Eğitimci Cemalettin Turgut İle Röportaj
- 1952 Bursa İli, Mustafakemalpaşa İlçesi, Yoncaağaç Köyü doğumluyum. İlkokulu burada okudum, ortaokulu Bursa İmam-Hatip Okulu’nda ikmâl ettim. O zaman imam-hatip okulları 7 yıldı. 4 yıl orta kısım, 3 yıl lise kısmıydı. Ben 4 yıllık orta kısmı bitirdikten sonra Mustafakemalpaşa Sanat Enstitüsü’ne geldim, tesviye bölümüme kayıt yaptırdım. Tesviye bölümünden mezun olduktan sonra Ankara Yüksek Teknik Öğretmen Okulu’na devam ettim. Mezuniyet sonrası, tabîî 1980 öncesi bizim zamanımızda hayli olaylar, şunlar bunlar derken 4 yıllık eğitim 5 yıl sürdü. Mezun olduktan sonra kur’a ile ilk görev yerim Kilis’e öğretmen olarak tayin oldum. O zaman Gaziantep’e bağlı Kilis Endüstri Meslek Lisesi’ne atandım. 1979-1983 arasında Kilis’te öğretmen olarak görev yaptım. Sonra tayinim 1983 yılında Malatya/Darende Endüstri Meslek Lisesi’ne müdür olarak yapıldı. Bakanlıkça önerildim, gittim, yerini gördüm, kabul edip etmediğimi sordular. Gittim, gördüm, dağlardan akan o Tohma Irmağı ile bizim köyümüze benzediği için beğendim ve 1983 yılında Darende’de okul müdürü olarak göreve başladım.
- 1983 yılında müdür olarak göreve başladığımda, tabîî okul inşâat halinde, inşâat devam ediyor. Her taraf toz toprak, herhangi bir araç gereç, masa sandalye yok. Biz kayıtlara hükümet binasında, Halk Eğitim Müdürlüğü’nde, bize bir masa, bir sandalye verdiler orada göreve başladık. Kayıtları orada devam ettirdik. 45 öğrenci kayıt yaptık o yıl için. İlk metal işleri bölümüne. Tabîî bu aşamada Halk Eğitim Müdürü Yusuf Poyraz ve Darendeli dostlar, bizim okulun yapımını rahmetli Hacı Hulûsi Efendi’nin önayak olduğunu, onun girişimiyle gerçekleştiğini söylediler. Dolayısıyla öncelikle onu bir ziyâret etmemiz gerektiğini söylediler. Yusuf Poyraz ile birlikte gittik hocamın şu andaki evine, kendisini ziyâret ettik. İlk görüşte, hani elektrik alma diyorlar ya, günümüzde. Ben Hulûsi Efendi’yi ilk gördüğüm andan itibaren çok sevdim, o da beni çok sevdi. O zaman tabîî yer minderlerinde oturuyoruz, çaylar geliyor, kıtlama şekerle çay içiliyor. Ben kıtlama şekerle çay içmeyi bilmiyorum. Kıtlama şekeri benim önüme tabağa koyuyorlar, ben tabîî çayın içine atıyorum, şeker eriyor, gidiyor. Ya, çok espriliydi, Allah rahmet eylesin. Hocam dedi ki, “Ya Müdür Bey’e küp şeker getirin, bu kırılmış şekerleri bitirecek.”
Dolayısıyla böyle bir tanışmamız oldu. Bundan sonra da bu tanışmanın neticesinde çok güzel gelişmeler oldu, irtibatımız, diyaloğumuz devam etti… Allah razı olsun onun sayesinde okulu, 4 yılda belki de 14 yıllık hâle getirdik. Koruma derneğini kurduk, o zaman için Hulûsi Efendi’yi fahrî başkan yaptık.
