Mehmed Emîn-i Tokâdî ve Manevî Yolculuğun Kilometre Taşları
Mehmed Emîn-i Tokâdî, 17. yüzyılın ikinci yarısı ile 18. yüzyılın ilk yarısının önde gelen isimlerindendir. Bir Nakşbendî şeyhi olan Tokâdî aynı zamanda seyyah sûfîlerdendir. Bu çalışmada, velûd bir müellif olan Tokâdî’nin seyr ü sülûk sürecinde kişinin Hakk’a vuslatı için öngördüğü bazı başlıklara dair görüşleri üzerinde durulacaktır.
Mehmed Emîn-i Tokâdî’nin Hayatı ve Eserleri
Mehmed Emîn Efendi, 1075/1664 yılında Tokat’ta dünyaya gelmiştir.[1] Emîn Efendi’nin tam adı “Mehmed Emîn b. Dervîş Hasan b. Ömer en-Nakkâş el-âmidî et-Tokâdî”dir.[2] “Cemâleddîn” lakabı ile bilinen Mehmed Emîn Efendi’nin künyesi “Ebû Mansûr” ve “Ebü’l-Emâne”dir.[3] Emîn Efendi, şiirlerinde “Emîn” ve “Ârif” mahlasını kullanmıştır.[4]
Emîn Efendi’nin babası Hasan Efendi’dir. Hasan Efendi, Diyarbakır doğumludur ve terzilik yaparak geçimini sağlayan birisidir.[5] Seyyid Mahmûd-i Urmevî Âmidî’nin (ö.1049/1639) müridi olması hasebiyle “Dervîş Hasan” olarak şöhret bulmuştur. Hasan Efendi, IV. Murad’ın emriyle Tokat’a yerleşmiştir. Emîn Efendi’nin annesinin adı ise Emine Hanım’dır.[6]
Yirmi dört yaşına kadar Tokat’ta yaşayan Emîn Efendi, 1100/1688’de İstanbul’a göçmüş ve ömrünün büyük kısmını burada geçirmiştir.[7] Önceleri Zeyrek civarında bulunan Piri Paşa’da kalan Emîn Efendi, burada Şeyhülislâm Mirza-zâde Muhammed Efendi’den (ö.1156/1743) dersler almıştır.
Emîn Efendi, aynı süreçte Yedikuleli Abdullah Efendi’den (ö.1144/1731) de hüsn-i hat dersleri almıştır.[8] Mehmed Emîn Efendi, ilim sahasındaki gayretleriyle kısa sürede birçok ismin dikkatini çekmiştir. Emîn Efendi, Kesedâr Ali Efendi’nin oğluna ders vermeye başlamış ve Reisülküttâp kalemi kâtipliği görevine getirilmiştir.[9]
1114/1702’de Edirne’de görevlendirilen Kesedâr Ali Efendi, oğluna ders veren Mehmed Emîn Efendi’yi de Edirne’ye götürmüştür. Emîn Efendi, burada musiki üstatları Hâfız Post (ö.1105/1694), Itrî Çelebî (ö.1124/), Küçük Müezzin Muhammed (ö.1130/1717) ve Yahya Nazım Çelebi (ö.1140/1727) gibi zatlardan musiki dersleri almıştır.[10]
Tokâdî, bir müddet sonra Edirne’de bulunan Kadirîler Dergâhı şeyhi Kasap-zâde Mehmed Efendi’nin (ö.1171/1705) de teşvikleriyle hac farizasını yerine getirmek üzere Mekke’ye doğru yola çıkmıştır.[11] Emîn Efendi, hac görevinin ardından Anadolu’ya dönmemiş, 1117/1705 yılına kadar yaklaşık üç yıl Mekke’de ikâmet etmiştir.
