Beşiktaşlı Yahyâ Efendi
Beşiktaşlı Yahyâ Efendi 900/1495 yılında Trabzon’da doğmuştur. Babası ilmiye sınıfından Şâmî Ömer Efendi, annesi ise Afîfe Hanım’dır. Şehzâde Selim’in Trabzon’da sancakbeyliği yaptığı dönemde babası Ömer Efendi Trabzon kadılığı görevini yürütmektedir. Şehzâde Selim ile Kadı Ömer Efendi arasında bir yakınlık ve dostluk oluşur. İkilinin zaman zaman bir araya geldikleri ifade edilmektedir. Şehzâde Selim’in de Kadı Ömer Efendi’nin de aynı hafta içinde birer oğulları dünyaya gelir. Şehzâdenin oğluna Süleyman, Kadı Ömer Efendi’nin oğluna ise Yahyâ adı verilmiştir. Şehzâde Selim’in eşinin sütü yetmeyince, Ömer Efendi’nin hanımı Afîfe Hanım oğlu Yahyâ Efendi ile birlikte Şehzâde Süleyman’ı da emzirmiştir. Böylelikle Yahyâ Efendi ile Kânûnî Sultan Süleyman sütkardeşi olmuşlardır.
Afîfe Hanım’ın Şehzâde Süleyman’a sütanneliği yapması iki aileyi birbirine daha fazla yakınlaştırmıştır. İleride Kânûnî Sultan Süleyman ile Beşiktaşlı Yahyâ Efendi arasında meydana gelecek olan yakınlaşmanın kökenleri, babalarının dönemine kadar uzanmaktadır. Biri mülkî âmir, diğeri ise kadılık makamında bulunan Şehzâde Selim ile Kadı Ömer Efendi sık sık bir araya gelmişlerdir. Hatta bu yakınlığın bir öğrenci ve öğretmen ilişkisi niteliği dahi arz ettiği belirtilmektedir. Yakın bir zaman önce fethedilmiş ve halkının büyük bölümü henüz Hıristiyan olan Trabzon gibi bir şehre kadı tayin edilmesi, Ömer Efendi’nin iyi bir eğitim gördüğünü, bilgili bir şahsiyet olduğunu göstermektedir. Babası Ömer Efendi’nin Şam’a gidip orada vefât ettiği nakledilmektedir.
Trabzon’daki Eğitim Süreci
Yahyâ Efendi’nin çocukluk ve ilk gençlik yılları Trabzon'da geçmiştir. Kimi kaynaklara göre çocukluk yıllarındaki eğitimini, Şehzâde Süleyman ile birlikte aldığı tahmin edilmektedir. Yahyâ Efendi, bu dönemde sık sık şehir dışındaki bir mağarada yedi yıl boyunca inzivâ hayatı yaşamıştır. Yahyâ Efendi, bu süreçte Trabzon’daki medreselerde tahsilini devam ettirmiş, zâhirî ve bâtınî ilimlerde oldukça mesafe kat etmiştir. Yavuz Sultan Selim, Osmanlı sultanı olduğu dönemde Yahyâ Efendi’nin Trabzon’daki eğitimini devam ettirdiği görülmektedir.
İstanbul’a Gelişi
Kimi kaynaklar Yahyâ Efendi’nin İstanbul’a gelişini Şehzâde Süleyman ile birlikte Yavuz Sultan Selim devrinde gerçekleştiğini, kimi kaynaklar ise Kânûnî Sultan Süleyman devrinde gerçekleştiğini, geliş tarihinin ise 930/1521 yılı olduğunu belirtmektedir. Yahyâ Efendi’nin Dîvân’ında yer alan bir şiirinde Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Seferi’nden bahsetmesi, Yahyâ Efendi’nin o dönemdeki siyâsî olayları yakından takip ettiğini göstermektedir. Bu durum, o tarihlerde onun İstanbul’da bulunduğunu ve dönemin önemli siyâsî gelişmelerine kayıtsız kalmadığını göstermektedir. Buna göre Yahyâ Efendi, ömrünün büyük kısmını geçireceği İstanbul’a en geç Kânûnî Sultan Süleyman devrinin ilk yıllarında gelmiştir.
Anadolu Kavağındaki İkameti
Yahyâ Efendi İstanbul’a ilk geldiğinde Anadolu Kavağı yakınlarındaki Haydarpaşa Çiftliği denilen bölgede bir çilehâne yaptırmıştır. Bir süre sonra buradan ayrılarak bugün Yuşa Peygamber Tepesi adıyla bilinen bölgeye gitmiştir. Bazı kaynaklarda Hz. Yuşa (a.s.)’a ait makamın ilk defa Yahyâ Efendi tarafından keşfedildiği rivâyet edilmektedir. Ayrıca Yahyâ Efendi, Yoros’ta bir mescit, medrese ve hamam yaptırmıştır. Yahyâ Efendi sık sık Anadolu Kavağı’na giderek istirâhate çekilirdi.