Okulumuz koruma derneğini, Hulûsi Efendi’nin rahmetli önderliğinde kurduk. Fahrî başkanlığı kendisine teklif ettik, fahrî başkanlığı kabul etti, Allah razı olsun. Dolayısıyla, tabîî ilk kuruluş aşamasında ihtiyaçlar çok fazlaydı. Genel bütçeden gönderilen ödenekle yapamayacağımız satın almaları dernek bütçesiyle gerçekleştirdik. Hatta salonumuza, yine Hulûsi Efendi’nin girişimleriyle büyük bir kuzine kondu, yemek çıkarmaya başladık. Sıcak yemek, ilk yıl çocuklara bakanlığın gönderdiği ödenekle hazır kumanya dağıttık. Ama sıcak yemek veremiyorduk, pek araç gereç yoktu. Bu vesileyle hem kendi okulumuz öğrencileriyle diğer öğrencilere ayrı gayrı yoktu. O zaman yemekler ikram edildi, yemek pişirildi. Okulun gelişimi, bu doğrultuda maddî olarak çok genişledi.
- Hulûsi Efendi, Okul Koruma Derneği’nin geliri için Adana’ya gitmişti. O zaman Darende’den göç edenlerin büyük bir bölümü Adana’da ikâmet ediyordu. Bunlardan en önemli mahalle de Melekgirmez Çarşısı’ydı, benim çok dikkatimi çektiği için o ismi hâlâ unutmadım. Çarşıdaki esnaflardan gerçekten çok güzel, büyük katkılar, bağışlar oldu. Allah razı olsun hayırsever vatandaşlarımızdan. Dolayısıyla, hocamın itibariyle oraya gittik ve güzel bağışlar da topladık. Tabîî Hulûsi Efendi sayesinde bu hizmetler gerçekleşti.
- O zaman Darende’de bir İmam-Hatip Lisesi var, bir de Sanat Okulu var. Bugünkü ihtiyaçlara baktığımızda aslında sanat ve teknik alanda okul açmanın faydaları ortadadır. Üretime yönelik çok eleman yetiştirdiği ihtiyacını, şimdi yıllardır içinde bulunan bir eğitimci olarak seksenli yıllarda, Hulûsi Efendi Hazretleri’nin gördüğünü, onun ufkunu değerlendirecek olursanız, bir eğitimci gözüyle okulun veya ilçenin hatta Türkiye’nin gelişimi açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Hulûsi Efendi’ye, “Endüstri Meslek Lisesi’ne niye bu kadar çok destek oluyorsun?” diye soruluyor. Diğer tarafta tabîî biz yokken, bizim okulumuz yokken, İmam-Hatip Okulu’na büyük destek oluyordu her yönüyle, kıyâfet, vesâire yardımlarını gerçekleştiriyordu. O zaman hocamın bir ifadesi, yani söyledikleri, benim kulağımda küpedir: “Oğul memlekette komünist olan hiçbir esnaf sanatkâr gösteremezsiniz. Dolayısıyla, sanat okullarına, imam-hatip okulları kadar, hatta daha da fazla bu ülkenin, bu memleketin ihtiyacıdır.” buyurmuştu. Bu veciz söz, bu cümle benim çok dikkatimi çekmişti. Dolayısıyla, imam-hatipler de bizim, sanat okulları da bizim, diğer liseler de bizim. Ama Avrupa ülkelerine baktığımızda, bilhassa Almanya’da, orada sanat okullarına çok büyük değer verildiğini, ülke kalkınmasında da bu okulların çok büyük rol aldığını gördüm. Avrupa Birliği projelerinden yurt dışına çok gittim, geldim, bizzat kendi gözlerimle de bunları gördüm. Türkiye için de, herkesin üniversite mezunu olmasından ziyade, sanat okullarının, bugünkü deyimiyle meslek liselerinin geliştirilmesi daha önemli diye düşünüyorum.
- Darende İmam-Hatip Lisesi Müdürü Ömer Faruk Bey’den dinlemiştim, sanat okuluna da zannediyorum araç alınmış. Hulûsi Efendi Hazretleri’nin önderliğinde bir minibüs bağışı yapılmış.
