ALLAH İLE KUL ARASINDA NASIL BİR İLETİŞİM VARDIR?
"Gözlerimiz¸ ışığı görme duâmızın kabulüdür. Yüzümüz¸ güzel görünme duâmızın kabulüdür.
"Gözlerimiz¸ ışığı görme duâmızın kabulüdür. Yüzümüz¸ güzel görünme duâmızın kabulüdür. Burnumuz¸ güzel kokularla birlikte olma duâmızın kabulüdür. Dudağımız¸ damağımız¸ dilimiz bir kelam söyleme duâmızın kabulüdür."
Allah Teâlâyı¸ ne bu dünya gözüyle görebilir¸ ne de doğrudan işitebiliriz. İletişim iki taraf arasında tahakkuk eden bir fiil olduğuna göre¸ görmediğimiz¸ duymadığımız bir Varlık'la iletişim sağlamamız mümkün müdür?
Büyük üstad Toshihiko Izutsu'nun kılavuzluğunda¸ Allah ile kul arasındaki iletişimi şöyle tasnif edebiliriz:
Allah'tan Kul'a Doğru Bir İletim
Sözlü (Dil sistemi kullanarak): Hepimizin malumudur ki bu¸ Allah kelâmı Kur'an-ı Kerim'dir. Hâlik¸ mahlûkuna mesajını¸ lütfu olan lisân vasıtasıyla iletmiştir. Kutsî hadisleri de bu gruba dâhil edebiliriz.
Sözsüz: Bu olguyu¸ "Kâinatı bir kitap olarak okumak" tarzında özetleyebiliriz. Duyan kulak¸ gören göz ve kalpler için¸ Allah Teâlâ tarafından kâinata ve mahlûkata nakşedilmiş olan "satır arası mesajlar"; müspet-menfi tabiat olayları¸ âfet ve felaketler
Lâkayt veya art niyetli isek¸ sözlü mesajı¸ yani Kur'an'ı okusak dahi doğru anlayamayız. Eğer öyle değilsek¸ Yaratan'dan gelen her türlü mesajı kendi çapımızda okuyabilir ve anlayabiliriz. Artarak devam ede gelen Kur'an'ı anlama etrafındaki tartışmalar da bunu göstermiyor mu?
Kuldan Allah'a Doğru Bir İletim
Sözlü: Bizâtihi duâ olan namazımız(salât)¸ duâ ve niyazımız; Yaratan'a yönelik bilumum duygu-düşünce iletimi.
Duânın kapsamı¸ bazen o kadar geniş görülmektedir ki¸ "var olma"nın dahi¸ mücerret duâların bir cevabı olduğu kanaati mevcuttur. Buna göre¸ var olma¸ yani Yaratıcı tarafından "var ediliş"¸ musavver taleplere karşılık gönderilen cevabî bir eylemdir¸ yani iletişimin bir kanadını teşkil eder.
"Gözlerimiz¸ ışığı görme duâmızın kabulüdür. Yüzümüz¸ güzel görünme duâmızın kabulüdür. Burnumuz¸ güzel kokularla birlikte olma duâmızın kabulüdür. Dudağımız¸ damağımız¸ dilimiz bir kelam söyleme duâmızın kabulüdür. Kulağımız¸ güzel sözler işitme¸ ahenk dinleme duâmızın kabulüdür. Sahi¸ bunca önemli ve büyük duâyı ne zaman seslendirmiştik de kabul edildi? Yokluğumuzda var edilme arzumuzu¸ insan olma duâmızı ifade edecek neyimiz vardı? Acizdik¸ hiçbir şeye gücümüz yetmiyordu. Fakirdik¸ hiçbir şeyin sahibi değildik o zamanlar
Yokluğumuz bir nazlı niyaz ve bir tatlı duâ olmuş ve var edilişimize kabul edilmiş!" (Her Güne Bir Du⸠Semine-Senai Demirci)
"Bana duâ edin¸ size icâbet edeyim" ayeti¸ Allah Teâlâ'nın¸ muhataplarını bizâtihi iletişime teşvik ettiğini; bu tavsiyeye uyanların iletimlerine ivedilik ve harâretle¸ müspet tepki vereceğini; karşı bir iletimde bulunarak teması devam ettireceğini sarâhaten izhar eder.
Sözsüz: Ameller¸ lisân-ı hâlimiz. Bizi bizden iyi Bilen¸ elbette¸ sessiz-sözsüz- sedâsız mesajlarımızı en iyi şekilde anlayacak ve değerlendirecektir. Amellerin de kaydedildiği bir amel defteri yok mu zaten?
