Kıtlığın ve Bereketsizliğin Mânevî Sebepleri
Tâbiînin büyüklerinden Hasan-ı Basrî (v. 110/728) Hazretleri’nin Basra Camii’nde bir ilim halkası vardı. Öğrencilerine ders okutuyordu. Zaman zaman halktan kişiler gelir kendilerine fetvâ sorarlardı.
Rivâyetlere göre dışarıdan ilim meclisine bir kişi gelir ve memleketindeki kuraklıktan bahseder ve kendisinden duâ etmesini talep eder. Bunun üzerine Hasan-ı Basrî bu adama, “Allah’tan bağışlanma dile.” der ve onu gönderir.
Aynı gün bir başkası gelir, fakir olduğunu, kendisini Yüce Allah’ın fakirlikten kurtarıp zengin kılması için duâ etmesini ister. Ona da, “Allah’tan bağışlanma dile.” der.
Bir başkası gelir; “Yâ İmam, Allah’a duâ et de bana bir oğul ihsan etsin.” der. Hasan-ı Basrî ona da, “Allah’tan bağışlanma dile.” der.
Gelen bir başka kişi de bahçesindeki kuraklıktan şikâyet eder. Aynı şekilde bu Müslümana da, “Allah’tan bağışlanma dile.” der ve onu da gönderir.
Bu olaylara şâhit olan öğrencisi, “Hocam, herkes size derdini açtı, sizler de hepsine, “Allah’tan bağışlanma dile.” diye aynı cevabı verdiniz. Bunun hikmeti nedir?” diye sorar. O da, “Evlâdım, ben kendiliğimden bir şey söylemedim.” deyip bu hususta aşağıdaki şu âyetleri okur:
“Dedim ki; ‘Rabb’inizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki,) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin. Mallarınızı ve evlatlarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın.”[1]
Bu âyetlerde görüldüğü gibi, Yüce Rabb’imiz, kuraklıktan kurtulmayı, mal ve evlatları çoğaltmayı, bağ ve bahçelerin kurumaması için yağmurun yağmasını istiğfârda bulunmaya bağlamıştır. Kulun işlediği günahlar ise, ancak istiğfâr ve tevbe ile bağışlanabilir. Bu hakikat de kıtlığın ve bereketsizliğin kaynağının mânevî sebepleri arasında mâsiyetlerin ve her türlü işlenen günahların olduğunu göstermektedir.
Kur’ân-ı Kerim’de, Allah’a iman ve itâatin bolluk, bereket, huzur ve refaha vesile olacağı[2], imansızlık ve itâatsizliğin ise, bereketi ortadan kaldırıp sıkıntı ve felâketlere sebep olacağı[3] yer yer hatırlatır. Bu sebeple mü’minlerden mütemâdiyen Yüce Allah’tan bağışlanma dilemeleri istenir.
Sözlükte, “örtmek, örtbas etmek” anlamına gelen istiğfâr, hata ve günahların Allah tarafında af ve mağfiret edilmesini istemek demektir. Aynı kökten gelen “gufrân” ve “mağfiret” kelimeleri, Allah’ın, kulun hata ve günahlarını örtmesi, ona azap etmemesi, günahlarını bağışlaması anlamına gelir. el-Ğaffâr ile aynı kökten gelen “istiğfâr” söz ve fiil ile günahların bağışlanmasını Allah’tan talep etmektir.
Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de, “Rabb’inizden bağışlama dileyin; çünkü o çok bağışlayıcıdır.”[4] buyrulur. Dikkat edilirse, burada, bağışlama emri, sadece dille istenmiyor; hem dil ve hem de fiille birlikte isteniyor. Bir Müslüman hem diliyle Allah’tan bağışlanma dilemeli ve hem de işlediği günahlardan vazgeçmek sûretiyle bu istiğfârı fiiliyâta geçirmelidir.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’dan gelen rivâyetlerde istiğfârın gerekliliğine dair birçok uyarı ve haber vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
“Günahından dolayı tevbe eden, hiç günah işlememiş gibi olur.”[5]
“Demirin pası gibi, kalbin de pası vardır. Kalb pasının parlatılması, istiğfâr iledir.”[6]
Dinimizde istiğfâr da ibâdetin bir parçasıdır. Bu açıdan hem Kur’ân’da ve hem de Hz. Peygamber (s.a.v.)’den gelen rivâyetlerde istiğfâr üzerinde ısrarla durulmaktadır. Günahlardan bağışlanma isteği, Rabb’imize olan imanımızı yeniden tazeleme olup, imanın korunmasının bir parçasını oluşturur.