- Evet, okulun şehre uzak olması nedeniyle okula araç ihtiyacı hâsıl oldu. Almanya’da çalışan, şu anda adını tam hatırlayamayabilirim, Sivaslı Hulûsi Efendi’ye çok saygı duyan, seven bir hayırsever vardı. O Almanya’dan bir tane Ford minibüs okulumuza bağışladı. Gürün’den Önder Özdeğer Ağabey tanışları vasıtasıyla temin etmişti. Almanya’dan bir Ford minibüs geldi, Malatya’ya gelmiş araç, gittik oradan teslim aldık aracı. Ama nasıl bir sevinç, nasıl bir mutluluk, belki Darende’de de yoktur, yani o öylesine güzel bir araba. Ancak tabîî dizelmiş kışın Darende’nin kışı çok fazla zaman zaman tekledi ama çok işimizi gördü. O aracın okulumuza çok büyük hizmetleri oldu.
- 1984 yılında okul açılmış, 1987’de Darende’den ayrılmışsınız. Röportajı yaparken yıl 2025. 40 yıl geçmiş aradan ama o dört yıllık süreçte okulun gelişim süreci nasıl bir serüven izledi.
- Diğer bölümler açılmadan önce metal işleri ve elektrik bölümü açıldı. Benim zamanımda, metal işleri, elektrik, öğrenci sayısı çoğaldı. Hatta oradaki birçok imam arkadaşımız bile çocuklarını bizim okula verdi. Gerçekten güzel bir eğitim vardı, o ilk 45 öğrenciyle. Makinalar geldi, Darende’de o zaman vinç vesaire yok, makineyi kamyondan indirmek bir sorun. Kum getirdik, traktör lastikleri getirdik, makineler kırılmasın diye onların üzerine yavaşça indirdik. Bir yandan çocuklar, bir yandan ben, ben de gencim, ilk müdürlüğüm benim, ilk göz ağrım Darende. Bu yönüyle hepimizde bir çocukluk, bir câhillik var ama o câhillikle o câhil çocuklarla, bu câhil müdür, gerçekten güzel şeyler yaptı orada, bana göre. Benim düşünceme göre, o zaman Darendeliler de aynı şeyi söylüyordu. O 45 öğrenciyle hep kardeş olduk, içtiği tabaktan ayran içtik, su içtik.
Normal şartlarda benim yapacağım bir şey değil belki ama hiç bir kötü duygu hissetmedim yani gayet sevgi dolu, saygı dolu bir ortam oluştu. Yani bu 4 yıl içerisinde o kadar çok gelişmeler oldu ki, bizim okulumuz tepede, “Şahin Tepesi” diyorduk, su yok. Yani okulun şebeke suyu var, ama bahçe sulamaya falan su yoktu. Ne yapabiliriz? Köprügözü’ne oradan motorla su basabiliriz diye düşündük. Bunun için tabîî bir maddî imkân lâzım, yine Hulûsi Efendi’ye gittim. Durumu arz ettim. Hocamın talimatıyla Abdurrahman Başer Bey, Başer Kimya, onlar sulama sistemine maddî destek odular. Hatta Abdurrahman Bey rahmetli, bayram günü Hulûsi Efendi’yi ziyârete gitmiş. Hocam konuyu açmış. Abdurrahman Bey de baş üstüne demiş. Oradan çıkınca lojmana geldi. Hizmetli dedi ki: “Hocam misafiriniz geldi, birisi soruyor.” Evdeyim o zaman. Çıktım, kendisini tanıttı, kartını verdi, “Ben dedi, Abdurrahman Başer, Başer Kimya’nın Yönetim Kurulu Başkanı’yım. Hulûsi Efendi’nin talimatıyla sulama sistemini kuracağız ne ihtiyacınız varsa beni arayabilirsiniz.” dedi. Hulûsi Efendi’nin yönlendirmesiyle çalışmalara başladık. Köprügözü’ne büyük bir motor kurup su basmayı planladık. Abdurrahman Bey’i aradım telefonla. Bana tabîî çok inandırıcı gelmedi, çünkü büyük bir yatırım. Abdurrahman Bey’in sekreteri dedi ki: “Abdurrahman Bey şu anda toplantıda, çıkınca biz sizi arayacağız.” Gerçekten 5-10 dakika sonra beni aradı Abdurrahman Bey. İhtiyaçlarımı söyledim, dedi ki, “Bana bir bankaya, Ziraat Bankası’na, o zamanki parayla 1000 liralık falan, işte bir hesap aç, ben de oraya istediğin miktarı göndereceğim.” Gerçekten o para geldi. O parayla Hulûsi Efendi’yi de bilgilendirmek sûretiyle su motorunu aldık. Öğrenci de, öğretmen de, katılarak o kanalı, borunun geçeceği, kanalı öğrenci, öğretmen beraber kazdık, beraber döşedik, dışarıdan bir işçilik almadık. Bu arada Hulûsi Efendi, “Boruları alırken, 40 metre bir irtifa var Köprügözü’yle okulun arasında, boruların en iyisini alın. Aman ha aman boruları sağlam alın.” dedi.
