İslâm Medeniyeti ve Batı Medeniyeti
Medeniyet; bir milletin ya da milletlerin, kendi bilgi ve kültürleri yanında diğer milletlerin bilgi ve kültürlerinden de istifade ederek, bilgi ve düşüncede, hayatın her alanında, sanat, edebiyat, zanaat ve teknolojide ileri bir seviyeye gelmesidir. Medeniyet, evrensel bir değerdir.
Hicret öncesinde Medine’nin adı Yesrip idi. Yesrip, İslâm dini sayesinde medeniyetin beşiği hâline geldiği için el-Medinetü’l-Münevvere/Nurlanmış şehir olarak adlandırılmıştır.
Orta Çağ, Avrupa için karanlık bir çağdır; Doğu ve İslâm toplumları için ise medenî bir çağdır. 8, 9 ve 10. yüzyılda Arap Yarımadası’nda, Kuzey Afrika’da, Endülüs’te, İran’da yaşayan bir medeniyet vardı ve bu medeniyet, Bin bir Gece Masalları ile Batılıların da hayallerini süslüyordu. 11. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar 150 yıldan fazla süren ve 10’dan fazla tekrarlanan Haçlı Seferleri de Doğu’nun medeniyetini ele geçirerek Batı’ya taşımak amacı ile yapılmıştı.
İslâm medeniyetinin özünde, insana hizmet etme, hak ve adaleti her yerde uygulama, en güzeli bulma ve en güzel olma gayreti vardır. Doğu medeniyetinin merkezinde “halife insan” vardır. Batı medeniyetinin hedefinde ise, daha çok mala, servete ve mülke sahip olarak en güçlü olma gayreti vardır. Batı medeniyetinin merkezinde mal vardır. İnsan ise üreten bir araç konumundadır.
İslâm medeniyeti, Allah ile insanın, insan ile insanın arasını en iyi hâle getirmeye çalışır. Batı medeniyeti ise insan ile eşya arasında güçlü bir bağımlılık oluşturur. Batı medeniyeti, İnsanı Allah’tan kopardığı gibi, insanı da insana düşman eder.
Batı medeniyetinin mal düşkünlüğünün ve insanı insana düşman yapmasının somut örneğini, Batı medeniyetinin kaba bir temsilcisi olan ABD’nin Orta Doğu’da yol açtığı işgal ve savaşlarda görüyoruz. Batı’da da dürüst çalışmak, en iyi ürünü yapmak ve muhtaçlara yardım etmek gibi insanî değerler vardır ama sosyal hayat oldukça bireyselleşmiştir.
İslâm medeniyeti, insanın ulvî duygularını ve ihtiyaçlarını karşılar. Batı medeniyeti ise insanın nefsanî duygularını ve dürtülerini karşılar. Asıl fark buradadır. İslâm medeniyetinin insanı merkeze alan yaklaşımlarından bazı örnekler şunlardır:
Eskiden şehir merkezlerinde ve selatin camilerinin çıkışlarında sadaka taşları olurmuş. Hayırsever oraya sadakasını koyuyor, ihtiyaç sahibi de oradan ihtiyacı kadarını alıyor. Sadaka taşına konulan paranın bazen haftalarca orada kaldığı görülürmüş.
Vereni Allah biliyor, alanı ise kimse görmüyor ve alan rencide olmuyor. Fakiri düşünen, sadaka taşındaki paradan ihtiyacı kadar alan kanaatkâr, gözü tok ve olgun toplum nerede ve nasıl yetişti? Camilerde vaaz dinleyerek, tekkelerde sohbet dinleyerek, Kur’an okuyarak, İslâm ahlakını sadece okuyarak değil yaşayarak yetişti.
Bir gün Kanuni Sultan Süleyman, devletin geldiği zirve noktayı düşünüp Allah’a şükrederken, acaba bu yükselişin bir de çöküşü olur mu, olursa nasıl olur diye merak eder ve sütkardeşi Yahya Efendi’ye mektup yazarak bunu sorar. Yahya Efendi de tek kelimelik bir cevap yazar: “Neme lâzım!”