Müderrisliği
Yahyâ Efendi, İstanbul’daki medrese eğitimini meşhur şeyhülislam Zembilli Ali Cemâli Efendi’nin (ö. 932/1520) yanında tamamlamıştır. Yahyâ Efendi’nin İstanbul’a gelir gelmez dönemin ilim dünyasının önde gelenlerinden olan ve şer’î yapının zirvesinde yer alan Zembilli Ali Efendi gibi bir şahsiyetin yanında eğitim görmesi, Kânûnî Sultan Süleyman’ın kadim dostuna muhabbetinin bir tezâhürü olarak kabul edilebilir. Zira ilmiye bürokrasisinin üst noktasındaki Ali Cemâli Efendi gibi bir şahsiyetle tanışmasında ve ders halkasına dâhil olmasında genç padişahın belirleyici olduğu bir gerçektir.
Zembilli Ali Efendi’nin vefâtından kısa bir süre sonra müderris payesiyle İstanbul ve civar bölgelerdeki birçok medresede görev yapmaya başlayan Yahyâ Efendi’nin müderrislik kariyerine başladığı ilk medrese Cânbâz Mustafa Medresesi’dir. Yevmî on beş akçe ile adı geçen medresede başladığı bu kariyeri Sahn-ı Semân Medresesi’nden azledilmesine kadar devam etmiştir. Yahyâ Efendi, Cânbâz Mustafa Medresesi’ndeki görevinden kısa bir süre sonra terfî etmiş, yevmi otuz akçe ile Hacı Hasanzâde Medresesi’nde ders vermeye başlamıştır. Ardından, Efdâliye Medresesi ve Gebze’deki Mustafa Paşa Medresesi’nde görev yaptıktan sonra, 958/1551 yılında Arapzâde’nin yerine Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Medresesi’ne, 960/1553 yılında da Kadızâde Efendi’nin yerine Fâtih Külliyesi bünyesinde bulunan Sahn-ı Semân Medresesi’ne tayin edilmiştir.
Sahn-ı Semân’da göreve başladıktan iki yıl sonra, Şehzâde Mustafa’nın öldürülmesi hadisesi sırasında, saraydan gönderilen Mahidevran Sultan’ın yeniden saraya döndürülmesi hususunda yazdığı bir âriza nedeniyle padişah ile arası açılmış ve Kânûnî tarafından görevinden azledilmiştir. Azledilmesinden kısa bir süre sonra yevmi elli akçe ile emekli edilmiştir. Dönemin bürokratlarından olan Yahyâ Efendi bu muameleden son derece müteessir olmuş ve “Yevmi elli akçe ile ekmek alırdım, şimdi ekmeğimizi kestiler, nihâyet birkaç gün çorbamızı ekmeksiz içelüm.” demiştir. Yahyâ Efendi’nin bu gelirine daha sonra on akçe daha ilave edilmiş ve altmış akçeye çıkarılmıştır.
İlmî Şahsiyeti
Yahyâ Efendi, hayatı boyunca farklı bilim dallarıyla yakından ilgilenmiştir. Kaynaklar onun zâhirî ve bâtınî ilimlerde üstat; riyâziyât/matematik, hendese/geometri, hikemiyât/felsefe, felekiyât/astronomi ilimlerinde mâhir; hatta geometri sahasında Mircestî ve Öklidis’ten bile ileri seviyede olduğunu ifade etmiştir. Mimarî ve halk hekimliği sahalarında son derece başarılı olan Yahyâ Efendi, yaptırdığı medreselerden birinde tıp eğitimi vermiştir. Tıp alanındaki üst düzeyde bilgi sahibi olması sebebiyle Yahyâ Efendi’nin, Kânûnî Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan’ın hastalığını tedavi ettiği rivâyet edilmektedir. Yahyâ Efendi’nin bir diğer ilgi alanı kuyumculuk sanatı üzerinedir. Trabzon’da yaşadığı dönemde Yahyâ Efendi, Şehzâde Süleyman ile birlikte Kostanta isimli bir zimmînin yanında kuyumculuk sanatını öğrenmiştir.