Duâ ameliyesinde¸ hem kulun Allah'a iletimi; hem de Allah'ın kula icâbeti¸ kavlî veya fiilî olabilir.
Rızây-ı ilâhîyi kazanmak için işlenen sâlih ameller¸ farz veya nafile ibadetler¸ yapılan samimi iyilikler birer fiili duâdır. Hastasının iyileşmesini niyâz eden bir kuluna icâbet ederek şifa vermesi de Allahın fiilî bir iletimidir. Karşılıklı iki iletimin neticesi tabii ki bir "iletişim"dir.
Allah İle Kul Arasındaki İletişimin Ârızaları
Hem alıcı-verici benzetmemizi¸ hem de Allah-kul arasındaki iletişim kategorilerini birlikte düşünerek söz konusu iletişimdeki hata¸ noksan¸ ârıza ve illeti de teşhis etmek belki mümkün olacaktır. Hemen uygulayalım:
Bu durumda verici Allah Teâlâdır. Peki¸ vericide problem olabilir mi? Hâşâ! Verici hakkıyla¸ mükemmelen sözlü-sözsüz mesajını iletmiştir. Standartlara uygun alıcılar¸ Allah tarafından gönderilen gerek sözlü¸ gerek sözsüz mesajlardan "alâ kaderi ukûlihim" maksadı alacaklardır. Bu takdirde farklı seviyelerde de olsa¸ bütün alıcılar sağlıklı iletişim kurmuşlardır. Sözlü ve sözsüz iletişim arasında ancak sonuçları itibariyle bir ayrım yapabiliriz: Sözlü mesajları okuyup¸ düşünüp¸ anlama eylemi neredeyse mecbûrî iken; sözsüz olanlar için bu nevi fiiller ihtiyarî yahut vehbîdir denebilir. Zira her insan¸ kâinat ve mahlûkat nezdinde ahenkli bir şekilde nakşedilmiş; dikkatsiz ve ciddiyetsiz zihinlerin algılayamayacağı; yüzeysel temaşa ile kendini hemen ele vermeyen; sessiz¸ kelimesiz¸ dakîk mesajları okuyup¸ anlayamaz. Zaten her mükellefin de¸ kâinata kaydedilmiş cemi? külliyâta vâkıf olmaya mecburiyeti yoktur.
Yeri gelmişken zihinleri meşgul edebilecek bir meseleye de temas edelim: Kur'an'ı Kerimde "daha iyi anlaşılması için "Arapça Kur'an" indirildiği defaatle ifade edilmiştir. Hatta Fussilet suresinde "Biz Kur'an'ı a'cemi(yabancı¸ dili anlaşılmaz bir metin) yapsaydık¸ diyeceklerdi ki: "ayetleri tafsîl (beyân) edileydi ya! Arab'a anlayamayacağı yabancı bir dille mi hitap ediliyor?" şeklinde muhatapların muhtemel itirazlarına cevap verilmektedir. Burada Kur'an'ın Arapça olmasından ziyade¸ - sıfat tamlaması şeklinde- "Arapça Kur'an" indirilmesinden bahsedilmektedir.
Neden Türkçe¸ Almanca¸ İtalyanca¸ Japonca değil de Arapça? Bu¸ Arapça dışında bir şifre sistemi¸ yani dil sistemine sahip olan muhataplar için bir itiraz noktası teşkil edebilir mi?
Söz konusu ayetlerde geçen Arapça ifadesi¸ mevcut diller içinden seçilmiş bir dil olarak Arapçanın ötesinde bir duruma işaret eder. Yeryüzündeki dillerin farklı farklı olmasının hikmetleri bir yana¸ bu dillerden herhangi bir dil ile nâzil olmasıdır vurgulanan. Yani bir grup insanın kullandığı¸ konuştuğu ve anlaştığı bir dil ile indirilmiştir Kur'an. Bu dil Türkçe¸ Almanca¸ Japonca da olabilirdi. Ama hem seçilen elçinin Arap olması¸ Arapça konuşması¸ hem de o coğrafyadaki insanların Arap dilinin şifre sistemine sahip olması¸ niçin diğer dillerde değil de Arapça olarak indiğinin basit¸ yüzeysel cevabı olabilir. Şayet Kur'an¸ yeryüzünde hiç kimsenin tanımadığı¸ anlamadığı¸ kodlarına sahip olmadığı¸ farzı muhal¸ Mars dili ile nâzil olsa idi mesaj anlaşılabilir miydi? Şu veya bu; tedâvülde olan bir dil ile yani Arapça ile gelmesi¸ tabii ki mesajın anlaşılmasını sağlar. Mademki dünyada bu dili kullanan¸ anlayan bir grup insan var. Nihayetinde bir dilden diğer dillere mesajın kodlarının aktarılması mümkündür. Türkçe inmiş olsaydı¸ bu kez de Arapçaya¸ Çinceye çevrilir ve tedâvüldeki her bir dile aktarılarak anlaşılması sağlanabilirdi. (bu teşâbühün izâlesindeki rehberliği için üstad Dücane Cündioğlu'na minnettârım.)
