Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri’ne Göre Mürîdin Özellikleri
Tasavvufî eğitimin önemli unsurlarından biri müriddir. Mürid, kelime anlamı olarak bir şeyin gerçekleşmesini istemek, arzulamak veya bir amaca yönelmek gibi anlamlara gelir. Tasavvufta ise Allah’a ulaşmayı arzulayan, O’nun ahlâkını edinmek isteyen ve bu eğitimi bir mürşitten almak için ona bağlılık gösteren kişiye mürid denir.
Mürid, irâdesini Allah’ın irâdesine teslim eden, O'nun isteklerine boyun eğen bir kimse olarak tanımlanır. Bu kavram yerine bazen "fakîr" veya "derviş" kelimeleri de kullanılır. Fakîr, yokluğu ve hiçliği arayan; derviş ise bir tarîkata hizmet eden kişi anlamına gelir.
Mutasavvıflar, müridi genellikle irâdesini Allah’ın irâdesine teslim eden biri olarak kabul ederler. Örneğin, Aziz Mahmud Hüdâyî, müridi, aslında irâdesi olmayan, yalnızca Allah’ın istediği şekilde hareket eden bir kişi olarak tanımlar. Eşrefoğlu ise müridi, seyr u sülûk yoluna çıkmayı ve bu yolda ilerlemeyi arzulayan kişi olarak tanımlar.
Müridin isteği, mânevî eğitimdeki en temel unsurdur. Müridlik, sadece istemekle gerçekleşmez; bu, Allah’ın bir lütfudur ve Allah, müridin nasibini mürşidinin yanında bir emânet olarak tutar. Nasibi olan kişi, bu emâneti mürşidinden alarak mânevî yolculuğuna başlar. Tıpkı bir mumun diğerinden ışık alarak aydınlanması gibi, mürid de mürşidinin ışığıyla aydınlanır.
Müridlik, Allah’ın bir lütfudur ve en büyük saâdetlerden biridir. Mürşid, Allah’ın açtığı kapıdır ve mürid bu kapıdan geçerek Allah’a ulaşır. Mânevî yolculukta müridin başarısının en önemli faktörlerinden biri, mânevî yolculuğa hazırlıklı olup zihinsel ve rûhsal olarak buna hazır olmasıdır. Başka bir deyişle, müridin kendi içsel yolculuğunu oluşturması gerekir.
Eşrefoğlu, kendi müridliğiyle ilgili tecrübelerini paylaşarak bu durumu örneklendirir. Ahmet Özkan “Eşrefoğlu Rûmî Hayatı, Tasavvufî Görüşleri Ve Eşrefiyye Tarikatı” adlı çalışmasında şu tespitlere bulunur: Sûfilerin yüksek makamlara ulaşabilmesi, sıkça riyâzet ve mücâhede yapmak, dünyadan el çekmek, Allah'ın aşkıyla yanıp kül olmak ve O'na yönelmekle mümkündür.
Bu makama ulaşmayı isteyen sâdık müridin, kalbinde Allah’tan başka hiçbir şeyin sevgisini barındırmaması, tüm varlığını O’nun yoluna adaması gerekir. Eşrefoğlu’nun seyr u sülûk anlayışına göre, mürid, Allah’ın yardımıyla irâdesini ortaya koyan mânevî bir yolcudur. Müridin sorumluluğu, önce doğru bir şeyh bulmak, ona hizmet etmek, her yönüyle ona teslim olmak ve şeyhinin tasarruflarına râzı olmaktır.
Vakfımızın kurucusu Osman Hulûsi Efendi de, müridin kendi irâdesini sevgilinin irâdesine teslim etmeyi, mânevî birliğe ulaşmanın temel koşulu olarak kabul eder. Alâuddîn-i Attâr’ın “İrâdesini Hakk’ın irâdesinde, kudretini Hakk’ın kudretinde yok etmeyen, Hakk’a ulaşamaz.” sözünün özü, Hulûsi Efendi'nin bir beytinde şöyle dile getirilmiştir:
Murâdın terk eden dosta Hulûsî
Visâline erer ol şâhı söyler
Hulûsi Efendi, bu düşünceyi pek çok beyitte dile getirmiş ve tıpkı Ubeydullâh-ı Ahrâr gibi, irşâdın ötesine geçerek bu konuyu ontolojik bir boyuta taşımıştır. Yani, bir müridin kendi benliğinden sıyrılması (fenâ), onu tevhide ulaştırır ve sonsuz varlık olan bekâya geçişin kapılarını aralar.
Cenâb-ı Allah, "el-Mürîd" ismiyle insanın iç dünyasına tecellî etmedikçe, insanın Hakk’a yönelen gerçek irâdesi mümkün olamaz. Hulûsi Efendi, bu gerçeği “Dileyen senden ön o”, “Sen mürîdim deme kim istemiş murâd anın” ve “Senden ön seni dilemiş dile sen” dizeleri ile bu hakîkati dillendirmektedir. İradesini Hakk’ın irâdesinde telsim edenlere selâm olsun.
Kemal DEMİR
YazarTarih boyunca Müslümanlar, dünyanın değişik topraklarında kurdukları devletlerle İslam medeniyetini yayma mücadelesi vermişlerdir. Bu mücadelelerden biri de sekiz asır boyunca varlığını sürdüren ve gü...
Yazar: Kemal DEMİR
Zamanın sessiz sedâsız aktığı bir çağda, kelimelerle dertleşen, mısralarla hakîkatin izini süren bir gönül eri vardı: Es-Seyyid Osman Hulûsi Ateş Efendi (k.s.). Onun adı, sadece bir şairin yahut bir m...
Yazar: Kemal DEMİR
Eşrefoğlu’nun Türkçe ve mensûr olarak kaleme aldığı Müzekki’n-nüfûs adlı eseri tasavvuf alanında önemli bir çalışmadır. Dinî, ahlâkî ve tasavvufî mâhiyette; İslâm ahlâkını, tarîkat âdâbını, nefisle mü...
Yazar: Resul KESENCELİ
Horasan’dan Anadolu’ya gelen dervişlere Horasan erenleri denir. Horasan erenleri, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde birçok tekke ve zaviye kurmuşlardır. Bu dervişler yalnızca Anadolu’da değil, Balkanlar’...
Yazar: Kemal DEMİR