Bu sebeple özellikle tasavvufî ahlakta kalbî hayatın eğitiminde istiğfâra yer verilir. İstiğfâr, sâliklerin vuslâta ermeleri için uğradıkları menzillerden ilk menzildir. Tâliplerin makamlarından birinci makamdır. Çünkü evrâd ve ezkâra başlamadan gönül kabının her türlü günah tortusundan temizlenmesi gerekir. Bu da ancak istiğfârla olur. Bir nevi istiğfâr, mânevî iklimin kapısı mesâbesindedir. Arınan ve saflaşan yüreklerde zikir, insanın yücelmesine ve coşkun bir gönle sahip olmasına büyük fayda sağlar.
İstiğfârda bulunmanın iki meyvesi vardır;
Bunlardan birisi, kulun kalbini, Allah’a karşı isyan etme düşünce ve vesvesesinden korur.
İkincisi, kulun kalbinde kuvvetli bir ümit duygusunun yerleşmesine zemin hazırlar. Allah’ın rahmetinden ümit kesme düşüncesi yok olur. Bu sebeple mü’min insan, dâimâ Rabb’inden bağışlanma talebinde bulunur. Bir Müslümanın bağışlanma duâsı dâimâ şu olmalıdır:
“Ey Rabb’imiz! Kıyâmet gününde beni, anamı-babamı ve bütün mü’minleri bağışla!...”[7]
Bu âyet aynı zamanda vefât edenlerin ardından duâ etmenin ve günahlarının bağışlanması için istiğfârda bulunmanın ölen kimseye fayda vereceğine de delildir. İslam inancında duâ ve istiğfâr, kişinin günahlarından arınmasına ve âhiretteki derecesinin yükselmesine bir vesiledir.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’den gelen bir rivâyette, “Demirin pası gibi, kalbin de pası vardır. Kalp pasının parlatılması, istiğfâr iledir.”[8] buyrulur. İstiğfâr ile günahtan vazgeçme anlamına gelen tevbe arasında farklar vardır. Kişi ancak kendi günahından dolayı tevbe edebilirken, başkalarının günahlarından dolayı da istiğfâr edebilir.
Hz. İbrâhim (a.s)’ın duâsında olduğu gibi başkasının affını Allah’tan dileyebilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) cenazeyi defnetme işi bitince ashâbına, “Kardeşiniz için istiğfâr ediniz (Allah’tan affını dileyiniz) ve ona sorulan sorulara kolayca cevap vermesini isteyiniz. Çünkü o şu anda sorguya çekilmektedir.”[9] şeklinde tavsiyelerde bulunmuştur.
Çünkü sadaka gibi duâ ve istiğfâr ölen kimseye fayda verir. Bir rivâyette Hz. Peygamber (s.a.v.), kulların hata ve kusurlarının Allah tarafından örtülüp bağışlanmasını şöyle anlatır: “Şüphesiz Allah, âhiret gününde mü’min kulunu kimsenin göremeyeceği biçimde kendisine yaklaştırır ve ‘Şu günahını biliyor musun, bu günahını biliyor musun?’ diye sorar. O da ‘Evet biliyorum ey Rabb’im!’ diyerek bunları kabul eder ve artık helâk olduğunu düşünmeye başlar. Bunun üzerine Allahu Teâlâ ‘Ben onları dünyada gizlediğim gibi bugün de bağışlıyorum.’ der ve bu mü’mine sadece sevap defteri verilir.”[10]
Aşağıda yer alan şu âyetlerde ise Yüce Allah’tan, başkalarının günahlarının da bağışlaması için duâ ve istiğfârda bulunmanın câiz olduğu ifade edilir:
“Rabb’im! Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zâlimlerin de ancak helâkini arttır.”[11] “Rabb’imiz! Hesap kurulacağı gün beni, anamı, babamı ve mü’minleri bağışla!”[12] Bu duâlardan birisi Hz. Nuh (a.s)’a ait, diğeri de Hz. İbrahim (a.s)’a aittir.