Burada Ebu’l-Berekât Yekdest Ahmed-i Cüryânî (ö.1119/1707) ile buluşan Emîn Efendi, onun mânevî tesir halkasına dâhil olmuş ve seyr ü sülûkünü tamamlayarak, şeyhinin talimatı üzerine İstanbul’a doğru yola çıkmıştır.[12] Dönüş yolunda Emîn Efendi, üç ay kadar Kahire’de kalmış ve bu zaman zarfında birçok Ezher uleması ile görüşme fırsatı bulmuştur.[13]
Özellikle Kımıl Muhammed Efendi’nin (ö.?) sohbetlerine katılma imkânı bulan Mehmed Emîn Efendi, İstanbul’a ulaşmış ve bu defa İstanbul’da beş yıl süren bir ikâmet süreci yaşamıştır. Emîn Efendi, İstanbul’da Kadiriyye, Şaziliyye ve Şuttâriyye tarîkatlarında da kendisini yetiştirmiş, Şehzâde ve Sultan Mahmûd Camilerinde ilim talebelerine İslâmî ilimlere dâir dersler vermiştir. Tokâdî, burada, İsa Mahvî (ö.1127/1715) ve Seyyid Nûreddin Sünbûlî (ö.1160/1747) gibi önemli isimlerle yakın dostluklar kurmuştur.[14]
1122/1710’da Kımıl Muhammed Bey’in Habeş’te, ardından Kudüs’teki görevleri nedeniyle onun kâtipliği görevini deruhte etmek için Habeş ve Kudüs’e gitmiştir. Ardından Kımıl Muhammed Bey’in Mekke suyollarını tamir ve bakım işiyle görevlendirilmesi üzerine onunla birlikte Mekke’ye gitmiştir. Daha önce şeyhi Yekdest Ahmed Efendi’nin tavsiye ettiği şekilde Medine’de Abdürrahim-i Buhârî’yi (ö.?) bulmuş ve ondan şahitler huzurunda Nakşbendî Müceddidî icâzetini Mescid-i Nebevî’de almıştır.[15]
Kımıl Muhammed Efendi’nin İstanbul’a çağırılması üzerine onunla birlikte İstanbul’a dönen Emîn Efendi, kendisine verilen Rûznamçe-i Evvel görevini üç yıl kadar devam ettirmiş, 1132/1720’de Kımıl Muhammed Efendi’nin vefatı üzerine onun evine yakın bir ev kiralayıp orada ikamet etmiştir.
Bu süreçte evlenen Tokâdî, ilmî faaliyetlerini de sürdürmüştür.[16] Müstakîm-zâde Süleyman Efendi (ö.1202/1787) ve Seyyid Yahya (ö.1198/1784) gibi halifeler yetiştiren Tokâdî, kendisine teklif edilen Ortakçılar ve Eyüp’te bulunan bazı tekkelerde şeyhlik görevlerini kabul etmemiştir.[17]
Şeyhülislâm Mustafa Efendi, Mehmed Emîn Efendi’ye bir müddet sonra Yekdest Ahmed Efendi’nin halifesi Tatar Ahmed Efendi’nin (ö.1156/1743) vefatı ile boşalan Emîr Buhârî Tekkesi’nin şeyhliğini teklif etmiştir. Emîn Efendi, bu teklifi kabul etmiş ve vefatına kadar bu tekkedeki görevini sürdürmüştür.
Tokâdî, hankâhda oturmamak şartıyla kabul ettiği şeyhlik vazifesini, tekkenin bazı kısımlarını gösterişe sebep oluyor gerekçesiyle yıktırarak sürdürmüştür. Emîn Efendi, mürîdlerine yaptığı itidal çağrıları, dünyaya tamah etmemeleri yönündeki telkinleri ve gösterişten sakınmalarına dair vurguları tekkede yeni bir sürecin başlamasına sebep olmuştur.[18]
Tokâdî, 1158/1745 yılında göğsünde çıkan bir çıban dolayısıyla rahatsızlanmış, kısa bir hastalık sürecinin ardından 15 Şaban 1158/12 Eylül 1745 günü, bir Berat Gecesi vefat etmiştir. Cenazesi İstanbul Fatih Camii’nde Sultan Bâyezîd Camii Vaizi Abdülhalîm Efendi tarafından kıldırılan namazın ardından İstanbul Zeyrek’teki Piri Paşa Camii önündeki kabristana defnedilmiştir.[19]
Velûd bir müellif olan Tokâdî’nin eserlerinin sayısı konusunda kaynaklarda farklı bilgiler yer almaktadır. Onun, altı, on, on üç ve yirmi beş eseri olduğuna dair tespitler yapılmıştır.[20] Tokâdî’nin hayatı ve eserleri üzerinde bir doktora çalışması yapan Halil İbrahim Şimşek, Emîn Efendi’nin on beş telif, dört de terceme eserinin olduğunu söylemiştir.[21] Mehmed Emîn Efendi’nin eserlerini şu şekilde gösterebiliriz:
