Nasıl Bir Gençlik İstiyoruz?
Nasıl bir gençlik istiyoruz sorusu Müslümanların her zaman gündemimizde olmalı. Gençlik özel ve güzel özelliklerle dolu olacak ki geleceğimiz aydınlık olsun. Gönlü Allah sevgisiyle çarpan, inancının âşığı, davasının sevdalısı, bu heyecanını her yerde her zaman yüreğinde ve beyninde duyan bir gençler ordusu yetiştirmek zorundayız. İnsanları sevmede, saymada kusur etmeyen, kardeşlik ilişkilerini bozmayan, sevinçte ve tasada bir ve beraber olmaya çalışan, ulvî yolun yolcusu olmayı ve ona göre bir hayat çizgisi çizen bir gençliği hedeflemek.
Hiçbir şekilde kalp kırmayan, kimseyi incitmeyip kendisi de incinmeyen, arkadaş seçimine özen gösteren, üzerine almış olduğu görevi en iyi bir şekilde yerine getiren, hizmet aşkını hayatın her safhasına, her sayfasına yaymaya çalışan, kötülüklerden sakınıp iyi ve güzel işler yapan gençler yetiştirmek.
Çevresini süsleyen İslâm dışı görüntülere aldanmayan, şeytanın ve nefsinin kötü isteklerine karşı koyabilen, kalp ve beden sağlığına dikkat eden, zamanını boş geçirmeyen bir gençliğe sahip olmak.
Ömrünü gençliğin maddî ve mânevî gelişmesi yolunda harcayan önder şahsiyetlerin altın değerindeki sözleri yolumuzu aydınlatacaktır. Konumuzla ilgili olarak kulaklarımıza küpe olacak şu sözlere kulak verelim mi?
“Genç adam! Göklerin rahminde kan renkli şafaklara bürülü bir yeni günün doğmak üzere bulunduğuna inan!.. Böyle bir günün ilk şafak pırıltısını veren şu anda, kirlenen vücudu temizlemenin zamanı gelmedi mi? Genç adam! Ortada başıboş gezen kirliliğe rağmen Allah’ın tertemiz yarattığı senden başka güvenimiz yoktur.
Dünyanın yükünü omuzlayan kararlı ve azimli, yılgınlık ve vefasızlık nedir bilmeyen, onurdan, gururdan vazgeçen, davasına kara sevda ile bağlı kahramanlar ordusu bir gençlik. Ağzının diriltici iksiriyle milletine hayat üfleyecek serdarlar ordusu bir gençlik. Gül devrini yeniden getirecek, gönüllerde Peygamber aşkını yeniden diriltecek olan bir gençlik.
Milletin derdiyle dertlenen, inleyen, ağlayan, gözü yaşlı, bağrı yanık bir gençlik. Milletin kendisine yüklediği görevi yapmak için çalışıp çabalayan, asla vazgeçmeyen, geri dönmeyen bir gençlik. Gecelerini Rabbi ile geçiren, gündüzünde hayırlı hizmet için çırpınan bir gençlik.
En güzel ahlâkla süslenmiş, geçmişine saygılı, hizmetkâr, hürriyete âşık, hizmeti önde, ücreti arkada gören bir gençlik. Peygamber aşkı ile yanan, dünyasını değil âhiretini düşünen, dünyaya ve nefsine aldanmayan, hesap gününe göre hayatını şekillendiren bir gençlik.
Ey genç! Gül gibi olmalısın… Tertemiz, dokunması hoş, kokusu hoş, bakışı hoş, tabiatı yumuşak… Böyle olunca daha kıymetli olacaksın, gönüllerde taşınacaksın; yüzlere, gözlere sürüleceksin, sevileceksin, korunacaksın. Gül gibi olmayıp ta diken gibi olursan; kesilecek yakılacak ve ezileceksin.
Gülzâr olmak istersen toprak olmalısın. Çünkü gülün bittiği yer topraktır. Hayat kaynağı olmak istersen su gibi olmalısın. Su hep alçak yerlerden akar amma değdiği yerden hayat fışkırır, gül biter sümbül biter. Korunmayı ve bal vermeyi dilersen bal arısı gibi olmalısın. Çalışkan, işinde mahâretli, eziyet vermekten uzak olmalısın. Eşek arısı gibi her konduğunu sokar, kirletirsen rızkın azalır, düşmanların çoğalır.”
Nasıl bir toplum olduğumuz öğrenmek istiyorsak yaşadığımız toplumun gençliğine bakmak kâfi. Bir Alman filozofu; “Bana gençliğinizi gösterin size geleceğinizi söyleyeyim.” demiştir. Zira gençlik toplumun aynasıdır. Şöyle bir hayat öykümüze baktığımızda; çocukluk dönemimiz tohum, gençliğimiz ise çiçek hâlimizdir.
