine ermeye davet etmiştir. Müslümanla...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Her gün fânî dünyadan, bâki âleme taşınan insanlar var. Bu seyrü sefer elbette daimidir. Dünyanın kurulmasıyla Hazret-i Âdem (a.s.) ile başlamış, kıyâmete kadar da devam edecektir. Yeryüzündeki muvakk...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
-LeMan dergisinin 26 Haziran 2025 tarihli sayısında Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed ile Hazreti Musa’yı aşağılayan bir karikatür yayınlandı.-Gül Resul’e kin kusandaTükürecek surat mı var?Çirkef...
Şair: Yusuf DURSUN