Darende’de bir esnaf vardı, şimdi sağ mıdır, bilmiyorum, malzemeleri ondan alıyoruz. Plastik boruları da ondan aldık. Tabîî bende de câhillik var, o zaman ekonomik olsun diye, çok böyle kalın etli bir boru almamıştık, dayanıklı boru almamıştık maalesef. Boruları döşedik, suyu basıyoruz, zayıf borular patlıyor, ekliyoruz, patlıyor, ekliyoruz, patlıyor. Hulûsi Efendi’ye de söylemeye de utanıyorum. Sonunda yanına gittim durumu arz ettim. “Ben sana başta söylemedim mi?” dedi. Komple tekrar o boruların hepsini söktük, dayanıklı en sağlam borulardan aldık. Suyu bastık okula. Suyu basınca, o öğrencilerin ve öğretmenlerin heyecanını, duygularını görseniz, o kadar büyük bir mutluluktu ki, tarifi mümkün değildi.
Suyu okula öyle çıkardık, ondan sonra işte fidanları diktik. Yine Hulûsi Efendi’nin girişimiyle, Elbistan’dan çam fidanları geldi. Çam fidanlarını da okulun etrafına diktik. Fidanları dikeceğimiz gün, yağmur yağıyor. Kimse de dışarı çıkmak istemiyor, işte herkes şemsiyeyle, vesaireyle ancak evine gidebiliyor. “Ya bu fidanların bugün dikilmesi lazım.” dedim. Kuyuları kazdık ama fidanları koyup da kapatamıyoruz. Ben çıktım dışarıya şemsiye falan almadan, fidanlardan bir tanesini gömdüm. Bütün öğrenciler ve öğretmenler geldiler, o yağmurun altında hepsi o fidanları diktiler. Bugün hangi aşamada bilmiyorum, fidanlar, yani büyüyen ağaçlar etrafı güzelleştirmiştir sanırım. Hulûsi Efendi için bir tane özel bir çam getirmiştik o zaman. Bizim diktiklerimizden ayrı, biraz da büyüktü. Çocuklar top oynarken top gidiyor, o çamın tepesini kırıyor, o hayta dediğimiz, o ilk kaydettiğimiz öğrenciler, top oynarken bunu yapıyorlar. Çocuklar o kadar içten, o kadar dürüstler ki, geldiler odama, dediler ki, “Müdür Bey, biz çamı kırdık.” “Ben anladım ki camı kırdık.” diyorlar. “Olsun oğlum, taktırırız.” dedim, “Çamı kırdık/çam ağacını kırdık.” hocam, dediler. Öyle üzülmüşler. O özel çam ağacının tepesi kırılıyor, yapacak bir şey yok tabîî.
- Hulûsi Efendi Hazretleri’nin yaptırdığı okulun konferans salonunda yıllar sonra “Hulûsi Efendi Sempozyumları” düzenleniyor. İşin hikmetini nasıl değerlendiriyorsunuz.
- Sanat okulu 1983’te açıldı. 1990 yılında Hulûsi Efendi dâr-ı bekâya irtihâl etmiş. 1991 yılından itibaren okulun salonunda yıllarca de Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi Sempozyumu yapılıyor. Sempozyumun ve anma toplantılarının orada yapılması mânâ açısından ehemmiyet arz ediyor. Yapılan güzel bir hizmetin ileride böyle güzelliklere vesile olması açısından da çok önemli görüyorum.
