Akşemseddîn’in Bir Şiirinde Sûfî ve Tasavvuf
Hacı Bayram Velî’nin (833/1430) halîfesi ve Fâtih’in hocası olması, tabipliği, eserleri ve yetiştirdiği talebeleri ile ilim ve irfân tarihimizde derin bir iz bırakan Akşemseddîn (öl. 863/1459), aynı zamanda sözü etkili kullanan bir şairdir.[1] Burada, daha çok sûfî kimliği ile tanınan Akşemseddîn’in bir şiirinden hareketle sûfîler ve tasavvufa dair görüşleri ele alınacaktır.
Akşemseddîn’in Sûfî ve Tasavvufa Bakışı: Bir Şiirinin Düşündürdükleri
Birçok sûfîde olduğu gibi Akşemseddîn de sözün gücünü kullanarak şiirine yansıtan ve şiiri görüşlerini muhataplarına aktarmak için vesile gören bir gönül eridir. Velûd bir müellif olan Akşemseddîn, kaleme aldığı birçok şiirle düşüncelerini ifade etmiştir.[2] Aşk, varlık, tecellî, dünyayı terk (zühd) ve zikir gibi birçok konuda şiir yazan Akşemseddîn’in sûfîleri ve tasavvufu tanıttığı şu şiiri mânevî şahsiyetini ve temsil ettiği yolu tarifi bakımından dikkat çekicidir:
Sînelerin ‘ışk elinden itdi biryân sûfîler
Dîdelerin hicr elinden itdi giryân sûfiler
Perde-i nefsi geçüben Ka‘be-i kalbe irüp
Ol haremde nefslerini itdi kurbân sûfiler
Baş u cânlar terk idüben dôstlarını gördiler
Şol cemâl-ı lâ-yezâlî cân u cânân sûfîler
Kendülerden kendülere seyr ü seyrân itdiler
Kendülerde gördiler hem nûr-ı Yezdân sûfiler
Hem cihânı gördiler kim cümle esmâ zıllıdur
Zıllı koyup buldılar hoş dâr-ı Sübhân sûfîler
‘Ayn-ı tevhîd açıluban gördiler kim kâyinât
Cümle esmâ vü mezâhir zât-ı Sübhân sûfiler
Mâ-sivâyı terk idüben buldılar ma‘şûkların
Pes anunla bâkî kalup itdi cevlân sûfîler
Her neye kim bakdılarsa gördiler şehlerini
Enfüsî âfâk içre mest ü hayrân sûfîler
Kendülere ‘âşık oldı fî'l-hakîka kendüler
Pes anun-çün kendülere itdi seyrân sûfîler
Cân u cismi çün münevver itdiler envârıla
Dü-cihânda oldılar hoş Şems-i tâbân sûfîler
Çün-ki mir'ât oldılar esmâ vü zâta âşikâr
Oldılar pes dü-cihânda Hakk'a bürhân sûfiler.[3]
Akşemseddîn’in kısa ama yoğun mesajlar içeren bu şiirinde ilk olarak sûfîlerin yüreklerini aşk ateşi ile yakmaları gündeme getirilmiştir. Sûfîlerin zâhir ilmi tahsîl için aklı (akl-ı meâşı), hakîkati tecrübe için kalbi merkez almalarını dile getirdiği bu mısra ile Akşemseddîn, gönül erlerinin, hakîkate giden yolun kalpten geçtiği ve kalbin aşk ateşi ile temizlenip Hakk’ın tecellîlerini yansıtacak hâle gelmesini zarûrî gördükleri boyuta işaret etmiştir.[4]
İkinci mısrada sûfîlerin, Hak’tan ayrılıklarından dolayı gözlerinden dökülen yaşlara işaret eden Akşemseddîn, bu aktarımı ile yine sûfîlerin zâhir ilim ehlinden farklı olan hakîkate bakışlarındaki kendilerine hâs yönünü gündeme getirmiştir. Buna göre sûfîler hakîkati, rûhlar âleminde Hakk’ın hitabını duyma zevkini tekrar idrak etmek olarak görmektedirler.[5]
Hakk’ın hitâbına mazhar olmanın mânevî hazzının kişide meydana getirdiği tesirle hakîkati idrak için kişinin beden zindanından kurtulmasını zarûrî gören sûfîler, rûhun bedenin tasallutundan kurtulup orijinal saflığına ulaşmasını ve bunun için de gözyaşları ile kalbi karartan kanalların paslarının silinmesini zorunlu görürler.[6] Akşemseddîn, ikinci mısrada sûfîlerin zâhir ehlinden farklı olarak hakîkate bakışlarındaki bu orijinaliteye değinmiştir.
Şiirin ikinci beytinde kalpte Hakk’ın tecellîlerine engel olan en büyük faktöre yani nefse sözü getiren Akşemseddîn, nefis perdesinden geçen sûfînin kalbindeki, Hakk’ın tecellîlerini idrak merkezi olan “Nokta-i Süveydâ” ile hakîkati temaşa ettiğini söylemiştir. Bu noktada hakîkati idrak için sûfîlerin nefislerini Hakk’ın yolunda kurban etmelerini sûfîlere özgü bir yöntem olarak dile getirmiştir.
