Neyimiz Var Bu Cihanda
Tasavvuf şiiri irfan ikliminin nesîminden esintiler taşır, gönül kuşunu kanatlandırarak mânâ âlemlerinde pervaz ettirir; rûhânî kokularla mest ü hayrân eder. Yûnus’un, Eşrefoğlu’nun, Usûlî’nin, Ümmî Sinan’ın, Niyazî-i Mısrî’nin, Erzurumlu Efe Hazretleri’nin şiirleri bu yüzden bize tanıdık gelir, bu sebeple rûhumuzu okşar, rûhumuzu sarıp sarmalar.
“Elest” meclisinde verdiğimiz misâkı hatırlatan bu şiirler gaflet örtülerini hafiften aralayıverirken irfan hayatımızın dünden bugüne kesintiye uğramadan sürüp geldiğini; her asırda Hak dostlarının gönül dünyalarından kopup gelen râyihalar olarak yaşadığını kulaklarımıza fısıldar.
Gönül aynalarımızın rengine, cilâsına göre can evrenimizde tesirler icrâ eder, bizi sarsar. Bazen ulvî bir hüzne, bazen sessiz akan gözyaşlarına gark eder, içimizin kaynayıp taşmasına vesîle olur. Sözü Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin aşağıdaki zengin mânâlı (Dîvân’da 164 numaralı) şiirine getirmek istiyorum. Yûnus geleneğinin yirminci yüzyıldaki bu değerli temsilcisinin, gönül ikliminden kopup gelen nefhalarına kulak tutmaya çalışacağız.
Yârın cemâl-i seyridir kâr u varımız
Yokdur cihânın varına i'tibârımız
“İşimiz sevgilinin cemâlini seyretmektir; dünyanın varına, zenginliğine itibarımız yoktur.” diyen Hulûsi Efendi bize, tasavvufun temel prensiplerinden biri olan muhabbetullah ve bunun gereği olan “dünyayı terk etme”yi hatırlatmaktadır. Bu terkte tembellik, meskenet yoktur.
Terk, kesben değil kalben olur. Sâlik çalışır, didinir, kazanır, geçimini sağlar; kimseye muhtaç olmaz, fakat kalbinde dünyaya, dünya malına zerre kadar muhabbet duymaz. İhtiyaçtan fazlasını sevgili uğruna ihsan eder, fakat bu vermeyi de aklına getirmez.
Veren Allah’tır, sevgilidir; mal onun, mülk onundur. Kulun sahip olma gibi bir iddiası söz konusu değildir. Sâlikin gözünde, gönlünde bu fânî dünyanın kıl kadar değeri, itibarı yoktur. O, gözünü “cemal-i yâr”e dikmiş, başka sevgilerden, ilgilerden yüz çevirmiş, Allah’a kulluk ile meşguldür. O’na kul olduğu için başka bütün kulluklardan âzâd olmuştur. Asırlar öncesinden Yûnus da aynı mesajı vermişti:
Kullukdan ırag olma sultân göresin bir gün
Göstere cemâlini hayrân olasın bir gün
“Sultanı bir gün görebilmek için kulluktan uzak olma! O, sana cemâlini bir gün gösterir de hayran olursun.” diye müjde verir. Hulûsi Efendi’nin beyti sanki Yûnus’un sözünün zamanımızdaki bir yankısı, bir “lebbeyk” sadâsı, bir cevabıdır. Yûnus’tan birkaç asır sonra Ümmî Sinan da benzer duyguları terennüm ederken “cemâlin vahdeti”ne erme sırrını fısıldamıştır:
Ol cemâliñ vahdetine irmek isterse cânın
Terkini ur dü-cihânıñ ‘aşk-ıla yâr ol yüri
“O cemâlin, o benzersiz güzelliğin vahdetine, birliğine canın ermek isterse iki dünyayı da terk et de aşkla dost olup yürü.” diye buyurmuştur. Farklı asırlardaki üç Hak dostu şairin birleştikleri nokta “terk”tir. Dünyayı terki anlamak kolay da, öbür/bâkî âlemi terk etmek ne demek?