“İrşâdü’s-Sâlikîn”, “Tuhfetü’t-Tullâb”[22], “Siyânet-i Dervîşân Der Bahs-i Deverân-ı Sofiyyân”, “Atvâru’l-İnsân”, “Şerh-i Kelimât-ı Hâcegân”, “Risâle fî hakkı sülûk”, “Telkînü Tevhîd-i Kalbî”, “Risâle-i Rûh”, “Şerh-i Beyt-i Mesnevî”, “Suâlât ve Cevâbât”, “Tevhîd-i Bârî-i Teâlâ”, “Te’vîl-i Ahâdîs-i Eşrât-ı Sâat”, “Vasiyet-nâme”, “Mesnevî li-Muharriri’l-Hakîr Der Na’t-ı Rasûl”, “Silsile-i Hâcegân”, “Gazel, Na’t, Münâcât, Rubâî, Tahmisler”, “Terceme-i Risâle-i Emânetullâh” ve “Tezkire ve Mektup”.[23]
Mehme Emîn-i Tokâdî’ye Göre Manevî Yolculuğun (Bazı) Kilometre Taşları
Mehmed Emîn Efendi, çalışmalarında genel olarak Nakşbendî Tarîkatı’nın esaslarını dile getirmiştir. Bununla birlikte o, vahdet-i vücûd, sûfîlerin deverânı ve mûsikî ile ilgili konulara da değinmiştir. Bu, Tokâdî’nin düşünce dünyasının geniş perspektifli yapısını göstermesi bakımından önemlidir.
Her şeyden önce Emîn-i Tokâdî, tâlibin tarîkat yoluna, silsilesi Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ulaşan ve daha önce nefsin hile ve tuzaklarına karşı bir eğitim ve öğretim sürecini yaşayarak icazet almış bir mürşid-i kâmilin kılavuzluğunda bende olmasını zorunlu görmüştür.[24]
O, tâlibe, samimi bir tevbe ile tevbe etmesini, helâl rızık kazanmasını, davranışlarını helâl ve haram hassasiyetiyle şekillendirerek şeyhin sohbetine devam suretiyle manevî âlemlere yelken açması gerektiğini tembih etmiştir. Sohbetle elde edilen hassasiyeti, nefsiyle baş başa kalınca da sürdürmek anlamına gelen “nisbet” hâlinin tâlibte muhâsebe, ibadetlere düşkünlük ve zikir bilincini kazandıracağını belirten Tokâdî,[25] müşâhede, murâkabe ve diğer mânevî âlemlerin kapılarının ancak mürşid-i kâmilin yönlendirmesi ile açılabileceğine işaret etmiştir.[26]
Tokâdî Efendi, Hakk’ı yâd etme bilinci olarak zikir konusu üzerinde de durmuştur. O, çeşitli eserlerinde nefy ü isbât zikrini sâlike telkin etmiş, bu zikir şeklinin sâlike tesirinin arzulanan şekilde olabilmesi için riayet etmesi gereken hususlar olduğunu söylemiştir. Ona göre sâlik, Hakk’ı zikre huzurlu bir kalp ve tam bir konsantre hâli ile devam etmelidir.[27]
Zikir esnasında yanında bulunan kimseyi tanıyamayacak bir bilinç hali sâliki kaplamalıdır. Tokâdî’ye göre, zikre yoğunlaşan sâlik, nâfile ibadetlerden ziyade Hakk’ın zikri ile meşgul olmalı ve bu şekilde Hakk’ın nazarlarına muhatap olmalıdır.[28] Emîn Efendi, Nakşbendî Tarîkatı’nda “Celâle” ve “Nefy ü isbât” olmak üzere iki türlü zikir şekli olduğundan bahsetmiştir.[29]
Risâlelerinde zikirle kastettiği şeyin nefy ü isbât zikri olduğunu söyleyen Tokâdî, bu zikir türünü şu şekilde tarif etmiştir: “Taraf-ı nefyîdeki “Lâ ilâhe” derken cümle havâtırın nefyedib taraf-ı isbâttaki ‘İllallâh’ dediğinde ‘Ey Hudâ! Zikrinden maksudum ancak Sen’sin ve Sen’in rızâ-i şerifindir.’ demek manasını mülâhaza eyleye. ‘İlâhî ente maksûdî ve rıdâke matlûbî.’ bu makamda sahih olur.”[30]
Emîn Efendi’nin üzerinde durduğu konular arasında murâkabe ve teveccüh de yer almaktadır. Tokâdî, Allahu Teâlâ’nın her şeyi gördüğüne vâkıf olmak anlamındaki murâkabe ve tüm gayretini O’nun rızasına hasretme manasındaki teveccüh hassasiyetini elde edebilmek için salavât-ı şerîfelerin manevî tesirinden faydalanılması gerektiğine işaret etmiştir.
