Allah Kulları ile Beraberdir
“Kul” kelimesi, Türkçe’nin derin köklerinden gelen bir ifade olup tarih boyunca farklı anlam katmanlarıyla işlenmiştir. Türk Dil Kurumu’na göre “kul”, Allah’a bağlılık ve itaat içinde olan kişi anlamını taşır. Etimolojik olarak bakıldığında ise “kul”, Türkçe kökenli bir kelimedir ve eski Türk yazıtlarından Osmanlı dönemi metinlerine kadar pek çok kaynakta çeşitli anlamlarda kullanılmıştır.
İlk olarak kölelik ve hizmet anlamlarını çağrıştıran bu kelime, zamanla, İslamiyet’in kabulüyle manevi bir boyut kazanarak kulluk bilincine dönüşmüştür. Bu, yalnızca acziyetin değil, aynı zamanda Allah’a yakınlık ve sadakat arayışının bir ifadesi olmuştur.
Kulluğun derinliğini düşündüğümüzde, bir insanın tıpkı bir damla su gibi deryaya karıştığı an gelir aklımıza. Kul, kendi benliğini aşarak Yaratıcısına yönelir; bir nehrin denize akışı gibi doğal ve kaçınılmazdır bu bağ. Yine aynı şekilde kulluk, bir acziyetin değil, Allah’a yakın olma şuurunun göstergesidir.
Bu ifade, kulluğun pasif bir boyun eğme hali olmadığını, bilakis insanın varoluşunun en yüksek bilinci olan Allah’a teslimiyetin bir yansıması olduğunu ortaya koyar. Kulluk, insanın hem kendi sınırlarını hem de Yaratıcının sonsuz kudretini idrak etmesiyle şekillenir.
Türk edebiyatında da kulluk kavramı, şairlerin ve yazarların eserlerinde sıkça yer bulur. Yunus Emre’nin “Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için.” dizeleri, kulluk anlayışını sevgi ve teslimiyet üzerinden ele alır. Yunus’un şiirlerinde kulluk, Allah’a duyulan aşk ve samimiyetin en saf hali olarak tasvir edilir.
Buradaki sevgi, bireyin hem kendisiyle hem de Rabb’iyle kurduğu derin bir bağın göstergesidir. Yunus’un şiirlerinde, aşk ile dolu bir gönül tıpkı bir gül bahçesi gibi, her yaprağında Allah’ın izini taşır.
Bir başka örnek ise Mehmet Akif Ersoy’un Safahat eserinde geçen şu mısralardır:
Hakk’a tapmak saadetten nasibindir, ey insan;
Hakk’a tapanların her biri dünyaya sultan!
Bu dizeler, kul olmanın aynı zamanda insanı yücelten bir meziyet olduğunu anlatır. Allah’a kulluk eden insan, iç huzuruna ve hakiki özgürlüğe ulaşır. Mehmet Akif, bu kavramı ahlâkî bir çerçevede ele alarak kulluğun insan hayatındaki merkezî yerini vurgular.
Kulluğun özü, insanın sorumluluk ve bilinciyle şekillenir. Bir kul, hem kendisine hem de çevresine karşı mesuliyet taşır. Bu bağlamda, kulluk yalnızca bireysel bir ibadet değil, aynı zamanda toplumsal sorumlulukların da bir yansımasıdır. İnsan, bir tarladaki tohum gibi, hem kendi potansiyelini geliştirir hem de çevresine fayda sunar. Kişi, Allah’a kul olmanın bilinciyle hem dünyaya hem de ahirete yönelik bir hayat sürer.
Sonuç olarak, Allah kulları ile beraberdir ve kulluk, insanın Allah’a duyduğu derin sevgi ve bağlılıkla anlam kazanır. Bu bağlılık, insanı yalnızca manevi anlamda değil, toplumsal ve bireysel sorumluluklarında da yüceltir. Yunus Emre’nin dediği gibi: “Aşk ile çalışan, Allah’a yakın olur.” Bu yakınlık, kulluğun derin manasında saklıdır. Kul, nihayetinde bir çerağ misali, hem kendi içindeki karanlığı aydınlatır hem de çevresine ışık saçar.
H. İklil ABBASOĞLU
YazarKâinatta her şeyin yaratıcısı, sahibi ve yöneticisi Allah’tır. “Allah” lafzı, O’nun özel adıdır. Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak aklî ve ahlakî bir mecburiyettir. Çünkü akıl, zaman ve mekânı b...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
“Kula vefası olmayanın Hakk’a vefası olmaz.” diyor Mevlâna Hazretleri. Arkasından Hz. Ali’nin tüm insanlığa ders niteliğindeki aydınlık sözü geliyor akıllara; “Kimseden vefa görmesem de vefa göstermey...
Yazar: H. İklil ABBASOĞLU
Bir dağın eteğinde, bir çiçeğin yaprağında, bir çocuğun bakışında, bir ihtiyarın sessizliğinde saklı duran anlam… Kimi zaman gözümüzün önünde, kimi zaman unuttuğumuz bir kenarda duran o derin his: kıy...
Yazar: H. İklil ABBASOĞLU
Zaman, insana bahşedilmiş en kadim sırdır. Günler birbirini takip ederken, bazı aylar vardır ki zamanın içinden sıyrılıp âdeta ruhu olan bir misafir gibi gelir ve insanın kalbine dokunur. İşte Ramazan...
Yazar: H. İklil ABBASOĞLU