Başta bize aykırı gibi gelse de aslında söylenen açıktır; Hak dostlarının bir tek amaçları vardır; Allah’ın, ezelî sevgilinin rızâsını kazanmak… Onlar sadece ve sadece O’nun rızâsı için çalışır çabalar, ibâdet eder, ezkâr ve evrâda devam ederler. Allah rızâsı dünyalarını öyle kuşatmıştır ki, cehennem korkusu ya da cennet sevdası gibi bir endişeye, bir hayale kapılmazlar. Allah rızâsı gibi bir amaç varken iki cihanı tereddüt etmeden terk etmelerinde şaşılacak bir durum yoktur.
İlâhî aşkla sermest olan Hak dostu, Sevgili’nin her hâline vâkıf olduğunu bildiğinden başka insanların dedikodularına aldırış etmez. Madem sevgili onun gönül dünyasından haberdardır el ne derse, desin, ne düşünürse düşünsün. Aşağıdaki beyitte biraz melâmet havası hissedilmiyor değil:
Eller ne derse desin ne gam bize
Bilir her hâlimizi yâr-ı gârımız
Yâr-ı gâr, “mağara dostu, vefalı dost, Hz. Ebu Bekir”... Beyitte gerçek dost, yani Allah’tan bahsediliyor. Allah, kuluna şah damarından daha yakındır. O, kulunun her hâlini bilir, her duygu ve arzusundan haberdardır. Kalbini O’na bağlayanın başkalarının dedikodularıyla ilgisi, işi olamaz. Bir başka şiirinde “yâr-ı gâr”dan kastının Allah olduğunu anlıyoruz:
Bu yolda cümle âr u var
Hepsi olupdur târumâr
Ancak kalıp bir yâr-ı gâr
Âşık anınla yeğ gerek
Bu kâr-hâne-i âlemde nemiz var
Hevâ-yı yâr ile döner rüzgârımız
Hulûsi Efendi, “Bu âlem işyerinde, dünya fabrikasında bizim neyimiz var (hiçbir şeyimiz yok); bizim rüzgârımız sevgilinin havası, aşkıyla döner.” diyerek iç dünyasından bir pencere açar. Bu dünyada Hak dostlarının bir varlığı, dünyalığı, malı, mülkü söz konusu değildir.
Onlar kalplerinden dünyayı bütün bağlarıyla söküp atmış, nefsin yıkıcı, yoldan çıkarıcı arzu ve isteklerini kapı dışarı etmiş, ilâhî aşkla var olmuşlardır. İçleri ney gibi boştur, fakat onlar ilâhî aşk gıdasıyla yaşar, zamanı geçirir, ney gibi inler, muhabbetullah sırlarını âşinâ gönüllere fısıldarlar. Kısaca onlar aşkla var olmuş bir özge topluluktur. Bir dörtlüğünde Hulûsi Efendi konuyu daha açık bir şekilde ifade etmiştir:
Safâ-yı aşka ol tâlib gönül gayrı safâdan geç
Hevâ-yı yâra uy âşık isen gayrı hevâdan geç
İki âlemde maksûdu rızâ-yı yâra terk eyle
Eğer ârif isen marzî olup gayrı rızâdan geç
Asırları farklı olsa da gönül erlerinin sözleri, özleri birbirinden farklı değildir. Yûnus çok çok önceleri neler söylemiş bakınız: Bu âlem aşkla kâimdir, muhabbetle ayakta durur. Dünya dönüyorsa sebebi bu ilâhî aşktır. Elektronlar, gezegenler, galaksiler kısaca bu kâinat dönüyorsa, sebebi aşktır. Allah’ın cihanı halk etme sebebi de aşktır. “Küntü kenz” hadîs-i kudsîsi bunu ifade ediyor, “Levlâke” hadîsi bunu ilan ediyor:
Yûnus ‘ışkunla kâ’imdür bu ‘âlem
Anunçün devr ider devrân içinde
Şiirin dördüncü beyti muhabbetullah miracının şartlarını ifade ediyor:
Mahv olunca dilden gubâr-ı mâsivâ
Anda zuhûr eder her demde hüsn-i yârımız
“Gönülden mâsivâ tozları yok olunca orada her an sevgilimizin hüsnü, cemâli, güzelliği zuhûr eder.” diyor Hulûsi Efendi. Allah dışındaki her şey mâsivâdır, gayrdır. Mâsivâdan arınan gönül sahibini ağırlamaya, onun tecellîlerine mazhar olmaya hazır olur.