Kur'an'ın Mesajlarını Anlamaya Çalışmak
Allah'tan kula doğru iletişimin arızalarını teşhise devam edelim:
Vericide¸ dolayısıyla gönderilen mesajda pürüz olmadığına göre; diğer ihtimalleri değerlendirebiliriz: Kur'an'ın metni eksiksiz olarak alıcının elindedir. Ama bu yayın'ın sağlıklı bir şekilde alındığını göstermez. Yukarıda da değindiğimiz gibi alıcı¸ Ku'ran mesajlarının kodlarını çözecek şifre bilgisine¸ yani dilin inceliklerine veya konumunun gerektirdiği ciddiyete sahip olmayabilir. Birincisinde mesaj¸ anlamsız çizgiler veya sesler yığını olarak algılanır. İkincisinde ise¸ art niyetlilik hatta niyetsizlik veya en hafifinden ihmal söz konusudur. Binâenaleyh¸ şifrelerin deşifre edilebilmesi imkânsızdır.
Kur'an'ın mesajlarını anlamaya çalışırken¸ ortamın buna müsait olması gerekir. Yayın net olsa dahi¸ etraftan gelen parazit¸ gürültü ve tartışmalar da iletişimi baltalar. Bu takdirde alıcı hakîkaten hakîkati öğrenmek arzusu taşıyorsa; mümkünse bu olumsuzlukları temizlemeli¸ değilse donanımını kuvvetlendirerek¸ her şeye rağmen yayın üzerinde konsantre olabilmelidir. Yoksa iletişim "gürültüye gidebilir".
Ana dili Arapça olmayan bizim gibi alıcıların¸ evvelâ şifre sistemini¸ yani dili¸ yani o dilin taşıdığı kültürü¸ tarihi¸ medeniyeti¸ mesajların bağlamını hakkıyla öğrenmesi îcâb eder. Müteâkiben mükemmel iletişimin diğer şartlarını yerine getirmelidir.
İdeal Mümin¸ alıcıları sözlü sözsüz iletişime açık; gerek kendi bedeni¸ gerekse eşya¸ hayvan¸ nebât ve insanlarla samimi¸ sahîh iletişim kurabilen; bunu nihâî iletişim¸ yani Allah ile iletişimin gereği olarak yapabilen¸ gönül dili ile konuşan ve kendisine yöneltilen mesajları can kulağı ile dinleyebilen¸ dinlemesini bilen kimsedir.
Mustafa KAYAPINAR
Yazar“Sâde” yazmak, “basit” yazmak değildir. Çoğu kimse sâde kelimesini basit kelimesiyle aynı anlamda kullanır. Oysa sâde, içinde derinlik barındıran bir kavram… Fakat basit, sathîdir; yüzeysel, üstünkörü...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Hayatın ayrılmaz bir parçası olan ölüm, tarih boyunca düşünürler, din önderleri ve âlimlerin varlığı anlama ve anlamlandırmalarını sağlayan temel kavramlardan biri olmuştur. Bu anlamda ölüm, şairleri ...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Ey öğrencim! Dünya sevgisinden sakın. Zira sirke saf balı bozduğu gibi dünya sevgisi de sâlih ve iyi amellerini bozar. Yetimlere, şefkat, çıplaklara elbise giydirmekle merhamet, açları doyur...
Yazar: somuncueditor
Tefsir, hadis ve fıkıh âlimi. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in bacanağı, Şeyh Edebali’nin hemşehrisidir. Doğum tarihi bilinmemektedir. Sultan Orhan devrinde vefat etti. Karamanlı olan Durs...
Yazar: Muammer YILMAZ