Dîvân’ında yer alan şiirler Yahyâ Efendi’nin son derece nüktedan ve entelektüel bir şahsiyet, iyi bir şair olduğunu ortaya koymaktadır. Yahyâ Efendi, dinî ve tasavvufî konular kadar güncel meselelere dair de şiirler yazmıştır. Müderris mahlâsıyla şiirler yazan Yahyâ Efendi, bu şiirlerini Dîvân’ında derlemiştir. Yahyâ Efendi’nin Dîvân’ı siyâsî ve içtimâî meselelere, gündelik hayata dair beyitlerinden oluşmaktadır. Bu şiirlerde Yahyâ Efendi, bazen dünya hayatını bazen de kendisini sorgulamakta, zaman zaman pirinç örneğinde olduğu gibi beslenme kültürü ile ilgili dizeler kaleme almakta, dönemin padişahı Kânûnî Sultan Süleyman’a tavsiyelerde bulunmaktadır.
Yahyâ Efendi, döneminin diğer entelektüel zümreleri ile yakın ilişki içerisinde olmuştur. Tezkiresini hazırladığı sırada Âşık Çelebi, Yahyâ Efendi’den kitabına koymak için bir şiir istemiş ve o da kendisine şu şiiri vermiştir:
Hep gelenler yâne yâne geldi gitti dünyadan
Şimdi nevbet bana geldi döne döne yanayım
Yahyâ Efendi bu şiirinin yanı sıra ayrıca şu gazelini de kitabına koyması için Âşık Çelebi’ye vermiştir:
Ledün ilmini ehliyle hemîn Mevlâ bilür dirler
Mesâ’il ola ki şer’î anı monlâ bilür dirler
Gönül bahrinde meknûnı ne bilsün sâ’ir-i sâhil
Derûn-ı dürr-i deryâyı yine deryâ bilür dirler
Urûc-ı zevk-i ruhânî ‘alâ’ik ehli bilmezler
Tecerrüd lezzeti n’idüğini ‘Îsâ bilür dirler
Belâgat ehli nazm ile ider dil ehlini teshîr
Bu sırrı anlamayanlar anı esmâ bilür dirler
Müderris sûhte cerr it medâris bâb-ı hikmetçün
Yalan olmasun anlar kim seni kîmyâ bilür dirler
Tasavvufî Şahsiyeti
Yahyâ Efendi, Üveysîmeşrep bir sûfîdir. Hızır (a.s.) ile görüşüp Hızır’dan (a.s.) icâzet almıştır. Yahyâ Efendi’nin herhangi bir silsilesi bulunmamakta, kendisinden sonra geleneğini sürdüren herhangi bir şeyhten söz edilmemekte, kaynaklarda daha çok müderrislik yönüyle ön plâna çıkmakta, meşâyıhtan çok dönemin ulemâsı arasında zikredilmektedir. Beşiktaş’taki dergâhında ibâdet yoğunluklu bir hayat sürmüş, ilim ve takvâsıyla şan ve şöhreti artmıştır.
Yahyâ Efendi’nin dergâhı daha kendisi hayattayken popülerdi. İleri gelen devlet adamları, tüccarlar, bürokratlar tarafından sıklıkla ziyâret edilirdi. Boğaz kenarında yer alması sebebiyle gelip geçen gemicilerin uğrak yeri idi. Gelip gidenler hâcetlerinin giderilmesi için kendisinin duâsına başvurmaktaydı.
Vefâtından sonra dergâhı Kadiriyye ve Nakşbendiyye meşayıhı tarafından kullanıldı. Dîvânı’nda yer alan;
İy Müderris’den soranlar kisvetin kandan durur
Bâtınıdur Mevlevî vü zâhirî Hân’dan durur
dizelerinden hareketle Yahyâ Efendi’nin Mevleviyye Tarîkatı’na müntesip olduğu iddiasında bulunulmuştur. Yaşadığı dönemde farklı tarîkat mensupları zaman zaman kendisini ziyâret etmişlerdir. Yahyâ Efendi, halkın her kesimi tarafından çok sevilen, saygı duyulan itibarlı bir şahsiyet olmuştur. Yahyâ Efendi, kapısına gelen herkesin ihtiyacını gidermek için büyük bir gayret sarf etmiştir. Herkese oldukça yakın davranmış, müşküllerini giderme konusunda yoğun mesâi harcamıştır. Bu sebeple onun kurduğu tekke dertlilerin, yoksul insanların, iktidar ile arası bozuk olanların yahut mevki ve makam beklentisi içinde olanların sığındığı bir kapı hâline gelmiştir. Misafirlerin bu yakınlığı hissetmesinde Yahyâ Efendi’nin son derece cömert karakterinin de etkili olduğu anlaşılmaktadır. Beşiktaş’daki dergâhta hemen her kesimden insana farklı zamanlarda ziyâfetler vermiştir. Bilhassa Mevlid Kandili’nde verilen ziyâfete hemen herkes davet edilmiştir.
Ailesi
Yahyâ Efendi’nin eşi Kânûnî Sultan Süleyman’ın hemşîrezâdesi Şerife Hanım’dır. İbrahim Efendi ve Ali Efendi isimlerinde iki oğlu bulunmaktadır. