Âhiret İnancının Sağladığı Huzur
Yüce dinimizin altı iman esasını hepimiz küçük yaşlarda öğrenmişizdir. Çünkü yazları gidilen Kur’ân kursları ile diğer dinî eğitimlerde ilk öğrendiğimiz şeylerden biri de imanın şartlarıdır. Bu altı esas “Cibril hadisi” diye meşhûr olan bir hadiste bir arada zikredilmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu uzun hadisin bir yerinde şöyle buyurmaktadırlar: “İman Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, hayrı ve şerriyle kadere inanmandır.”[1]
Âhirete iman dinimizde o derece önem arz etmektedir ki, Kur’an’da pek çok âyette tafsîlatlı olarak ele alınmaktadır. Bu durum yüce Allah’ın âhiret inancına verdiği önemi göstermektedir. Öyle ki doğrudan âhirete değinen âyetlerin sayısı 1900 civarındadır. Bu da yüce kitabımızın yaklaşık üçte birini oluşturmaktadır.
Ayrıca Kur’ân’da bazı sûrelerin isimlerinin kıyâmet anlamına gelen isimlerle adlandırılmış olması da aynı önemi teyit etmektedir: “Kıyâme”, “Hâkka”, “Kâria”, “Ğâşiye”, “İnfitâr”, “İnşikâk”, “Tekvîr” sûreleri böyledir. Bunun yanında pek çok âyette Allah’a iman ile âhirete imanın beraber zikredilmiş olduğunu hatırlamamız gerekir. Dolayısıyla Allah’a inanan kimse âhirete de inanmak durumundadır. Örneğin bir âyette şöyle buyurulmaktadır: “Allah'a ve âhiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır.”[2]
Âhiret üzerinde bu derece durulmasının elbette pek çok hikmeti vardır. Bu yazımızda bu hikmetlerden birkaç tanesini ele almaya gayret edeceğiz.
Hesap Verme Korkusu İnsanı İstikâmet Üzere Tutar
Ahlâkî değerlerin önemli kısmı tüm dünyada kabul edilmiş ortak kıymetlerdir. Bununla birlikte bu değerlerin istenildiği ölçüde gönüllere hâkim olduğunu ve herkes tarafından benimsendiğini söylemek mümkün değildir. Bu yüzden de (ülkemiz de dâhil olmak üzere) dünyanın dört bir yanında suç oranlarının sürekli arttığını ve toplumların gittikçe vahşîleştiğini, insanî değerlerden uzaklaşıldığını söylemek gerçeğin ikrârından başka bir şey olmaz.
Çünkü çoğu zaman polisiye tedbirler de yeterli olmamakta ve insan birilerine yakalanmayacağını veya az bir ceza alacağını hesap ettiğinde pervasızlaşıp suça yönelebilmektedir. Oysaki her şeyi gören bir Yaratıcı’nın olduğu ve yapılanların tamamının hesabını âhirette soracağı inancı insanların kalplerine yerleşmiş olsaydı, bahsedilen bu olumsuzluklar büyük oranda azalacaktı. Böyle olunca da erdemliler toplumunu yeniden inşâ etmek çok kolay olacaktı.
Gerçekten de âhiret inancı insanı iyi ameller işlemeye sevk eden ve yanlış eylemlerden alıkoyan önemli bir güçtür. Kul yapıp ettiklerinin sürekli kayıt altına alındığını ve bunlardan bir gün hesaba çekileceğini bildiğinde kendisini frenler. Harama bulaşmaktan, kul hakkına girmekten, yanlış işlere karışmaktan geri durur.
