MEVLÎDÜ’N-NEBÎ
şems-i sivâsî’nin darende h. hulûsî ateş şeyhzâdeoğlu özel kitaplığı’nda bulunan “mevlîdü’n-nebî” adlı eserinin yazma bir nüshası Şems-i Sivâsî (1007/1597), velûd bir İslâm âlimi ve Hakk’ı gönüllere nakşeden bir gönül eridir. Osmanlı’nın muhteşem yüzyılı olarak adlandırılan XVI. yüzyılda yaşayan bu gönül eri, eserleri, yetiştirdiği talebeleri, vaaz ve irşad faaliyetleriyle dönemine damga vurmuş müstesna isimlerden biridir. Tespit edilen yirmi beş civarında eseri, hilafet görevi verdiği yirminin üzerindeki halifesi, Sivas/Meydan Camii ve Sivas’taki Şems Dergâhı’nda gerçekleştirdiği vaaz ve irşad faaliyetleriyle döneminin tesirli simalarından biri olmuştur. O, sahn-ı seman medresesindeki müderrisliği, Şam ve çevresindeki ilmî gayretleri, Tokat ve Sivas’taki icraatları ve nihayet âhir ömründe katıldığı Eğri Kalesi’nin fethi ile Osmanlı idarecileri ve halkı üzerinde derin izler bırakmıştır.[1] Şems-i Sivâsî, aynı zamanda, dildeki başarısını eserlerine yansıtmış, şiirin gücü ve etkileyici yönünden istifade ederek fikirlerini geniş halk kitlelerine ulaştırmış bir şâirdir. O, birçok eserini manzûm kaleme alarak bu konudaki yetkinliğini gözler önüne sermiş bir âlimdir. Sivâsî’nin naklettiğine göre o, Peygamber Efendimiz’e hizmet olması düşüncesiyle, Anadolu’da yaygın bir şekilde okunan/okutulan, Süleyman Çelebî’nin (ö.825/1422) “Vesîletü’n-necât”ı gibi bir “Mevlîd” yazmayı planlamış[2], bu süreçte yaşadığı bazı olayları eserinde zikretmiş ve nihayet “Mevlidü’n-Nebî” adlı eserini kültürümüze bir armağan olarak bırakıp gerçek âleme göçmüş bir Peygamber âşığıdır. Sivâsî’nin bu eserini kaleme aldığı süreçle ilgili yeğeni, damadı ve kendisinden sonra Sivas’taki tekkede postnişin olan talebesi Receb-i Sivâsî, şunları nakletmiştir: “Bir gün mevlîd yazmak niyetiyle eline kâğıt ve kalem alan Sivâsî, Hz. Peygamber (s.a.v.)’den izin alıp almadığını soran bir sesle irkilmiş, bunun üzerine kâğıt ve kalem elinden düşmüş, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e salat ve selam getirmeye başlamış ve ağlamaya başlamıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ruhâniyetine teveccüh ettiğini söyleyen Sivâsî, bir anda kendisini mana âleminde bulduğunu söylemiş ve bu âlemde sahabe-i kirâmın birçoğunu müşahede ettiğini nakletmiştir. Sivâsî, Hz. Ali’yi görünce hüznünün gittiğini, onun kucağında görenleri kendisine hayran bırakan bir çocuk ile kendisine geldiğini, Hz. Ali’nin bu çocuğu Hz. Peygamber (s.a.v.)’in emriyle kendisine verilmesini söylediğini, İmâm-ı Ali’nin o çocuğun yüzüne bakarak Kur’ânî hakikatleri okumasını tavsiye ettiğini, bu istiğrak hâlinin ardından kendisine geldiğinde hikmet ve marifet nurları içerisinde kendisini bulduğunu ve bu manevî zevkle mevlîdini kaleme aldığını aktarmıştır. Sivâsî, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in zâhir ve bâtın doğumunun olduğunu, bâtın doğumunun süreklilik arz ettiğini, hâkim, âlim ve velîler vâsıtasıyla peygamberî nurun yeryüzünde var olmaya devam ettiğini, Allah dostlarının bu nurdan istifade ederek ilim, amel, zühd, cihâd ve daha başka türlü seyr ü sülûk adımlarını gerçekleştirdiklerini belirten Sivâsî, nûr-i Muhammedî’nin tesiriyle bu adımların atılabildiğini müşahede ettiğini söylemiştir.”[3] Sivâsî’nin Mevlîd’i, Süleymân Çelebî’nin Mevlîd’i ile bazı benzerlikler gösterse de iki Mevlîd arasında büyük ölçüde farklar söz konusudur. Süleyman Çelebî’nin Mevlîd’inde yer alan “Hicret, nasihat, Peygamber (s.a.v.)’in hastalığını beyan, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in emiri, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vefatı” gibi kısımlar Sivâsî’nin Mevlîd’inde bulunmamaktadır.[4] Sivâsî’nin bu eseri, Süleymân Çelebî’nin eserinden daha uzundur, vezin, tertib ve mana bütünlüğü açısından Çelebî’nin Mevlîd’inden büyük ölçüde farklıdır.[5] Sivâsî’nin Mevlîd’i daha çok orta Anadolu ve Doğu’da tanınmış ve mevlîdlerde okuna gelmiştir.[6] “Mevlîdü’n-Nebî” adlı bu eser, arûz vezninin remel bahsinde “Fâilâtün/ Fâilâtün/Fâilün” kalıbında yazılmıştır. Eser, bin iki yüz on yedi beyittir.[7] Sivâsî, eserin te’lîf tarihine ilişkin şu beyitlerde bilgi vermiştir: “Cümle karnı seyr idüp nûr-i Nebî/ Geldi zâ târihi hem seksen yedi.”[8] “Nûh sad u heştâd u heştî târîhin/ Gurresinde hem rebîu’l-evvelîn.”[9] İlk beyitte esere 987/1579 başlandığı, ikinci beyitte ise 988/1580 yılında tamamlandığı ifade edilmiştir.[10]
Fatih ÇINAR
YazarTasavvuf, kulu hakîkî kulluk makamına eriştiren, ahlâkî erdemler ve güzel huylarla bezendiren bir gönül mektebidir. Tasavvuf, böylece kulu Hakk ile buluşturma, varlık ve Allah çizgisinde varlıkta birl...
Yazar: Musa TEKTAŞ
-Divân’ı Bağlamında Bir Bakış- Ahmed-i Sarbân, Bayrâmiyye Melâmîlerinin Hayrabolu’da faaliyet gösteren önemli bir ismidir.[1] Hayatı ve ailesi hakkında detaylı bilgi bulunmayan Ahmed-i Sarbân’ın Ha...
Yazar: Fatih ÇINAR
Yakın tarihimizin en acılı olaylardan biri, şüphesiz 15 Temmuz 2016’da ülkemizin birlik ve beraberliğine, ekonomik ve tarihi seyrine vurulmak istenen darbe girişimidir. Bu girişimin perde arkasında mi...
Yazar: Fatih ÇINAR
1987 yılında Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatları Tezhip Bölümünden mezun oldu. 1989 yılında aynı bölümde yüksek lisansını tamamladı. 1991-92 yılları arasınd...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