El-Mâni’: Kötü ve Zararlı Şeylere Engel Olan
Allah’ın en güzel isimleri arasında yer alan el-Mâni ismi, her ne kadar doğrudan Kur’ân-ı Kerim’de geçmemiş olsa da, delâlet yoluyla mânâ olarak geçmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’den gelen rivâyetlerde ise açıkça yer alır. Şu rivâyette el-Mâni’ ismi, “lütfedip veren” mânâsına gelen el-Mu’tî ismiyle birlikte kullanılır: "Allah’tan başka ilâh yoktur. O’nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur, hamd de O'na mahsustur. O, her şeye güç yetirendir. Allah'ım, Senin verdiğine engel olacak da yoktur, vermediğini verecek de yoktur. Ve servet sahibi olanlara servetleri sana karşı bir menfaat veremez. Yani servetine güvenerek sana âsî olanları o servetleri kurtaramaz."
İslâm dininin insanlığa sunduğu “ilâh” anlayışında, “tevhîd” düşüncesi önemli bir yere sahiptir. Allah’a imanda en temel şart, Allah’tan başka varlıkları ilâh kabul etmemektir. Buna tevhîd inancı denir. İnsanlık tarihine baktığımız zaman, her ne kadar Yaratıcı bir güç olarak Allah’ın varlığı kabul edilmişse de onun ilâhlığı başka varlıklara, kurumlara ve nesnelere paylaştırılmak sûretiyle tevhîd ilkesi ihlâl edilmiştir. Buna, Allah’a ortak koşmak mânâsına gelen ‘şirk’ denilir. Hâlbuki bir Allah inancı, sadece ilâhî zâta yönelik nitelemelerden ibaret olmayıp aynı zamanda O’nun insan ve kâinatla olan ilişkisinin de bir ifadesidir. Dolayısıyla tevhîde dayanmayan bir Allah inancı, O’nun katında makbûl değildir.
İslâm öncesi Câhiliye Dönemi’nde Mekke’de yaşayan putperestler, Allah’la birlikte putları da ilâh edindiklerinden, tarihte Hıristiyanlar, “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh” üçlemesiyle ulûhiyeti parçaladıklarından ve Allah’ın Hz. İsa’nın bedenine hulûl ettiğini iddia ettiklerinden; Maniheistler İyilik ve Kötülük Tanrısı diye iki tanrı edindiklerinden dolayı Allah’ın zâtında tevhîdi ihlâl etmişlerdir. Bütün bunlara reddiye mâhiyetinde, Kur’ân-ı Kerim’de Tevhîd Sûresi diye de adlandırılan İhlâs Sûresi, İslâm’ın Allah anlayışını ortaya koymaktadır: “De ki: ‘O, Allah’tır, bir tektir. Her şey O’na muhtaçtır. O, hiçbir şeye muhtaç değildir. O’ndan çocuk olmamıştır. Kendisi de doğmamıştır.”
Yüce Allah, görünen ve görünmeyen âlemlerin sahibi ve yöneticisidir. Hem dünya hem de âhiretin hükümranlığı, O’nun zât-ı ilâhiyyesine hastır. Dolayısıyla, mülk, ister iktidar mânâsına gelsin ister mânevî dünyanın iktidârı mânâsına gelsin, ister zenginlik mânâsına gelsin, isterse egemenlik anlamında kullanılsın, fark etmez. Bir mü’min bütün bu nimetlerin insanın elinde bir emânet olduğunu bilmelidir. Eşya ile olan ilişkilerin düzenlenmesinde, asla, “Mâlikü’l-mülk” olan Yüce Allah göz ardı edilmemelidir.
Yeryüzünde Allah’ın bazı kullarına vermemesi, (hâşâ), O’nun cimriliğinden değil, imtihan dünyasına egemen olan hikmetinden dolayıdır. İnsan, gerçek anlamda veren ve alanın Allah olduğunu bildiği takdirde nimetlerin gelmesi halinde şımarmadığı gibi, gitmesi halinde de üzülmemelidir. Veren de O’dur, alan da O’dur. O’dur mülkün ve saltanatın sahibi. Eğer insan, emânet bilinciyle hareket ederse, yaşadığı dünyada başına gelen şeyler karşısında ölçülü hareket eder. Bâzen bize sunulan nimetler “lütf-i cemîl” olur, bazen de “lütf-i cezîl” olur.
O hâlde, her Müslüman’ın Yüce Allah’ın el-Mâni’ isminden çıkaracağı sonuç şudur: Eğer Yüce Yaratan, bizim hayrımıza bir şey dilemişse, O’nun lütf u keremini engelleyecek hiçbir güç yoktur.
Editör
Yazar
Sevgili çocuklar;Bugün sizlere İslâm’da sabrın ne kadar önemli bir değer olduğunu anlatmak istiyorum. Bazen beklemek, zorluklara dayanmak ya da bir isteğimizi hemen gerçekleştirememek bize zor gelir. ...
Yazar: Editör
Sultan VI. Mehmed Vahdeddin’in başkadını Nazikeda Kadınefendi’den dünyaya gelen üçüncü ve son kızıdır. 19 Mart 1894’te Feriye Sahil Sarayı’nda doğmuştur. Tam adı Rukiye Sabiha’dır. Vahdeddin Han, anne...
Yazar: Bengisu HAYAT
Sevgili okurlarımız;Yaşadığımız dünya; gökyüzüyle, toprakla, denizlerle ve içinde barındırdığı sayısız canlıyla Allahu Teâlâ’nın kudretini gösteren büyük bir ayet gibidir. Gözümüzü nereye çevirsek Rab...
Yazar: Editör
Zü’l-Celâli Ve’l-İkrâm: Azamet ve Kerem SahibiZü’l-Celâli ve’l-İkrâm, “azamet sahibi, yüce ve noksan sıfatlardan münezzeh ve kemâl sıfatlarıyla muttasıf olmak” anlamında “azamet ve kerem sahibi” demek...
Yazar: Editör