Üçüncü beyitte dünya beklentilerini, bedenlerinin isteklerini ve Hak’tan başka her şeyi (mâsivâ) kalplerinden çıkararak hakîkatin peşine düşen sûfîlerin ölümsüz olan Hakk’ın tecellîlerini ancak bu yöntemle ulaşılabileceği şeklindeki kabullerine işaret etmiştir. Hakk’ın her insana gizlediği hakîkat sırrını kişinin anlayabilmesi için Hakk’ın kişiye lütfettiği saklı hazineyi fark etmesini gerekli gördüklerini dördüncü mısrada nakleden Akşemseddîn, kişinin kendinde bulunan hakîkat cevherinden sonra kâinattaki Hakk’ın tecellîlerini idrake ulaşacaklarına dair seyrini şu beyitle dile getirmiştir: “Hem cihanı gördiler kim cümle esmâ zıllıdur/ Zıllı koyup buldılar hoş dar-ı Sübhan sûfîler.”
Bu beşinci beyitte Akşemseddîn, eşyanın Hakk’ın isimlerinin tecellîleri (zıllı/gölgeleri) olduğunu, bu gölgenin ardındaki gerçek varlık olan Hakk’ı idrâk eden sûfîlerin âleme bakışlarındaki boyutu nakletmiştir.
Altıncı beyitte tevhîdin aslını tecrübe eden sûfînin kâinat ile Hakk’ın münasebetindeki sır perdelerinin kalkması neticesinde her mezahirde Hakk’ın isimlerinin tecellîsi ile Hakk’ın Zât’ının zuhur ettiği yönündeki tecrübelerini nakletmiştir. Yedinci beyitte sûfîlerin, bu yüksek hakîkati yani Hakk’ın tecellîsini tecrübe etmenin, mâsivâyı terk edip Hak’ta fânî olduktan sonra O’nunla bâkî olmaya bağlı olduğu şeklindeki varlık sırrını çözme zevklerini resmetmiştir.
Akşemseddîn’in “Nefsi çıkar aradan, kalır seni Yaratan” söyleminde formüle edilen sûfî kabulünü ifade bağlamında Hak ile bâkî olanın âlemdeki seyrinde nefsinden kaynaklı bir müdâhale olmayacağı için hakîkati tüm boyutlarıyla müşâhede eden sûfînin bu durumunu dile getirdiği anlaşılmaktadır.
Sekizinci beyitte, Hakk’ın âlem ile münâsebetini gönül zâviyesinden ele alan Akşemseddîn, bir sûfînin enfüsî (iç âlem) veya âfâkî (dış âlem) olsun her neye baksa varlık olarak sadece Hakk’ı temâşâ edişini tarif etmiş ve devam eden beyitte varoluşun sırrını çözen dervişin, Hakk’ın kendisine gizlediği hakîkat sırrını fark ederek kendinden Rabb’ine yol bulmasına tekrar işaret etmiştir.
Akşemseddîn’in dikkat çektiği bu noktaya Niyâzî-i Mısrî, (öl. 1105/1694) “Derman arardım derdime/Derdim bana derman imiş/ Burhan sorardım aslıma/ Aslım bana burhan imiş”[7] beytinde işaret etmiştir. Bu tespitinin ardından sûfîlerin bedenlerini ve gönül evlerini Hakk’ın nuruyla nurlandırdıklarını ve böylece iki cihana ışık veren bir güneş hâline geldiklerini belirten Akşemseddîn, gönül evlerini tertemiz bir ayna hâline getiren sûfîlerin Hakk’ın esmâ ve Zât’ının tecellîlerinin bu temiz aynada yansıması sayesinde iki cihanda Hakk’ın varlığına delil olduklarını da sözlerine eklemiştir.
Sonuç Yerine
Fâtih’in İstanbul’un fethi sürecinde onu motivasyonu ve ona mânevî destekleriyle etkili bir konuma sahip olan Akşemseddîn, zâhir ve bâtın ilimleri tahsil etmiş bir âlim olmasının yanı sıra sözü etkili bir şekilde kullanan mâhir bir şairdir. Akşemseddîn’den günümüze ulaşan şiirleri, onun diğer eserlerindeki hakîkat arayışına ve gönül erlerinin izini sürenleri savunucu tavrına benzer içeriklere sahiptir.[8]
Bu çalışmada incelenilen şiirinde Akşemseddîn’in, aşk, kalb, tecellî, mir’ât/ayna, gözyaşı, nefs, mâsivâ, temâşâ, zıll, mezâhir, esmâ, Zât, fenâ, bekâ, enfüs ve âfâk gibi birçok tasavvufî kavramı yoğun bir şekilde kullandığı görülmüştür. Çok yönlü bir âlim ve şair olan Akşemseddîn, varlık tasavvurunu izah için zikrettiği bu terimlerle, kişinin nefsinin istek ve arzularından vazgeçmesi, dünya beklentilerini görmemesi, kendini ve âlemi temâşâ etmesi, rûhlar âlemindeki saflığa ulaşması, zıllî olanı değil hakîkî varlığı her yerde ve her şeyde idrâk etmesi ile hakîkatin önündeki perdeleri aşması gibi sûfîlerin birçok özelliğini zikretmiştir.