Her iki peygamber, hem ümmetleri, hem de anne-babaları ve hem de kıyâmet sabahına kadar gelecek olan bütün mü’minlerin günahlarının bağışlanması için duâ etmişlerdir. İstiğfâr, günahlardan dolayı Yüce Allah’tan hem kendimizin ve hem de başaklarının günahlarının bağışlanma isteğinde bulunmak için yapılır.
Sonuç olarak, günah, Yüce Allah’ın yasakladığı eylemleri yapmaktır. Bu eylemlerle insan, Yüce Allah’a itâatsizlikte bulunur. Bunun neticesinde de bereketten mahrûm edilir. Bereket ve bolluğun devamı, iman ve amel eylemini birlikte yerine getirmek, günahlar konusunda hassasiyet ve duyarlılık göstermek gerekir.
Hatta duâlarımızın kabul şartları arasında Allah’tan bağışlanma talebinde bulunmak vardır. Meselâ, kuraklıktan kurtulmak ve rahmete kavuşmak için yapılan yağmur duâsından önce, istiğfârda bulunulur. Tertemiz bir sicil ve tertemiz bir gönülle Yüce Allah’a yakarılır.
Bir de istiğfâr ameli, kişinin salt kendisi için yerine getirdiği bir amel değil, başkaları için de yapılan bir ameldir. Bundan dolayı bizler her zaman istiğfârda bulunmayı umûmî mânâda bütün mü’minlere şâmil kılarız. Çünkü Yüce Rabb’imiz böyle istemektedir: “Ey Rabb’imiz! Bizi ve bizden önce imanla geçip giden kardeşlerimizi bağışla. İman edenlere karşı gönlümüzde bir kin bırakma.”[13] Dolayısıyla Müslüman sadece kendisi için yaşamaz, başkaları için de yaşar.
[1] 71/Nûh, 10-12.
[2] Bk. 5/Mâide, 66; 7/A‘râf, 96; 11/Hûd, 3, 52
[3] 20/Tâhâ, 124.
[4] 71/Nûh, 10.
[5] İbn Mâce, Sünen, 30.
[6] El-Muttakî el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, I, 1979, 4296.
[7] 9/Tevbe, 114.
[8] El-Muttakî el-Hindî, a.g.e., I, 4296.
[9] Ebû Dâvûd, Cenâiz 73.
[10] Buhârî, Mezâlim, 2; Edeb, 60; Müslim, Tevbe, 52.
[11] 71/Nûh, 28.
[12] 14/İbrâhim, 41.
[13] 59/Haşr, 10.
Ramazan ALTINTAŞ
Yazarİslâm’ın temel inançlarından birisi kazâ ve kadere imân etmektir. Kader, Yüce Allah’ın ezelden ebede kadar olacak olan olayların, zamanını, mekânını ve niteliklerini bilmesidir. Yüce Allah’ın bi...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Kahvenin ilk çıktığı yer, kaynak olarak Habeşistan Ülkesi kabul edilmektedir. Ancak tanınması, benimsenip kök saldığı coğrafyanın da Yemen toprakları olduğu hâkim görüştür.Osmanlı Devleti de dâhil İsl...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Gazze’de olup bitenler Gazze ile İsrail’in bir savaşı değil. Eğer öyle olsaydı, İsrail çoktan havlu atmış olacaktı. Bugün dünya Gazze ile savaşıyor. Siyonist İsrail’in arkasında ABD, İngiltere, Fransa...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Anayurdum umurum, şah damarım sürûrumYüreğimi titreten, kara sevdam gurûrumGül kokulum nazenin, gül muştulum göz nûrumTarihlerde yankılı, destan destan onurumAlın terim emeğim, memleketim şerefimSana ...
Şair: Celalettin KURT