Padişah, aldığı bu cevaptan, Yahya Efendi’nin sorusu ile ilgilenmediğini düşünür; biraz da canı sıkılır ve doğruca Beşiktaş’a, Yahya Efendi’nin dergâhına gider.
- Ağabey, bir soru sorduk, neme lâzım, dedin. Neden sorumla ilgilenmiyorsun, deyince Yahya Efendi;
- Hünkârım, sizin sorunuzla ilgilenmemek mümkün mü? Cevabımı tek kelime ile verdim bile, demiş ve şöyle açıklamış:
Bir ülkede zulüm yayılırsa, haksızlık şayi olursa, işiten neme lâzım deyip olanlara kayıtsız kalırsa, sonra koyunları kurt değil de çoban yerse, bilenler bunu söylemeyip susarsa, fakirlerin, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıkarsa ve bu feryadı taşlardan başkası duymazsa bu durumlarda devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve güveni sarsılır, çöküş ve izmihlal kaçınılmaz hâle gelir.
Bunları başını sallayarak dinleyen koca sultan ağlayarak, “Ya Rabbi, bize böyle güzel öğütler veren âlimlerimiz olduğu için sana şükürler olsun.” der. Çok değil, aradan 200 yıl geçmeden, Osmanlı toplumu rüşvet ve yolsuzluktan içten içe çürümeye başlamış, çökme noktasına gelmiştir.
Kültür, hayatın içinde, öncelikle ailede öğrenilir. Peş peşe iyi bir eğitim almış üç nesil sonrasında, medeni fertler ortaya çıkmaya başlar. Bir ferdin medenî sayılması için;
İçinde yaşadığımız çağın teknolojik gelişmişliği, medenî bir toplum olduğumuz anlamına gelmiyor. Yüce ve insanî bir duygunun ürünü olamayan teknolojik gelişmeler, insanı yüceltmenin değil, sömürmenin birer vasıtası durumundadır
Teknoloji, insana hizmet ediyorsa ve insanın yaşam standardını yükseltiyorsa medenidir. Otobanlar, viyadükler, lüks otomobiller, uçaklar, telefon, bilgisayar ve internet insanların hızlı ulaşımına, haberleşmesine ve işlerinin kolay görülmesine imkân veriyor.
Öte yandan nükleer başlıklı füzeler, kitle imha silahları, kimyasal atıklar, fabrika bacalarından atmosfere yayılan karbondioksit, teknolojik cihazlardan yayılan radyasyon vs. insan sağlığını ve tabiatı tehdit ediyor. Bazı teknolojik gelişmeler, insanlığa hizmet için değil, devletin askerî gücünü takviye etmek için yapılıyor.
Medenî sayılmak için mutlaka zengin olmak ve konfor içinde yaşamak da gerekmiyor. Medenî olmak için insanın, beşerî ve insanî ihtiyaçlarının karşılanmış olması, barış, huzur ve güvenlik içinde yaşaması, beşerî münasebetlerin yapıcı ve ahlâkî olması yeterlidir.
Emine Büşra YÜKSEL
YazarKâinatta her şeyin yaratıcısı, sahibi ve yöneticisi Allah’tır. “Allah” lafzı, O’nun özel adıdır. Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak aklî ve ahlakî bir mecburiyettir. Çünkü akıl, zaman ve mekânı b...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
“Nesillere sevda ile yol alır öğretmen!”“Bir ülke, bir şehir, bir mahalle, hatta bir apartman onlarca doktor, mühendis, öğretmen hâkim, hemşire çıkarabilir.Öğretmen olarak en büyük çabam; bunlardan ka...
Yazar: Nilüfer Z. AKTAŞ
Allah insanı en güzel şekilde yaratmıştır. İnsan, Allah’ın en güzel eseri olması bakımından değerlidir. Allah’ın sıfatlarından olan “el-Kerim”, değerli ve cömert anlamlarına gelmektedir. Kur’an’da “ke...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
"İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektirSen kendini bilmez isen, ya nice okumaktır."Anadolu Türkçesini yoğurup şiir dili hâline getiren büyük ozan, Türkçe şiirin öncüsü, mutasavvıf ve halk şa...
Yazar: H. İklil ABBASOĞLU