Tevhîdin aslını tecrübe etmek için Hak-âlem münâsebeti çerçevesinde esmâ-i ilâhînin konumu ve eşyanın mezâhirinde tecellî eden Hakk’ı bilmeyi (mârifet) de şiirinde konu edinen Akşemseddîn’in bu yönüyle sûfîlerin hakîkate ulaşmadaki usûllerini de ifade ettiği anlaşılmaktadır.
Çok kısa bir şiirde sûfî tanımı üzerinden tasavvufî düşüncenin kodlarını da tarif ettiği görülen Akşemseddîn’in bu şiiri özelinde söz söylemedeki başarısı da göze çarpmaktadır. Son olarak ifade etmek gerekirse döneminde olduğu kadar günümüzde de güncelliğini koruyan bir isim olan Akşemseddîn’in özellikle şiirleri üzerinden hakîkate dair dile getirdiği görüşleri ve sûfîlerin hakîkate ulaşmada kendilerine özgü yöntemlerine dair aktarımları bir bütünlük içerisinde ortaya konulmalıdır.
[1] Emir Hüseyin Enîsî, Menâkıb-ı Akşeyh (Ankara: Milli kütüphane, İbni Sina Kitaplığı, A. 217/14), 2b; Ethem Cebecioğlu, “Akşemseddin’de Bazı Tasavvufi Kavramlar”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 42, (2001), 78; Hüseyin Vassâf, Sefine-i Evliya, hzl. Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz (İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2006), 2/450; Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri (İstanbul: Matbaa-ı Âmire, 1333), 1/28; Ayşe Yücel, Akşemseddin’in Eserlerinin Dinî-Tasavvufî Açıdan Tahlili (Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 1994), 8-13; Bilal Aktan-Mustafa Güneş, Menâkıb-ı Akşemseddin (İstanbul: H Yayınları, 2011), 28-32.
[2] Muhammet Ali Yıldız, “Akşemseddin’in Eserlerine Genel Bir Bakış”, Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 5/9, (2016), 214-223.
[3] Kemal Eraslan, “Akşemseddin’in Dinî-Tasavvufî Şiirleri”, Türk Dili: Aylık Dil Dergisi 48/394, (1984), 416-417.
[4] Tirmizî, Beyânü’l-fark beyne’s-sadr ve’l-kalb ve’l-fuad ve’l-lüb, thk. Ahmed Abdurrahim es-Sayih (Kahire: Merkezü’l-Kitab li’n-Neşr, ts), 17-38; Halil İbrahim Şimşek, “Tasavvufta Kalbin Kirlenmesi ve Temizlenmesi Konusu”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 14/28, (2015), 35-48.
[5] Serrâc, el-Lüma’ (İslâm Tasavvufu), çev. Hasan Kâmil Yılmaz (İstanbul: Erkam Yayınları, 2016), 163-245.
[6] Hucvirî, Keşfü’l-mahcûb (Hakikat Bilgisi), çev. Süleyman Uludağ (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2020), 95.
[7] Niyâzî-i Mısrî, Niyazî Dîvânı (İstanbul: Maarif Kitaphanesi, ts), 126.
[8] Yıldız, “Akşemseddin’in Eserlerine Genel Bir Bakış”, 214-223; Bedriye Reis, “Sûfîlere Yöneltilen Tenkitlere Bir Cevap: Akşemseddin ve Def‘u Metâini’s-Sûfiyye İsimli Eseri”, dergİabant (AİBÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi) 2/3, (2014), 37-70.
Fatih ÇINAR
YazarŞemseddîn-i Sivâsî’nin Darende’de Açan Gülü:Somuncu Baba Ahfâdından Muhyiddîn-i Darendevîİslâm tarihindeki üç meşhur Şems’ten biri olarak kabul edilen Şemseddîn-i Sivâsî (öl. 1006/1597), Halvetiyye Ta...
Yazar: Fatih ÇINAR
Ya Rabbi ol nebi, güller aşkınaBir hazan gelirse, soldurma biziŞu nefsin elinden döndük şaşkınaDipsiz kuyulara, doldurma biziŞeytan kılavuzdur cümle şerliğeDinamit kor temelinden birliğeÜmmeti mesrûr ...
Şair: Ramazan PAMUK
Nakşbendî Tarîkatı’nın önde gelen isimlerinden olan Mehmed Raîf Efendi’nin hayatı hakkında detaylı bilgi bulunmamaktadır. İstanbullu olduğu bilinen Raîf Efendi, İstanbul’da 1309/1891’de vefât etmiştir...
Yazar: Fatih ÇINAR
Şehir kültürü… Şehrin değerlerini ortaya çıkarmak, tanıtmak.Şehri merkeze dönüştürmek…Bayramîlik… Devlet, kültür ve tarîkat.15.yüzyılın önde gelen ilim ve irfân sahibi ulemâsından, mutasavvıf ve evliy...
Yazar: Bilal KEMİKLİ