Ona göre sâlik, sağ eliyle alın, kaş, göz, yüz, göğüs ve boynu sığayıp kalbini rızâ-yı ilâhiye açarsa, vaktini bu uygulamaya ayırırsa ve gönül dünyasını tecellilere mazhar olma hissiyatına gayret gösterirse bunun birçok faydasını görecektir.[31] Emîn Efendi, çeşitli salavât-ı şerîfelerin bu duygularla terennümü neticesinde, sol göğsün altındaki dil-i lahmîye bu uygulamanın tesir edeceğini ve habs-i nefes yöntemiyle zikr-i tâmma ulaşacaktır.[32]
Tokâdî, habs-i nefese güç yetiremeyenlerin zikr-i tâmme ulaşabilmeleri için başvurabileceği bir diğer yöntemden daha bahsetmiştir. Verdiği bilgiye göre, sâlik habs-i nefes uygulamasını yapamazsa “tarîk-i murâkabe” olarak isimlendirdiği “teveccüh” yoluna tevessül etmelidir.
Bu uygulamada sâlik, dilini damağının üstüne sabitler ve “Allah” lafzını, her türlü benzerliklerden uzak olduğunu ve sonsuz güç sahibi olduğunu tefekkür ederek bütün gayretini Hakk’ın rızasına yöneltir ve bu şekilde kalbini mâsivadan temizlemiş olur.[33]
Emîn Efendi, sâlikin manevî dereceleri kat etmesinde üçüncü etkili yöntem olarak râbıta uygulamasını zikretmiştir. Tokâdî, râbıtanın Nakşbendî Tarîkatı’nın bir uygulaması olduğunu ve müşâhede makamına eren kimselerin râbıta ile en yakın yoldan Hakk’a vâsıl olabileceklerini söylemiştir.[34]
Râbıtada mürşid-i kâmilin yüzünü nur ile dolmuş bir şekilde hayal etmenin, kişiyi gafletten kurtaracağını ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’den sâlikin kendi şeyhine kadar gelen mürşid-i kâmillerin nurunun sâlikte tesir meydana getireceğini savunmuştur. Ona göre râbıta, mürşid-i kâmilin sohbetine devam etmek ve sohbetinde bulunduğu hali sohbetten ayrılıp nefsiyle baş başa kaldığı sürede de devam ettirmek gayretiyle kat be kat tesirli hale gelecektir.[35]
Netice-i Kelâm
Mehmed Emîn-i Tokâdî, ilmî ve mânevî şahsiyeti ile tarihimizde iz bırakan şahsiyetlerden biridir. Velûd bir yazar olan Tokâdî, seyrüsülûk ile ilgili birçok meseleyi daha anlaşılır ve birçok örnekle zihinlerde yer edecek şekilde kendine has bir üslup ile ele almıştır.
O, ruh, beden, adem, nâfile ibâdetler, uzlet, açlık, susmak, kıyâmet alâmetleri,[36] Nakşbendiyye yolunun esasları, seyrüsülûk meseleleri, nefsin mertebeleri, murâkabe, teveccüh, râbıta, muhâsebe, müşâhede, zikir ve türleri gibi birçok konuda görüş beyan etmiştir. Onun görüşleri, ehl-i sünnet çizgiyi muhafaza eden, Kitap ve Sünnet’e uygunluğu önceleyen bir yapıyı resmetmektedir. Emîn Efendi, dinin zâhirine uyulması noktasındaki hassasiyeti, sevenlerine her türlü aşırılıktan uzak durmaları yönündeki telkinleri ve eserlerinde zâhir ve bâtın dengesini göz önünde bulundurması gibi adımlarla dönemindeki birçok çevreden olumlu kabul görmüştür.
