Bu İyi Bir Zamandır
Ahmed-i Hânî, yazdığı mesnevî ve söylediği şiirlerle kültür coğrafyamızı besleyen irfan pınarlarından biridir. O, içinde yaşadığımız kültür coğrafyasında doğup büyümüş; sadece kelâmı Kürtçe kelimeler ve lâfızlarla vücut bulmuştur. Onun mânâyı yüklediği sembollerin farklılığı, kültür coğrafyamızın zenginliğine işaret eder.
Ahmed-i Hânî, daha çok ikili aşk mesnevîsi tarzında kaleme aldığı Mem u Zîn ile tanınır. Mem u Zîn, Namık Açıkgöz’ün himmetleriyle geçtiğimiz yıllarda Kültür Bakanlığımız tarafından yeniden neşredilmiştir. Bu neşirden, Ferhâd ü Şîrin, Leylâ vü Mecnûn, Aslı ile Kerem, Şem u Pervâne, Süheyl u Nevbahar, Gül ü Bülbül, Hüsrev ü Şîrin hikâyelerinde olduğu gibi, iki kahramanlı, dillere destan olan bir aşkın hikâyesini okuyup öğreniyoruz.
Aşk, güzellik, güzelliğe meftûniyet ve klasik şiirimizin o bitmek tükenmek bilmeyen bir edâ ile anlattığı aşk derdi; İslam şiir ve estetik geleneğinin, Kürt lisanıyla dile gelişi.
Mem u Zîn, kırk yaşın, olgunluğun eseridir. Şair, eserini telif etmeye kırk yaşında, 1690 yılında başlamış, 1695’te tamamlamıştır. Metnin inşâ süreci tam beş yıl sürmüş. Fevkalâde anlamlı bir demlenme sürecinden geçerek tamamlanmıştır. Peki, eser neyi hikâye etmektedir? Botan Beyi Emir Zeyneddin’in kızı Zîn’in Mem’e aşkını konu edinir.
Bey’in iki kızı vardır; hikâyenin başında bu kızlardan Sıtî, Tacdîn ile evlenir. Kezâ kardeşi Zîn, sevdiği Mem ile nişanlanmıştır. Lâkin her aşk hikâyesinde olduğu gibi rakipler, âşıkların arasını açmaya çalışan fitneciler burada da devreye girer. Burada fitneci beyin hemen yakınında bulunan adamlarından birisi olan Bekir (Bako)’dur; Zîn’in Mem’e kavuşmaması için akla hayale gelmedik tuzaklar kurar, tahkir ve tezyif edici eylemler tasarlar, itibar suikastına sebep olacak yalan yanlış beyanlarıyla ortalığı karıştırır.
Öyle ki, bu tuzakları fark eden ve üstesinden gelmek için var gücüyle mücadele eden Mem, Bey tarafından zindana atılır. Sevdiği uğruna zindana atılma metaforu, Mecnûn’un çöle düşmesi gibi âşığın mânevî kemâli için kullanılmaktadır. Evet, Mem zindana atılmış, zulümlere dûçâr olmuştur; ancak rûhî kemâlini de bu süreçte yaşamış, böylece hayat dairesini tamamlayıp rahmet-i Rahmân’a kavuşmuştur. Bu elim hâdiseyi duyan Zîn de sevgilisinin mezarına kapanır, oracıkta rûhunu sahibine teslim eder.
İki aşığın vuslatını, rakip ve fitneci çeşitli desîselerle engellemiş olsa da ten kafesinden kurtulan canlar cennette birbirlerine kavuşurlar. Öte yandan bu trajik hâdisenin tanıklarından birisi olan Bey’in damadı Tacdîn, hâdisenin müsebbibi olan Beko’yu katleder. O iki âşık aynı mezara yan yana sırlanırken, Beko için de onların ayakucunda bir mezar kazılır. Rivâyet o ki, Mem ile Zîn cennette köşklerinde huzur içinde yaşamaktadırlar; Beko ise, bu iki aşığın oradaki hizmetkârıdır.