Allah, çok kıskançtır, kendisi için yarattığı gönülde başka ilgiler, yâd sevgiler bulunmasını istemez. “Ben kulumun kalbine sığarım.” diye buyuran sevgili, gönlün kendisine tahsis edilmesini ister. Hak âşığına düşen kalbini mâsivâdan arındırmaktır.
O zaman Ezelî ve Ebedî Sevgili’nin cemâl tecellîlerine mazhar olur. Hulûsi Efendi bu beyitte birinci teklik kişi değil de birinci çokluk kişi zamirini kullanarak bu meydanın bütün âşıklar için her an açık olduğunu sezdirmek istemiş olmalıdır. Lâmekânî Hüseyin Efendi de;
Nukûş-ı mâsivâdan kalb-i pâke
Tecellî idüp ‘arz eyler yüzini
diyerek mâsivâdan arınan kalbe sevgilinin güzelliğinin tecellî edeceğini ifade ediyor.
Hulûsi hâk olur bir gün cism-i nâtüvân
Çıkar semâ-yı evc-i izzete gubârımız
Hulûsi Efendi beşinci beyitte doğrudan nefsine, dolayısıyla okuyanlara şöyle seslenir: Bir gün bu güçsüz vücudumuz toprak olur, tozumuz izzet semâsının doruklarına çıkar. İnsan fânîdir, ölümlüdür; günü gelir emâneti sahibine teslim eder.
Ruh sevgiliye kavuşmak için yücelere pervaz ederken fenâya ait olan cisim, ten toprağa dökülür, zamanla toza dönüşür. Beyitte dikkat çeken ifade beden tozlarının izzet (kıymet, değer, hürmet, saygı) göğünün doruklarına çıkacağı hususudur. Beden arza aittir.
Bu ifadeden kastı Hak dostlarının, ruhları bekâ âlemine uçarken bedenlerinin toprağının da değer kazanacağını, Hakk’ın bir tür ikrâmı olarak, kullar arasında büyük bir hürmet göreceklerini îmâ ediyor olmalı diye düşünmek akla uzak olmasa gerek. Doğrusunu Allah bilir. Vesselam…
Mahmut KAPLAN
YazarKlasik edebiyatımızın önemli kollarından biri hikemî şiirdir. Şairler belli bir hayat tecrübesine ulaşınca birikimlerini özlü mısra ve beyitlerle kaleme alırlar. Özellikle Nâbî’nin bir akım hâline get...
Yazar: Mahmut KAPLAN
Orta Asya, irfân kaynaklarımızın beşiğidir. Anadolu irfânını besleyen gür pınarların bulunduğu bu coğrafya asırlardır Müslüman Türk dünyasının mânevî hayatını beslemeye devam etmektedir. Yeni araştırm...
Yazar: Mahmut KAPLAN
Edebiyatımızda; asırlar öncesinden sesini günümüze ulaştırabilen şairlerin başında yer alan, tezkirelerde “Mevlânâ” sıfatıyla anılan Fuzûlî, zamanının gerektirdiği din ve fen ilimlerinin hepsinde âli...
Yazar: Mahmut KAPLAN
İnsanların sıkıntıya düştüğü, yolsuzlukların arttığı, hayhuyun ortalığı kapladığı zamanlarda mizah ve hicvin toplumda boy gösterip ortalığı kaplaması beklenirken günümüzde mizah açısından iç açıcı bir...
Yazar: Mahmut KAPLAN