Çünkü âhirette defterinin soldan verilenlerden olmasını istemez. Cehennem azabına dûçâr olmadan cennete gitmeyi arzular. Böyle olunca da kendisini kontrol eder, polis ve benzeri bir güç olmasa bile ahlâklı olmaya ve güzel bir yaşam sürdürmeye çabalar. Ancak bu inanç ne kadar zayıflarsa insanın suça olan meyli de o derece artar. Toplumumuzun Müslüman kimliğine rağmen suç oranlarının devamlı artması ve akla hayale gelmeyecek cürüm çeşitlerinin işlenmeye başlamasının bir nedeni de budur.
Bu yüzden mânevî değerlerin, insanlarımızı tekrardan Allah’a ve âhiret gününe “gerektiği gibi” iman ettirmenin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü şu âyetler ile hadisleri okuyan bir insan harama bulaşacağı zaman ürperti duyar ve kendisini geri çeker. Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimse hâline gelir:
“Biz, zâlimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepe çevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) imdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeri!”[3] “Şüphesiz âyetlerimizi inkâr edenleri gün gelecek bir ateşe sokacağız; onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini başka derilerle değiştiririz ki acıyı duysunlar! Allah daima üstün ve hakîmdir.”[4] “Kıyâmet günü, cehennemliklerin azap yönünden en hafifi olan kişi ateşten iki nalin giyer ve bunların sıcaklığından beyni kaynar.”[5]
İmam Gazâli cehennem ateşinin korkunçluğunu anlatırken şöyle der: “Cehennem azabının şiddetinden şüphe edecek olursan, parmağını ateşe yaklaştır ve bunu cehennem ateşiyle mukâyese et. Sonra da dünya ateşini âhiret ateşine kıyas ettiğinden dolayı hata ettiğini anla. Çünkü dünya ateşinin cehennem ateşiyle karşılaştırılması uygun olmaz. Lâkin dünyada bu ateşten daha şiddetli bir azap olmadığı için mecbûriyetten dünya ateşi cehennem ateşi ile kıyaslanmaktadır.”[6]
Bu tablo bize cehennem ateşinin dehşetini anlatmaya yetmektedir. Buna gerçek anlamda iman etmiş ve benimsemiş olan bir insanın hâl ve tavırlarının istikâmet üzere olacağı âşikârdır. Lâkin kişi bunları okumasına rağmen yüreğinde söz konusu korkuyu hissedemiyorsa, imanını kontrol etmesi gerekir.
Cennet İştiyakı Güzel Amellere Sevk Eder
İnsanı istikâmet üzere tutan elbette sadece cehennem korkusu değildir. Bir de yaptığı iyi amellerin karşılığında ulaşacağı cennet vardır. Bu da insanı güzel bir hayat sürme yönünde coşkulu kılar. Çünkü Sevgili Peygamberiyle, onun dostlarıyla veya kendisinin iyi bir mü’min olarak tanıdığı istikâmet sahibi kişilerle âhirette bir arada olabilmesinin yolu cennete girmesinden geçmektedir.
Yaptığı her güzel amel karşılığında Rabb’inin sevap verdiğini bildiğinden dolayı en küçük bir hayrı bile yapmaktan geri durmaz ve bunu yerine getirirken büyük bir haz alır. Çünkü hem Rabb’i memnun edecek bir amel yapmakta, hem de kendisini cennete götürecek bir sevap kazanmakta ayrıca yaşamış olduğu dünyaya artı bir değer katmaktadır. Bu yüzden Müslüman hayatı sadece farzlarla değil nafilelerle de süslenmiş insandır.
