Ârifler Ölümü Devamlı Olarak Hatırlarlar
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, ölümü hayatla anlamlandırmıştır. Bir imtihan için insan, Allah tarafından yokluktan varlık âlemine getirilmiştir. Ölüm Kur’an’da Allah’a döndürülmek olarak nitelenmektedir. Dünya geçici olarak bir aldanma ve oyun yeridir. Dünyada insana sunulan bütün güzellikler, dünyaya ait süslerdir. İnsan hayata gönderiliş gayesini unutmadan Allah’a ibadeti amaç hâline getirerek yaşamalıdır.
Tasavvufî anlamda ölüm denilince, sadece bedenin ölümü kastedilir. Ruh ölümsüzdür. Ölüm, ruhun dünya karanlıklarından kurtulup aydınlığa kavuşması, gerçek ve sonsuz bir hayata başlamasıdır. İmam-ı Gazzâlî şöyle der: “Ârifler ölümü devamlı olarak hatırlarlar, çünkü ölüm onlar için sevgilisi ile buluşma zamanıdır. Seven sevgilisi ile buluşacağı günü asla hatırından çıkarmaz. Hatta bu yüzden ölümün geç gelmesine üzülür. Bir an önce bu dünyadan kurtulup Sevgiliye/Allahu Teâlâ’ya dönmeyi arzularlar.”
Hz. Mevlânâ, ölüme tasavvufî yönden yüklediği manayı “Şeb-i ârûs/Vuslat gecesi” olarak tanımlamıştır. Ona göre ölüm “başa çıkılması zorunlu” bir kavram olmaktan çıkmış, özlenen, hasretle beklenen bir “dost” kabul edilmiştir. Bu anlayış, ölümden sonra dirilişe sağlam bir imanın ve çok sevilen Allah’la aradaki perdelerin kalkması özleminin tabii sonucudur. Tasavvufta “Ölmeden evvel ölünüz.” tavsiyesi mevcuttur. Hulûsi Efendi Hazretleri:
"Ölmeden ön ölmek olsun dâim ârzun ey gönül
Nefs ü şeytânın elinden çeşm-i nem-nâk olagör"
beytiyle “Mûtû kable en temûtû.” sırrına mazhar olmayı, Cenab-ı Hak’la dirilmeyi işaret etmektedir. Tasavvuf en meşhur tariflerinden biri şöyledir: “Tasavvuf, Hakk’ın seni senlikten öldürmesi ve kendisiyle diriltmesidir.” İşte bütün sır buradadır.
Bu noktada çelişkiler yok olmakta, ölümle hayat birleşmekte, bir bakıma ölüm gerçek hayatın sebebi olmaktadır. Buradaki ölüm kibrin, gururun, enaniyetin, hasedin yok edilmesi; kısacası nefis ve şeytanın kontrol altına alınması, sanki ölü gibi etkisiz bir hâle getirilmesidir. Tasavvuf terimiyle söylersek bu zühddür, terktir, nihayet “fenâ fillâh”tır.
Şeyh Hamid-i Veli Somuncu Baba Hazretleri bir dörtlüğünde şöyle buyurur:
"Diriyiz daim, ölmeyiz
Karanularda kalmayız
Çürüyüp toprak olmayız
Bize leyl ü nehar olmaz"
Vakıf Başkanımız H. Hamideddin Ateş Efendi de tasavvuf ehlinin ölümü vuslat bildiklerini bir söyleşide şöyle ifade eder:
“Ölmeden önce ölünüz.’ hadis-i şerifinin sırrına binaen mutasavvıfların, dünyada iken nefislerini öldürdükleri için, ölümleri gerçek âleme göçüş ve vuslat olarak kabul edilir. Topluma hayat iksiri veren, canlılık katan, dinamizm katan yüce veliler, hayatı manevî renklerle donatır, insanların iç âlemlerini aydınlatırlar.
Cehaletle savaşır, zulmet karanlıklarına iman ve irfan çerağı yakar, gönülleri pür nûr ederler. Onların zikirle hemhâl olmuş kalpleri, ibadetle yoğrulmuş bedenleri toprağa emanettir. Toprak onları çürütmez. Kendi aydınlatıcı olanın, kendi güneş olanın güneşten etkilenmesi, gecenin karanlığına düşmesi elbette mümkün değildir. Zaman ve devran onlarla hareket eder, gece ve gündüz kavramları vuslat kavramının içinde erir.”
Cenab-ı Allah hayatımızda her türlü hayrı ziyadesiyle ihsan eylesin. Ölümümüzde de her türlü şerden muhafaza eylesin.
Kemal DEMİR
YazarDünyada büyük değişimlerin yaşandığı bu dönemde, Türkiye, coğrafî ve stratejik konumu nedeniyle, kültürel ve tarihî birikimi sayesinde bu sürecin merkezindedir. Üç kıtanın kavşağında yer alan ülkemiz,...
Yazar: Kemal DEMİR
İsmâil Hakkı Bursevî, 1653 yılında Bulgaristan’ın Aydos şehrinde doğmuş, hayatının büyük bir kısmını Bursa ve Üsküdar’da geçirmiştir. Celvetiyye Tarîkatı’na bağlı olan Bursevî, annesinin vefâtının ard...
Yazar: Kemal DEMİR
Fâtih Sultan Mehmed, aradan geçen yüzyıllara rağmen Türk milletinin hâfızasında en canlı ideal olarak yerini korumaktadır. Bugün eğitimde öncü sayılan birçok kurumun temelleri onun dönemine dayanır. İ...
Yazar: Kemal DEMİR
Tarih boyunca Kafkasya, jeopolitik ve jeostratejik önemi nedeniyle tüm devletlerin ilgisini çekmiştir. Bölgedeki enerji zenginlikleri uluslararası ilginin yanı sıra etnik ve iç savaşlara, politik soru...
Yazar: Kemal DEMİR