- Peki, daha sonraki yıllarda Şeyh Hamid-i Veli Külliyesi’ni ziyâret ettiniz mi? O günkü hâlini de biliyorsunuz, şimdi belki daha sonra Darende’ye gelme imkânınız oldu mu? Nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Gitmedim maalesef ayrıldıktan sonra Darende’ye gidemedim, ama sosyal medyadan görüyorum şimdi. Vakıf Başkanı Hamideddin Ateş Efendi, 1990 yılından sonra hem vakıf hizmetlerinde hem külliyenin bugünkü hâle gelmesine çok önemli gayretler göstermiş, Allah razı olsun tabîî. Benim görev yaptığım tarihler içinde bugünkü bu güzellikler ve gelişim söz konusu değildi. Tarihî bir cami ve türbe vardı; Somuncu Baba’nın Türbesi. Ama çok sıcak bir mekândı, yani mânevî olarak çok sıcak bir mekândı. Orada Hulûsi Efendi’yle çok namaz kıldık elhamdülillah. Ben bazen müezzinlik yapıyordum, gelince eşime de söylüyordu, “Müdür Bey müezzinlik yaptı.” diye. Tabîî, bizim de geçmişte imam-hatipte okuduğumuz için bir altyapımız var bu konuda. Ama resmî devlet memuru olduğumuzdan bu yönümüzü çok belli etmek istemiyorduk. Her gidişimde ben takke kullanmıyordum. Hulûsi Efendi de, “Müdür Bey’e takke verin.” diyordu. Bir gün dedim ki, “Hocam, ev takke doldu.” Bir de, o zaman daha genciz, altın yüzük, nişan yüzüğü takıyoruz. Hocam bize gümüş yüzük hediye etmişti. Hulûsi Efendi, evlerine ziyâretine gidince bana gümüş yüzük veriyordu. Demek ki zaman zaman bakıyor, bazen ben onu takmıyorum. Tekrar veriyor, tekrar takmıyorum. Sonra alıştık takmaya başladık. Bir gün dedi ki, “Müdür Bey, biz bir Allah’tan, bir de hanımdan korkarız değil mi?” dedi. “Doğru söylüyorsunuz hocam.” dedim. Çok çok güzel günlerimiz, çok saygı duyduğum, çok sevdiğim, hâlâ adını anınca duygulandığım bir insandır Allah razı olsun… 1987’de camiden 65 yaşından emekli oluyor. O arada da Hamideddin Efendi camideki vazifeyi devralıyor. Ondan önce bir müddet Darende Çarşı Camii’nde de görev yapıyor.
- Kirvelik konusunu siz mi teklif ettiniz?
- Tabîî, Kilis’te çalıştığım için hani Doğu, Güneydoğu, oralarda kirvelik önemli bir şey. Dedim ki, “Hocam, küçük oğlumun kirvesi olur musunuz?” “Bizim kirvelik mi, sizin kirvelik mi” dedi? “Bizim kirvelik ağırdır.” dedi. Hocam dedim, o zaman bizim kirvelikten olsun. Allah râzı olsun. Küçük oğlumun sünnetinde kirvesi oldu o zaman. Sünnette Hulûsi Efendi çok miktarda çocuklara hediye aldı.
- Peki, çocuklarınız iki evlâdınız şimdi ne iş yapıyor. Hangi meslekleri icra ediyorlar?
- Büyük oğlum pilot albay, F-16 pilotu. Balıkesir’de yaşıyor. Eylül’de Allah kısmet ederse emekli olacak. Aynı zamanda 2010’da Türk Hava Yolları’na geçmişti, kaptan pilot oldu. Tekrar hain kalkışmadan sonra, pilot ihtiyacı hâsıl oldu, tekrar mecbur ettiler, geriye döndü. Şu anda kısmet olursa, Eylül’de emekli olacak Türk Hava Yolları’ndan izinli olarak görünüyor. Tekrar Türk Hava Yolları’nda görevine başlayacak. Küçük oğlum makina mühendisi, İstanbul Yıldız Teknik’ten mezun oldu. Önemli bir şirketin satın alma müdürüydü. Şu anda kendi şirketini kurdu. Yine soğutucular imal ettiriyor, gerek Ortadoğu’da gerek Türkiye’de, bunların pazarlamasını gerçekleştiriyor. Yani siparişleri alıyor, imal ettiriyor. Ticaretle iştigâl ediyor.