Cennet ve cehennemi aklına getirmeden sadece Allah sevgisiyle ibâdet edebilme mahâretini gösterebilen insan sayısı gerçekten azdır. Bu nedenle gerek Rabb’imizin ve gerekse sevgili elçisinin bahsettiği şu nimetlerden hiç kimse uzak kalmak istemez. Bu yüzden son din İslâm’ı benimsemiş olan mü’minlerin hayattan ve ibâdetlerden aldıkları mânevî tat başka hiçbir dinde tadılamaz:
“İman edip iyi davranışlarda bulunanlara, içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele!”[7] “Girecekleri yer altlarından ırmaklar akan Adn Cennetleridir. Onlar için orada kendilerine diledikleri her şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle mükâfatlandırır.”[8] “Onlar için orada ebedî kalmak üzere diledikleri her şey vardır.”[9] "Cenâb-ı Hak buyuruyor ki; "Salih kullarım için ben, cennette hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir insanın aklına getiremeyeceği nimetler hazırladım."[10]
Âhiret İnancı Zorluklara Dayanma Gücü Verir
Hayatta hepimiz birçok sıkıntıyla karşılaşırız. Hâlledemediğimiz problemlerle yüzleşiriz. Haksızlıklara uğrarız. Bunların önemli kısmının altından kalkamayız. Altında eziliriz, üzülürüz, ağlarız. Elimizden bir şey gelmediği için hayıflanırız. Böylesi durumlarda mü’minin kendisini rahatlatması ve imanından takviye alarak ayakta durabilmesi için üç aşamalı bir yol takip etmesi yararlı olur. Bu satırların yazarı kendisini her zaman bu yolla rahatlatmaktadır.
1- Sizi ezen ve takatsiz bırakan haksızlık veya felâket sonrasında kendinize sorun; “Allah var mı?”. Bu soruya gönülden vereceğiniz cevap “Elbette var.” olacaktır. Öncelikle gönülden hissederek Allah’ın var olduğunu bir kez daha kendinize hatırlatın.
2- Ardından ikinci soruyu sorun; “Peki Allah bütün bu olup bitenleri, yaşadığım olayları görüyor mu?” Buna hepimizin vereceği cevap şudur: “Rabb’imiz tüm olup bitenleri görmektedir, her şeyden haberdardır. Karanlık bir ortamda siyah taşın üzerindeki siyah karıncayı bile görmekte, ayaklarının sesini işitmektedir. Zira son kitabında şöyle buyurmaktadır: ‘Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür.’[11] ‘Karada denizde ne varsa hepsini o bilir. Onun bilgisi dışında bir yaprak dahi düşmez."[12]
3- Rabb’imizin her şeyden haberdâr olduğunu yüreğimize hissettirdikten sonra sıra üçüncü aşamaya gelmiştir. Şimdi kendimize şu soruyu soralım: “Allah yapılanları soracak mıdır? Haksızlık yapana ceza, zulme uğrayana mükâfat verecek midir?” Bu sorunun cevabı tek kelimedir; “Elbette.” İnsan kendisine bu cevabı verdikten ve bunu yüreğinde hakîkaten hissettikten sonra müthiş bir rahatlama duyacaktır. Çünkü Yüce Yaratıcı her şeyden haberdârdır ve bu dünyada olmasa bile âhirette tüm amellerin karşılığını verecektir.
Suçlu cezasını çekecek, iyilik yapan sevabını alacaktır. Keza zorluklar karşısında sabreden de mükâfatını görecektir. Çünkü âyetler bunu açıkça beyan etmektedir: “Sakın, Allah'ı zâlimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.”[13] "Kim zerre miktarı iyilik yaparsa onu görecek ve kim zerre miktarı kötülük yaparsa karşılığını görecektir."[14] “Rabb’in hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz.”[15] “Her canlı ölümü tadacaktır. Kıyâmet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam ödenecektir.”[16] Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?”[17]
Mü’min sorunlar karşısında kendisini bu üç aşamadan geçirirse her zamankinden fazla dayanıklı ve dirençli olduğunu görür. Zira hiçbir şeyin karşılıksız kalmayacağını iyice anlamıştır.
Âhiret Bizi Sevdiklerimizle Tekrar Kavuşturacaktır
Bütün bir ailemizle bir araya geldiğimizde, etrafımızdakileri şöyle bir süzelim. Sonra bu cemaatten bir kişinin diğer herkesin cenazesine şahitlik yapacağını düşünelim. Çünkü o guruptan biri diğer herkesten daha fazla yaşayacak ve ötekilerin cenazesine katılacaktır.