Tokâdî, aynı zamanda seyyah sûfîlerdendir. Tokat’ta dünyaya gelen ve yirmi dört yaşına kadar burada ikamet eden Mehmed Emîn Efendi, çeşitli vesilelerle Mekke, Medine, Kudüs, Edirne ve nihayet İstanbul gibi birçok ilim ve irfan merkezinde birçok âlim ve irfan ehlinden istifade etmiştir.
Birçok talebe yetiştiren Tokâdî, dile olan yatkınlığı ile de dikkat çeken bir isimdir. Tokâdî, zâhirî boyutta insanlara mesajlarını ulaştırabilmek adına Arapça ve Farsçayı iyi derecede öğrenmiş, bu dillerdeki hâkimiyeti birçok kimseyi kendisine hayran bırakmıştır.[37]
Tokâdî, tecvid,[38] mûsikî ve hüsn-i hat konusunda da son derece mâhir birisidir. Onun güzel sanatlara ilgisi, insanın iç güzelliğini dış âleme yansıtma gayretinden kaynaklanmıştır.
[1] Mehmed Emîn-i Tokâdî, Vasiyet-nâme (Çorum: Hasanpaşa, 772), 90a.
[2] Ahmed Hasîb-i Üsküdârî, Menâkıb-nâme-i Mehmed Emîn-i Tokâdî (İstanbul: Millet, Ali Emîrî-Şeriyye, 1103), 5a; Müstakim-zâde Süleyman Sadeddîn, Tuhfe-i Hattâtîn, thk. Mahmut Kemal İnal (İstanbul: 1928), 400.
[3] Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ-yı Ebrâr Şerh-i Esmâr-ı Esrâr (İstanbul: Süleymaniye, Yazma Bağışlar, 2306), 2/39; Ali Emîrî, Şeyh Emîn-i Tokâdî Hazretlerinin Terceme-i Hâli (İstanbul: 1950), 2.
[4] Üsküdârî, Menâkıb-nâme, vr.5a; Sadık Erdem, Râmiz ve Âdâb-ı Zurafâsı, Ankara 1994, s.24.
[5] M. Şefik Korkusuz, Tezkire-i Meşâyih-i Âmid: Diyarbakır Velîleri (İstanbul: 1997), 87-98.
[6] Sâlim Efendi, Tezkire-i Sâlim (İstanbul: İkdam Matbaası, 1315), 7.
[7] Üsküdârî, Menâkıb-nâme, 5a; Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, 2/34; Mehmet Akkuş, “Mehmed Emîn-i Tokâdî’nin Hayatı ve Eserleri”, Türk Tarihinde ve Türk Kültüründe Tokat Sempozyumu, haz. Süleyman Hayri Bolay vd., (Ankara: Tokat Valiliği Şeyhülislâm İbn Kemal Araştırma Merkezi, 1987), 522.
[8] Üsküdârî, Menâkıb-nâme, 5a; Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, 2/35.
[9] Üsküdârî, Menânkıb-nâme, 5b; Emîrî, Tezkire, 1/99; Mehmet Akkuş, “Tokâdî ve Menâkıb-nâmesi”, İlim ve Sanat Dergisi 11, (1987), 2/81; Kasım Kufralı, Nakşibendîliğin Kuruluş ve Yayılışı (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü, Doktora Tezi), 172.
[10] Üsküdârî, Menânkıb-nâme, 5b; Emîrî, Tezkire, 1/100; Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, 2/35.
[11] Emîrî, Tezkire, 1/100.
[12] Üsküdârî, Menânkıb-nâme, 6b; Emîrî, Tezkire, 1/100; Emîrî, Şeyh Emîn-i Tokâdî, 4.
[13] Üsküdârî, Menâkıb-nâme, 8b-9a.
[14] Üsküdârî, Menânkıb-nâme, 9a; Emîrî, Tezkire, 1/101.
[15] Emîrî, Tezkire, 1/101; Akkuş, “Tokâdî’nin Hayatı ve Eserleri”, 524.
[16] Üsküdârî, Menânkıb-nâme, 12a; Emîrî, Tezkire, 1/102.
[17] Akkuş, “Tokâdî’nin Hayatı ve Eserleri”, 525.
[18] Üsküdârî, Menânkıb-nâme, 26b-27a; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi (İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1281), 1/46; Ramazan Muslu, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (18. Yüzyıl) (İstanbul: İnsan Yayınları, 2003), 30-31.