- Konuşuyoruz, konuşuyoruz çok. Yani bizim için Hulûsi Efendi çok değerli, ailesi çok değerli. Yani Hamideddin Efendi’yle bu ara Darende’ye gitmediğimiz için sık görüşme imkânımız olmuyor, ama çok önceleri telefonla görüşmüştük. Vakıf çalışmaları için her türlü yorgunluğa, her şeye değer. Yani Hulûsi Efendi için her şeye değer. Ve şunu özellikle arz edeyim; bugün, benim düşünceme göre Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu din adamı portresi Hulûsi Efendi’dir. Aydınlık inanç, gelecek, teknoloji, hepsini bir arada öylesine yoğurmuş ki, Darende’de hangi hizmete baksanız altından mutlaka Hulûsi Efendi çıkar. Tabîî bu, bizzat onu o yıllarda gördüğümüz için daha yakînen, yani o ufkun göze yansımasını da görebiliyorsunuz. Kesinlikle bütün millî bayramlarda oradadır, halkın ortak bir takım etkinliklerinde Hulûsi Efendi oradadır, maddeten ordadır, mânen de ordadır. Yani böyle bir din adamına, bu tür bir portreye din adamlarına ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim. Maşallah Hamideddin Efendi de aynı izde yürüyor.
Bir de ülkemizin geçmiş olduğu bâdirede, yanlış yolların ülkemize vermiş olduğu zararları gördüğümüz zaman Hulûsi Efendi örnekliğini belki daha iyi, çok daha iyi anlıyoruz. Yani bu açıdan, Hulûsi Efendi’nin istikametinin, ya da göstermiş olduğu yolun doğruluğunu, daha iyi tarif ve kıyaslayabiliyor, çok net görebiliyor.
- Hulûsi Efendi İmam-Hatip Okulu öğrencilerinin kıyâfetlerini, tabîî hayırseverler vasıtasıyla temin ediyordu. Sanat okulunun öğrencilerine de bu konuda yardımları oldu. Öğrencilerim bunun farkındaydı. Yani Hulûsi Efendi’ye duydukları saygı, çok farklıydı, yani hepimizin, öğretmenler dâhil öğrenciler de bunun farkındaydı. Sadece yardım olduğu için değil, ilçedeki o mânevî şahsiyetin, onlar da farkındaydı. Aynı sevgiyi, aynı saygıyı onlar da duyuyorlardı. Yani çocuklara ve eğitime çok büyük bir önem veriyordu. Şefkatliydi Hulûsi Efendi, çok şefkatli, çok sevecen, sevgi dolu bir insandı.
Kendi ailesine eğitimci gözüyle de baktığımızda, yani kız-erkek ayrımı yoktu. Hulûsi Efendi, gençlerin, kız-erkek ayrımı yapmadan eğitimlerine çok büyük bir önem veriyordu. Çok önemliydi eğitim onun için.
- Benim isimim Hafize Turgut. Müdür Bey akşam okuldan gelince, “Ne yemek yaptın, ne yemek yiyeceğiz?” deyince, ben diyordum ki, “Hiç bir yemek yok şu anda, hadi gidelim Hulûsi Efendi’nin yemeğini yiyelim.” diyorduk. Aynen “Hulûsi Efendi’nin evine yemeğini yiyelim.” diyorduk. Biz gidince ayrı sofra koyardı yukarıdaki kata, kütüphanenin olduğu yere yakın. Ben çocuklarım, işte dördümüz bir de Hulûsi Efendi beşimiz yemek yerdik. Çok güzel yemekler yapılırdı. Meselâ mercimek yemeğini ben orada öğrendim. İçinde büyük büyük etler olan böyle güzel yemekleri vardı, orada öğrenince onu yapıyorum bazen. Bazen alt kat çok kalabalık olurdu, ama bizi yukarı alırdı, beraber yemek yerdik. Benim küçük oğlumun kirvesi olduğu için, -benim küçük oğlum çok mülayim bir çocuk biliyor musunuz?- Ha, bunu sevenin tesiri olarak değerlendiriyorum.