İrfânî kültürümüzde “mecâzî aşk, hakîkate giden bir köprü” olarak tasavvur edilmiştir. Mecaz, hakîkate köprüdür. Mecazdan kasıt, görünür âlemdir; gelip geçici dünya ve güzelliklerdir. Mem u Zîn’de bu köprüden geçişin hikâyesini okuyoruz. Köprü, öyle hemencecik kolayca geçilecek bir yol değil. Aksine üstesinden gelinmesi sabır isteyen tuzaklarla, aşılması güç engellerle ve fark edilmesi zor oyunlarla doludur.
Fakat bu menfî duruma rağmen âşık, sabırla, gayretle ve azimle bu yolu aşacak, kemâle erecektir. Hikâye böyle. Bendeniz burada bir hikâye anlatma niyetinde değildim; tarafımdan çözüm sürecine dair bir yazı talep edilmiş, bendenizin bu konuya ilişkin görüşlerimi derleyip toparlamam istenmişti.
Çözüm süreci tabiri, ülkemizin son otuz-kırk yılını elinden alan, ekonomik ve sosyal sıkıntıların yanında memleket evlâtlarını genç yaşlı dinlemeden kaybetmemize sebep olan terör ve şiddet eylemlerine dönük sulh gayretlerini ifade ediyor. Terör uzmanı olmamakla birlikte bir sorumlu vatandaş duyarlılığı ile hareket ederek, süreçle alâkalı daha evvel birkaç yazı kaleme almıştım.
Bunlardan ilki, Dağlıca’da ebediyete uğurladığımız vatan evlatlarının arkasından kaleme alınan, “Dinsin bu gözyaşı artık” başlığını taşıyordu. Daha sonra “Köprü kurmak” ve “Köprü tek taraflı kurulmaz” başlıklarını taşıyan yazılarla, vicdanımdan kopup gelen feryadı kayda almıştım. İlgilisi www.iyibilgi.com’dan bu yazıları okuyacaktır.
Çözüm sürecini bir köprü kurma çabası olarak görüyordum, hâlâ aynı görüşteyim. Gönül köprüleri kurarak meselelerimizin üstesinden geleceğimize olan inancım hâlâ değişmiş değil. Esasen bu köprü, bu toprağı mayalayan Yunus’un izinde giden mânâ erleriyle muhkem bir şekilde inşâ edilmiştir; ama zaman içinde köprünün başında Mem u Zîn’de aktarıldığı gibi Beko’lar türemiş, kardeşliği, dostluğu ve muhabbeti târumâr eden davranış ve tutumlar geliştirmiştir.
Beko bir projedir; aşk derdine düşmüş, dervişlik yoluna düşmüş mü’min Kürt halkının dinî ve millî değerlerini modern algılarla yeniden inşâ etme projesi. Oysa Mem ve Zîn’in, bin yıllık tarihi süreç içinde birbirinden kopması muhal sağlam bağlarla birbirine bağlandığı aşikârdır.
Mesele, Tacdîn gibi, kurulan tuzakların farkına varan irfan sahibi kahramanların bu gidişâta dur demesi meselesidir. Bendeniz çözüm çabalarını, “dur” deme çabası olarak görüyorum; yalnız bu dur deyişin, sadece siyâsî irâdenin gayretlerinden mülhem olmayacağı, ilim ve irfan sahibi ârif insanların doğrudan doğruya konuya müdâhil olmaları gerektiğine kaniyim.
Siyâsî irade, bendenizin baktığı yerden bakıyor olmalı ki, çözüm sürecini âkil insanlarla destekleme gayretine gitmiştir. Bu yerinde bir politikadır; sorumluluk bilincini üst seviyede paylaşan “aydınların” olaya müdâhil olmasını sağlamıştır. Fakat yeterli değildir; asıl çabanın, irfan hayatımızı besleyen değerler üzerinden, özellikle bölgedeki ilim halkalarının yeniden canlanması, usûl ve erkân öğreten irfan ocaklarının yeniden uyandırılmasıyla istenilen noktaya ulaşacağı görülmektedir.
