İki Lahmacuna “Satılan Ev”
Yaşı 75’e dayanmıştı Muhammed Baba’nın. İki katlı evinin üst katını oğlu ve gelinine vermiş, kendisi de kapıcı dairesi gibi olan alt kattaki evde hayatını eşiyle sürdürüyordu. Hayatı boyunca çalışıp helal rızk peşinde koşturmuş, dişinden tırnağından arttırdığı bir miktar para ile de gecekondu karışımı bu yeri on sene önce alabilmişti. Şükür, borcu da bitmişti. Ayda bir aldığı Bağ-Kur emekli maaşı ile de namerde muhtaç değildi, kira da vermiyordu. Kıt kanaat geçiniyordu, çok şükür. Oğlu da iyi bir meslek sahibi idi, zengin değildi, lakin fakir de sayılmazdı, orta gelirli biriydi.
Gelininin arada bir iğneleyici sızlanmaları vardı. “Cahildir, ileride anlar iyiyi kötüyü.” diye bakardı. Bu konuşmaları duymazdan gelirdi hep. İhtiyarlar devamlı hoşgörü timsali idiler. Kıymetli oğlunun ve gelininin haftada bir ziyareti, somurtarak da olsa bir iki defalık verdikleri bir tas yemeğe memnun olurdu garipler.
Günlerden pazar, vakit de öğlen idi. Muhammed Baba, fırına gidip iki ekmek almıştı. “Muhammed Emmi, akşam için lahmacun malzemesi verdi senin oğlan, ne zaman hazır olsun? Bana demedi, var mı bir bilgin?” diyen fırıncının sorusunu “Haberim yok oğlum.” diye cevaplamıştı. Eve geldiğinde de 50 yıllık hayat arkadaşına “Ayşe Hanım, oğlan fırına lahmacun malzemesi vermiş, akşama nasip olur herhalde, akşama bir şey zahmet etme, iki tane verir ne de olsa.” diyerek ümitle beklemeye başlar. Akşam namazı için hazırlık yaparken oğlunun, elinde lahmacun dolu tepsi ile binaya girdiğini görür tesadüfen. Şimdi gelir, şimdi gelir diyerek bekler lahmacunu. Vakit gece yarısına gelir artık ve ümidi biter. İki sıcak lahmacun hayali iki soğuk lahmacuna dönüşür. Gece yarısına kadar bekle babam bekle! Nafile... Gelmez! Açlık ve üzüntüyle bekler de bekler. Bir türlü gelmez o iki sıcak lahmacun!..
Muhammed Baba, sabah erkenden kalkar! Mahalledeki eski arkadaşının oğlu emlakçıdır. Emlakçı tanıdığının dükkânının yolunu tutar. Üçüne beşine bakmaz ve evi hemen satar. Ve bir şart koşar: “Ben ölünceye kadar alt kattaki evde oturmam şartıyla.” diyerek ekletir tapu kaydına. Oğlanı hemen çıkartabilirsiniz diye de tembihler. Birkaç gün sonra oğlunun heyecanlı heyecanlı koşarak, büyük bir merakla kapıya geldiğini görür. Oğlu içeri girmeden sorar. “Baba, bugün iki kişi geldi ve evi boşaltmamı, senin evi sattığını söyledi. Böyle bir şey yok, değil mi? Haydi, satmadım de.” diye bağırır.
Muhammed Baba susar, seslenmez bile. Oğlu, “Baba, ne oldu, dilini mi yuttun?” der ve devam eder “Haydi, yalan desene!..” “Diyemem oğlum, sattım, tapuları da verdim.” der Muhammed Baba. Üzgün de olsa gerçeği söyler. Oğlan şokta, nutku tutulur, olduğu yere çöker ve “Niye baba, niye? Kaça sattın bari, onu söyle.” der. Muhammed Baba, buğulu gözlerle burnunu çekerek: “İki lahmacuna oğlum, iki lahmacuna sattım burayı.” der ve girer içeriye...
Sema KORKMAZ
YazarHicret’ten önceydi... Peygamberimiz, İslâmiyet’i yayması ve oradaki Müslümanlara öğretmesi için sahabilerden Mus’ab bin Umeyr (r.a.)’i Medine’ye göndermişti. Gerçekten de Hz. Mus’ab vazifeyi en güzel ...
Yazar: N.Nida DURAN
Kalb, mânevî açıdan bakıldığında bir semboldür; iyi değerlerle beslendiğinde sahibine yol gösterir, estetik duygusu da böyle bir kalbe sahip olmakla başlar. Kalb fesada uğramış ise o kişide iyilik duy...
Yazar: Sema KORKMAZ
Medine’de yaşayan Yahudi âlimlerinden Abdullah İbn-i Selâm, şehirlerine hicret eden Peygamber Efendimiz’i merak edip görmek istemiş; vech-i mübâreklerine bakınca da hayran bir şekilde, “Bu yüz yalan s...
Yazar: Sema KORKMAZ
Şaka gibi geliyor ama inanın, bunların hepsi gerçek… Düşünün; hava buz gibi. Camiye gittiniz. Şadırvanda abdest alacaksınız ama buz gibi su içinizi titretiyor. Tam o anda elinde ibrik, yanınızda bir g...
Yazar: Sema KORKMAZ