[19] Üsküdârî, Menânkıb-nâme, 17a; İsmail Paşa el-Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifîn esmâu’l-müellifîn ve âsâru’l-musannifîn (Beyrut: Dâru’l-fikr, 1990), 2/326; Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri (İstanbul: Bizim Büro Yayınları, 1333), 1/89; Halis Turgut Cinlioğlu, Tokat Vilayeti Meşhurları (Samsun: Aksiseda Matbaası, 1990), 33.
[20] Tahir, Osmanlı Müellifleri, 1/36; Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, 2/41; el-Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifîn, 2/326; Akkuş, “Tokâdî’nin Hayatı ve Eserleri”, 528-529.
[21] H. İbrahim Şimşek, Mehmed Emîn-i Tokâdî, Hayatı ve Eserleri (İstanbul: İnsan Yayınları, 2005), 35.
[22] H. İbrahim Şimşek tarafından bu eserin karşılaştırmalı neşri yapılmıştır. H. İbrahim Şimşek, “Mehmed Emîn Tokadî’nin Tuhfetü’t-Tullâb Li Hidâyeti’l-Ahbâb Risalesinin Karşılaştırmalı Neşri”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, 8/18, (2007), 263-275.
[23] Şimşek, Mehmed Emîn-i Tokâdî, Hayatı ve Eserleri, 35-85.
[24] Mehmed Emîn-i Tokâdî, Risâle fî Hakkı Sülûk (İstanbul: Millet, Ali Emîrî-Şeriyye, 1018), 12b.
[25] Tokâdî, Risâle fî Hakkı Sülûk, 13a-13b.
[26] Tokâdî, İrşâdü’s-Sâlikîn, 34a.
[27] Tokâdî, İrşâdü’s-Sâlikîn, 34b.
[28] Mehmed Emîn-i Tokâdî, Tuhfetü’t-Tullâb (Çorum: Hasanpaşa, 772), 3a-3b.
[29] Tokâdî, Tuhfetü’t-Tullâb, 4b.
[30] Tokâdî, İrşâdü’s-Sâlikîn, 39b.
[31] Tokâdî, İrşâdü’s-Sâlikîn, 35a.
[32] Tokâdî, İrşâdü’s-Sâlikîn, 35b.
[33] Tokâdî, İrşâdü’s-Sâlikîn, 36a.
[34] Tokâdî, İrşâdü’s-Sâlikîn, 37a.
[35] Tokâdî, İrşâdü’s-Sâlikîn, 37b.
[36] Halil İbrahim Şimşek, “Kıyamet ve Alâmetlerinin Tasavvufî Tecrübe Açısından Yorumlanışı”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi 8/19, (2007), 123-142.
[37] Eğrikaplı Mehmed Râsim, Emîn Efendi’ye yakın ilgi duyan şâirlerden biridir. Yılmaz Öksüz, Eğrikapılı Mehmed Râsim ve Divançesi (İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2010), 78.
[38] Selahattin Öz, “İbnü’l-Cezerî’nin Mukaddime’sinin Mehmed Emin Tokâdî’ye Ait Manzum Tercümesi ve Değerlendirilmesi”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 14/27, (2015), 147-181.
Fatih ÇINAR
YazarDünyada mevcut olan kıtalar arasında bir kıyaslama yaptığımızda galiba en “mazlum kıta” olarak Afrika’yı kabul etmek gerekiyor. Bu siyah kıtanın mağduriyeti, mazlumluğu nereden geliyor peki? Niçin hep...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Ecdadımız Osmanlı, Afrika’nın kuzeyi ve doğusunda asırlarca hüküm sürmüştür. Osmanlı, Batılılar gibi kolonyalizmin negatif etkisiyle değil, Allah için cihana hizmet etme şuuruyla o topraklara güzellik...
Yazar: Kemal DEMİR
Bazı eserler vardır ki asırlar da geçse üzerinden, değerinden bir şey yitirmez. Yûsuf Has Hâcib’in neredeyse bin yıl önce kaleme aldığı Kutadgu Bilig de böyle ölümsüz eserlerden biridir. Bu yazımızda ...
Yazar: Mahmut KAPLAN
Gülşeniyye Tarikatı’nın Hâletî kolu şeyhlerinden olan Mahvî (ö.1150/1737), XVIII. yüzyılda Hayrabolu’da faaliyet yürüten, dilindeki zenginlik, edebî zevki ve içeriği ile dikkat çeken Dîvânçe’si ile ta...
Yazar: Fatih ÇINAR