Bir tohumda nasıl ki koca bir ağaç gizli ise, çocukluk ve gençlik tohumunda da bir millet, hatta tüm bir insanlık gizlidir. O hâlde yapılacak ilk iş toprağa atılacak tohumun uygun ortam ve şartlarda filizlenmesini sağlayıp, çiçek açtıktan sonra da iyi bir meyve vermesini beklemektir.
Bugün gençliğin istediğimiz gibi olmamasının sebebi, gerekli uygun zemin ve şartları hazırlayamadığımızdan kaynaklanmaktadır. Çocuklarımız hayatın acımasız tuzaklarına yenik düşüp her biri birer birer kaybolurken bu gidişe dur diyecek kimsemiz kalmamış maalesef. Her yanımız harap her yer zindan.
Dağ, taş ve hatta bütün kâinat bu gidişattan incinmiş kıyam hâlinde sanki. Gençlerin meselelerine eğilmemek onların dünyalarına tercüman olamamak gibi bir tablo var önümüzde. Bütün bu gerçekler ortada iken hâlâ bizde iyi adam yetişmiyor serzenişinde bulunma hakkını pişkin vaziyette görüyoruz kendimizde. Hem gerekli alt yapıyı kurmuyoruz hem de durumdan vazife çıkarıp sürekli bir şeylerden şikâyetçi olmayı yeğliyoruz.
Hayat denen serüvende, gençliğini hiçe sayan uygulamalar yarınlarımızı karartıyor hep. Peyami Safa; “Gençliği ayakta olmayan cemiyet yataktadır.” derken kanayan yaramıza neşter vurup çok doğru bir teşhiste bulunuyor Gerçektende şuanda yaşadığımız manzara hasta yatağa düşmüş hâlidir.
Birbirimizden habersiz yığını andırıyoruz her birimiz. Bunlar ellerimiz, bunlarda ellerimizin büyük boşluğu, beş parmağın beşi de birbirinden habersiz işlev görüyor sanki. Dayanışma yok, birlik şuuru yok, maddî mânevî bir hamle yok. Yok, yok, yani yoklarımız bir değil birçok. Hâsılı yoklarımız varlarımızın çok çok ötesinde.
Gençliğimiz anlık yaşıyor, yaşadığı hayattan tat alamıyorlar, âdeta nefes nefese hayat yaşıyorlar. Zavallı gençliğin elinden tutacak şefkat eli olmayınca rûhî bunalımla didişip durmaktalar sürekli. Onları toplumdan dışlamışız bir kere. Alay etmişiz, aşağılamışız ve sevgiyi onlardan esirgemişiz.
Gençliğe bakışımız önyargılı bir yaklaşım olunca olacağı da bu idi, başka bir şey beklenemezdi ki zaten. Onlara söz hakkı vermeyi bile çok görüp tehlike olarak addetmişiz. Elbette ki tabular, dayatmalar, serzenişlerin sonunda böyle bir gençliğin doğması kaçınılmazdı.
Başka ne beklenirdi ki? İşte bu gidişe son vermek için elimizi taşın altına koymanın zamanı geldi de geçti bile. Herkes üzerine düşen görevi hakkıyla yapmalıdır. Yapılacak her güzel çalışma için; kim var denilince, arkasına dönüp bakmadan ben varım diyebilen bir gençlik istiyorsak özümüze dönmemiz gerek.
Gönlü imanlı, ahlâklı, çalışkan ve hayırlı hizmetlere koşar adımlarla giden bir gençlik istiyor ve de bekliyoruz. Asla ümitsiz değiliz, çünkü yarınlar bizimdir. Merhum Necip Fazıl’ın dediği gibi: “Mehmedim sevinin başlar yüksekte / Ölsek de sevinin eve dönsekte / Sanma bu tekerlek kalır tümsekte / Yarın elbet bizim elbet bizimdir / Gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir.”
Ali ÖZKANLI
YazarEğitimciler olarak eğitim alanında yapılan en son gelişmelere göre kendimizi sorguluyor ve şu sorulara cevap buluyor muyuz? Eğitimci o...
Yazar: Ali ÖZKANLI
Müslüman her zaman nefsini hesaba çekendir. Özellikle Ramazan-ı Şerif nefis muhâsebesi yapmak için en uygun aydır. Bilindiği üzere on bir ayın sultanı bu ayda Peygamberimiz’e nâzil olmuştur. Yüce kita...
Yazar: Ali ÖZKANLI
Öğretmen, mesleğini ve öğrencilerini sevmeli, onları incitmemeli. Öğretmen, çevresine örnek olmalı.  ...
Yazar: Ali ÖZKANLI
Değerli eğitimciler ve sevgili anne-babalar. Geleceğimiz olan çocuklarımızın dünya ve âhiretini kurtarmak istiyorsak gelin elimizi taşın altına koyalım ve onları en güzel şekilde yetiştirelim.Güller u...
Yazar: Ali ÖZKANLI