- Hocam başka hatıralarınız vardır belki, okulla veya yöreyle ilgili veya da Darende’nin o günkü durumuyla ilgili nakledeceğiniz konular varsa dinlemek isteriz.
- Darende’nin o günkü durumuna göre, bugün sosyal medyadan takip ettiğime göre, bina inşâat vesaire yönüyle Darende bayağı gelişmiş. Bizim zamanımızda, öğretmenlerimize kiralık ev bulmak zordu, yoktu, lojmanda kalıyorduk. 4 daire vardı lojmanda. Yani hakîkaten zor günlerdi o gün için. Zor günlerdi, yani ilk zamanlar bize göre sıkıntılı günlerdi belki, ama bugün Hulûsi Efendi’nin sayesinde daha farklı aşamalara, konumlara gelmiş ilçe.
Bir gün dedim ki, Hulûsi Efendi râzı olursa, ben artık gideyim, tayinimi aldırayım. Her seferinde diyordu ki, “Gönlüm râzı değil, gönlüm râzı değil.” Dört yılın sonunda, “Peki.” dedi, “Müdür Bey yardımcı olamam ama gönlüm râzı.” İnanın ben, bakanlığa gittim, Bursa’da bana bir iş teklifi yapılmıştı. Plastik fabrikasına müdür olarak gireceğim, ben istifa etmeye bakanlığa gittim. Genel müdür, “Hoş geldin.” falan dedi, “Hoş bulduk.” dedim. “Hayrola” dedi, “İstifa etmeye geldim.” dedim. “Ne istifası, müdür bey? Biz seni iyi bir yere vermeye çalışıyoruz.” dedi. “Neresi?” dedim. “Şimdi söyleyemem, toplantıdayım.” dedi. “Ne zaman biter?” “Beşte biter.” “Peki, dedim, ben beşe kadar buradayım.” Bekledik, ben hanımla beraber haritaya bakıyorduk kendimize yer beğeniyorduk. Neresi olur, Yalova’ya gelince atlıyorduk, “Burası memleketimize yakın, bize düşmez.” diye. Akşam geldim saat beşte, genel müdür, “Gözün aydın, seni Yalova’ya verdik.” dedi. Ben fabrika müdürlüğünü falan unuttum. Hulûsi Efendi, râzı olunca iş görüldü. Darende’ye dönüyoruz ama kimseye söylemiyoruz, bir ay çatladık çünkü önümüze taş koyarlar diye çekindik. Darende’den sonra, Yalova’ya geldik. Allah’a şükür, orada güzel hizmetler verdik. İstanbul’da da görev yaptıktan sonra emekli olduk. Bursa’da yaşıyoruz.
Bu vesileyle Darende’deki dostlara selâmlarımı sunuyorum.
Musa TEKTAŞ
YazarSayın Kaymakamımız Namık Kemal İlhan Bey, Darende’de 1983-1986 yılları arasında görev yaptınız. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)’yi de yakından tanıma imkânınız oldu. Göreve başladığınız günden it...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Doğunca ağlar amaÇocuklar ağlamasınDayanmaz baba anaÇocuklar ağlamasın.Çocuk masum her dindeDün de öyle bugün deKudüs'te Filistin'deÇocuklar ağlamasınÇocuk dünyanın gülüEvimizin bülbülüKalem taşısın e...
Yazar: Musa TEKTAŞ
İhlâs, "arınmak" ve "saflaşmak" anlamına gelen hulûs kökünden türemiş bir terimdir. İslâmî anlamda, ibâdet ve iyi eylemleri yalnızca Allah için yapmayı ifade eder. İhlâs, kalbi şirk, riyâdan, kötü duy...
Yazar: Musa TEKTAŞ
İnsanın iki önemli tarafı vardır: Biri nefs ve bir diğer yanı ise rûhtur. Nefs, rûhun emrine girerse, insan baştan ayağa rûh kesilir ve erdemin, olgunluğun, iyilik ve güzelliğin mekânı olur. Hulûsi Ef...
Yazar: Musa TEKTAŞ