Bunun anlamı ise insanın sevdiklerinden bir bir ayrılacağıdır. Etrafımızdaki çocuklarımız, eşimiz, annemiz, babamız, kardeşlerimiz, dayımız, halamız velhasıl herkesten yavaş yavaş kopacağız. Bir gün gelecek biz de ayrılıp gideceğiz. Koklayıp sarıldığımız çocuklarımızdan ayrılacağız. Ya onlar ya da bizler toprağa verdiklerimizin ardından hüzünle gözyaşı dökeceğiz. Ve bu, her ailede yaşanan ve yaşanmaya devam edecek olan bir gerçek olarak kalacak.
İnsan yakınını kaybederek ölüm denilen bu gerçekle yüzleştiğinde, âhiret inancı yoksa öncelikle olan bitene isyan eder, kahreder ve yaşayamaya küser. Her şeyi doğa çerçevesinde değerlendirdiği için gönlünü açabileceği ve sığınabileceği bir kapı bulamaz.
Bu nedenle Allah ve âhiret inancı olmayanların karşılaştıkları felâketler nedeniyle çok çabuk yıkıldıklarını, hayattan koptuklarını ve bazen de kayıplarının üzüntüsüne dayanamayıp intihar bile ettiklerini görürüz. Çünkü sevdiklerini kaybetmeleri durumunda hayat kendileri için anlamsızlaşmakta ve yaşamak için bir amaçları kalmamaktadır.
Biz Müslümanlara gelince; bizim için ölüm sevdiklerimizden geçici bir sure uzak kalmaktır. Rabb’imizin bizleri âhirette tekrar buluşturacağına ve özlemin ebedî olarak sonlanacağına inanırız. Çünkü biz her zaman şu âyetleri okuruz: “Her canlı ölümü tadacak, sonra döndürülüp bize getirileceksiniz.”[18] “Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir. Asıl hayat âhiret yurdundaki hayattır. Keşke bilseler.”[19]
Bu nedenle kaybettiklerimize üzülmekle birlikte tekrar kavuşacağımıza olan inancımız nedeniyle yıkılmayız. Bilâkis sığınacak ve yalvaracak bir kapımız olduğundan, Rabb’imize ilticâ edebildiğimiz için manevî bir rahatlık ve huzur hissederiz. Allah Rasûlü’yle, onun sevgili ashabıyla, Allah dostu olarak sevip gönülden bağlandığımız insanlarla ve sevdiklerimizle bir araya gelecek olduğumuzu bilmemiz bizi her zaman diri tutar. Hayatı, âhirete özlemle yaşarız. Bu yüzden de ölümü bir yok oluş değil yeni bir başlangıç olarak kabul ederiz. Zira bizler Rabb’imize iman ettiğimiz kadar onun haber verdiklerine de iman ederiz.
Bir Kıssa
Yaşı yetmişi aşmış ihtiyar, gürleyerek çalan saatin sesiyle sabah namazına kalktı. Başı biraz dönüyor gibiydi. Yatağın üzerinde öylesine bir süre oturdu, kendine gelmeye çalıştı. Yine tansiyonum çıktı diye düşündü. Sonra yarıya uyanmış olan hanımını da namaza sesledi.
Cemaat yaparak namazlarını kıldılar. İçerinin havasını tazeleyeyim, sabahın temiz oksijeni içeri girsin diyerek yatak odasının penceresini biraz araladı. Ardından tekrar yataklarına uzandılar. Ne kadar zaman geçtiğini elbette bilemezdi, birden bir elin ağzını kapattığını hissetti.
