Lavanta Koşusu
Lavantaların arasında nefessiz kalırcasına koşuyordu Akif. Böyle bir özgürlüğü daha önce hiç yaşamamıştı. Arkasına baktı, dostları geliyordu ardı sıra…. Şehrin gri renginden, puslu kokusundan ve uyumsuz notalarından bıkmıştı Akif. Ruhunun şarkısını dinlemeliydi, huzuru hissetmeliydi. Çocuk olmak demek rengarenk olmak, notaların ahenkli dansına katılmaktı çünkü. Kokusu, tadı yoktu bu şehrin. Bir şarkısı yoktu. Çocuk ruhu buraya ait değildi. Ailesi Akif’in bu mutsuzluğunun farkındaydı. Zira kendileri de farklı durumda sayılmazlardı. Fakat şehir hayatından bunalarak, kaçıp gitmek istediklerinde “nasıl geçinir, hayatımızı nasıl devam ettiririz” gibi sorulara verilecek yanıtları yetersiz kaldığından hiçbir yere gitmeye cesaret edemiyorlardı. Ruhları (Akif gibi) uzaklara yol alsa da, akılları “yalnızca yaşamak” için bu kentten gidemeyeceklerini haykırıyordu sinsice. Ta ki, tatile gitmeye, ufak bir mola vermeye karar verdikleri o gün, yaptıkları internet aramalarında gördükleri o sevimli köyü görene dek. Daha yola çıktıkları ilk anda gidecekleri yerin güzelliğine kaptırıvermişlerdi kendilerini. O mis kokulu uçsuz bucaksız tarlaları, birçoğu iki katlı, sade ama pencerelerinden mutluluk taşan ahşap evleri, sokaklarda özgürce koşuşan köpekleri, kedileri, tavukları, ördekleri, sakin ve huzur dolu olduğu fotoğraflardan bile apaçık ortada olan o güzel köyü. Akif, nelerle karşılaşacağını tam olarak hayal edemiyordu. Bu onun ilk köy tecrübesi olacaktı. Arabanın içinde elini kolunu nereye koyacağını şaşırarak, sürekli “ne kadar yolumuz kaldı, daha çok var mı, hala gelmedik mi?” gibi sorularla anne ve babasına yol boyunca ter döktürdü. Hedefe varıldığında herkes çok yorgundu. Arabadan iner inmez o tertemiz havayı ciğerlerine doldurdular “olur a bir daha böyle temiz hava bulamazsak “der gibicesine. Kalacakları ev köydeki ailelerden birinin, dışarıdan gelen misafirler ve turistler için tahsis ettiği özel bir konuttu. Köydeki diğer ahşap evlerden daha bakımlı olması dışında pek farkı yoktu. Pencerelerinden sarkan rengarenk sakız sardunyalarla, evin önündeki mis kokulu arap yasemini mükemmel bir uyum içinde birbirleriyle komşuluk ediyorlardı. Akif daha ilk bakışta evin uyumuna vurulmuştu. Herşeyiyle yaşamayı hayal ettiği yerdi burası. İçinden önce Rabb’ine sonra anne ve babasına teşekkür etti. Köyün emektar köpeği Karakulak, Akif’i görür görmez koklamaya başladı. (Dost mu düşman mı olduğunu ancak böyle anlayabilirdi.) Akif’in kokusu hoşuna gidince de hemen peşine takıldı. Tek kulağı, tüm vücudundaki sarı- beyaz tüylerin aksine kapkaraydı. Akif o kapkara kulağı okşamış ve “sen benim bundan sonra en iyi dostumsun” demişti usulca tüylü dostuna. Bu sırada al yanaklı, kara gözlü, güleç yüzlü bir çocuk Akif’e yaklaştı. Çocuğun yaklaşmasıyla Karakulak’ın, çocuğun kucağına atlaması bir oldu. Belli ki köpeğin sahibi gelmişti. Akif bir anlığına üzüntüye kapıldı. Fakat karşısında, kendisine dost gözlerle bakan bir akranı vardı. “Hoşgeldin köyümüze. Nasıl, beğendin mi buraları? Nereden geldin? Buralar geldiğin yerlere pek benzemez sanıyorum…” diye cümlelerini arka arkaya sıralamaya başladı çocuk. Sonra gözlerini devirip mahcup bir ifadeyle “Tüh! Önce kendimi tanıtmalıydım değil mi? Benim adım Taha. Ailemle ve köpeğim Karakulakla bu köyde yaşıyorum, kendimi bildim bileli” deyip muzip bir gülücük attı Akif’e. “Senin gibi, buraya ilk defa gelen insanlara da rehberlik yapıyorum.” Diye ekledi ardından. Gözlerini, Akif’in deniz rengi gözlerine dikmişti. Büyükşehirde ilk defa gördüğü insanlarla böylesine samimi ve sıcak bir sohbete alışık olmayan Akif, bir an afalladı. “Şey, ben Akif, memnun oldum.” Diyebildi yalnızca. Taha’nın sıcacık gülümsemesi sarıp sarmalamıştı Akif’i. Karakulak’ın kulağına fısıldadığı cümleyi yineledi içinden Akif. Günler günleri kovalayacak, iki dost ve sadık köpekleri hayatlarının en güzel anılarını bu köyde biriktireceklerdi. Lavanta tarlalarında nefessiz kalırcasına koşacaklardı, böyle bir özgürlüğü daha önce hiç yaşamamışcasına.
Seda BAYRAK DURGUT
YazarSevgili çocuk dostlarım; Bugün Ömer’in doğum günü. Sabah kahvaltıdan sonra Hafize Teyze’yle birlikte yetimhanenin yolunu tuttuk. Yurttaki çocuklar bizi görünce çok sevindiler. Biz de bu çocukları h...
Yazar: Raziye SAĞLAM
“Dalgalandı birden suskun deniz...” diye havalı bir giriş cümlesi sanırım iyi olur yeni yazım için...“Az önce kocaman bir yük gemisi geçti, fark etmedin mi?” dedi yanıma konan beyaz tüylü kırmızı gözl...
Yazar: Seda BAYRAK DURGUT
Kendimizi tanımak en büyük erdemdir. Peki, kendimizi nasıl tanıyacağız? Varlığımızı oluşturan parçalar bir araya getirildiğinde insan denilen o mükemmel varlıkla karşılaşmaktayız. İnsan, vücut orga...
Yazar: Ali BÜYÜKÇAPAR
Koluna baktı çocuk. Saati kaçırmamalıydı. Babasına döndü. Babası da sürekli saatini kontrol ediyordu. O gün yaşananları unutmamışlardı. Aradan yıllar geçmişti. Hayat devam etmişti. Hayat hep dev...
Yazar: Seda BAYRAK DURGUT