Demem o ki, meselâ Ali Emîrî’nin şehrinde, ona kitap aşkını veren sohbet halkaları, ilim meclisleri, “hikmete dâir fen” olarak nitelendirilen mûsikî fasılları kuruldukça, huzur ve güven de kendiliğinden gelecektir. O bakımdan, çözümün en önemli odaklarından birisi olarak Ahmed-i Hânî’ye selâm veriyor, Mem u Zîn’i bu gözle yeniden okuyorum.
Milletlerin buluşma noktaları olmalı, tıpkı sokak ve caddeleri buluşturan meydanlar gibi. Çocuklarımıza, o buluşma noktasını, ulaşılacak o meydanı işaret edebilmeliyiz. Bu buluşma noktası bazen bir kitap, bazen bir efsâne, bazen bir türkü olabilir.
Burada buluşarak değerleri yeniden üretir, insanın ve toplumun hizmetine sunarız. Aksi takdirde, fındık kabuğunu doldurmayan hâdiseler kartopu gibi büyür, altından kalkılamayacak bir hâle döner. Maalesef yerli düşünceden beslenemeyen siyâsî programların, dâhilî ve hâricî odakların elinde millet ve memleket aleyhine kullanışlı projeler hâline evrilmesi mukadderdir.
Bölücü faaliyetler, şiddet ve terör odakları birer “kullanışlı projeler” hâline geldiği gibi, memleket gemisini yürütmekte olan organların da farkına varmadan bu projede yerini alması da muhtemeldir. İçimizde cereyan eden ve âdetâ kangrene dönüşen bu hâdisenin, insana, dile ve kültüre değer veren çözüm odaklı yerli politikalarla sulha dönüşeceğini umut ediyoruz.
Mem’den uzak kalmanın acısıyla kavrulan Zîn, onu anlamayan ağyârı (yabancıları) terk ederek, “Bu iyi zamandır.” dediği kendi yalnızlığına çekilir de tenhâda yapraklarla, ağaçlarla, çiçeklerle ve kuşlarla konuşur. Kâinata döner yüzünü, bir hemdert arayışına çıkar; kendisi gibi aşk derdiyle bitap düşen bülbülün peşine düşer, onunla halleşir.
Hepimizin kalkıp gitmeye, dışarı çıkmaya, kâinatla buluşmaya ve hâlleşeceğimiz bir bülbül bulmaya ihtiyacımız var. Çözüm, sadece Doğu ve Güneydoğu’da sorunları çözmek, ülke genelinde terör ve şiddete sebep olan âmilleri ortadan kaldırma çabası değildir; aynı zamanda millet olarak dertleşme, oturup halleşme ve helâlleşme sürecidir de. Dolayısıyla “Bu iyi bir zamandır.” deyip, meselenin insânî tarafını unutmadan yol almaya çalışmak lâzım.
Bilal KEMİKLİ
YazarAdâlet, haklıya hakkını vermek, zâlime engel olup mazlûmu korumaktır. Haksızlığı gidermeye çalışırken yeni mazlumlar üretmemek, ata ot, aslana et vermektir. Adâlet, işi ehline vermek böylece insanlara...
Yazar: Mahmut KAPLAN
İstanbul, Konya gibiKudüs bizim canımız.Senden miraca çıktıBiricik Sultânımız.Övülmüş kutlu şehir,İlk kıblemiz Kudüs’tür.Her dem yüreğimizdeSolmayan güzel süstür.Beş vakit gönüllerdeAçan Mescid-i Aksâ...
Şair: Bestami YAZGAN
Şimdi oturmuş, otomobil ve hayat arasında bir ilişki kurmaya çalışıyorum. Temel tartışma konum; bir otomobili sabır ve metanetle iyi kullanan şoförlerin hayatı da o şekilde metin ve sabırlı yaşayıp ya...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Yüce Allah Furkan Sûresi 77. âyette şöyle buyurmaktadır:"(Rasûl’üm!) De ki; ‘(Kulluk ve) duânız olmasa, Rabb’im size ne diye değer versin? (Ey inkârcılar! Size Rasûl'ün bildirdiklerini) kesinkes yalan...
Yazar: Mehmet SOYSALDI