Gözlerini panikle açınca neye uğradığını şaşırdı. Bir eliyle ağzını tutan, diğer eliyle bıçağı gösteren yirmili yaşlarda bir delikanlı “Sesini çıkarma.” diye fısıldıyordu. Olan bitene panikle uyanan hanımının zaten eli ayağı birbirine dolanmış, nutku tutulmuş, yüzü bembeyaz kesilmişti. İstese de konuşamazdı. “Altınlar, paralar nerede?” diye sordu.
Bu arada ağzını serbest bıraktı ve bağırmamasını tembihledi. “Yoksa keserim boğazını.” diye tehdit etti. “Evlâdım.” diye cevap verdi. “Ben yetmişini devirmiş, ölümü bekleyen emekli bir adamım. Bende ne arar altın. Olan param da zaten gömleğimin cebinde. Bir miktar da ihtiyat için çekmecede duruyor.”
Cebi zaten boşaltmış olan delikanlı hemen çekmeceye yöneldi ve göz açıp kapayıncaya kadar çamaşırların altına sıkıştırılmış birkaç yüz lirayı cebine attı. Sonra da yerlerinden kıpırdamamalarını tembihledi. İçeri gidip her tarafı savurduktan sonra birkaç dakika içinde hızla geri geldi.
Peşinden yatak odasını hallaç pamuğu gibi altüst etti. “Sesinizi çıkarmayın yoksa valla acımam.” diyerek girdiği pencereden geri süzüldü. Hemen polisi aradılar. Parmak izi, inceleme derken işlerini bitirdiler, giderken de ifade için karakola çağırdılar. Evde yine baş başa kaldıklarında hâlâ kendine gelememiş olan eşine şefkatle baktı.
“Hanım.” dedi. “İyi ki âhiret var. Yoksa biz hakkımızı kime havale edecektik. Muhtemelen yakalanamayacak olan bu mücrim cezasız mı kalacaktı?” Sonra ellerini açtı ve şikâyetini hüzünle Rabb’ine arz etti. O dua ederken gözyaşları oluk gibi boşanan hanımının âmin deyişi yürek yakacak kadar acıydı.
[1] Müslim, 9
[2] 2/Bakara, 62
[3] 18/Kehf, 29
[4] 4/Nisa, 56
[5] Müslim, 311
[6] İhya, 4/531
[7] 2/Bakara, 25
[8] 16/Nahl, 31
[9] 25/Furkân, 16
[10] Buhârî, 3005
[11] 2/Bakara, 110
[12] 6/En'am, 59
[13] 14/İbrahim, 42
[14] 99/Zilzâl, 7-8
[15] 15/Hicr, 92-93
[16] 3/Âl-i İmrân, 185
[17] 23/Mü’minûn, 115
[18] 29/Ankebût, 57
[19] 29/Ankebût, 64
Enbiya YILDIRIM
YazarHayatın belli detaylarının üzerinde duran, onu bıkmadan usanmadan yorumlayan, nesneleri ve olguları sürekli sorgulayan, bunu yaparken de hassas teraziler kullanan birisiyseniz, merhûm Üstâd Rasim Özde...
Yazar: Aydın BAŞAR
Etrafımızda tanıdığımız pek çok insan vardır; hayatları sıradan bir şekilde devam ederken birden değiştiklerini ve Allah’a yöneldiklerini görürüz. Bazen bir Cuma sohbeti buna vesile olur. Vâizin insan...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Hepimiz etrafımızdakilerin bizi sevmesini arzularız. Beraber olduğumuz insanlarla aramızda sorunlar yaşanmasını istemeyiz. Bizden bahsedilirken meziyetlerimizin dile getirilmesinden memnun kalırız. Bu...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Şehir kültürü… Şehrin değerlerini ortaya çıkarmak, tanıtmak.Şehri merkeze dönüştürmek…Bayramîlik… Devlet, kültür ve tarîkat.15.yüzyılın önde gelen ilim ve irfân sahibi ulemâsından, mutasavvıf ve evliy...
Yazar: Bilal KEMİKLİ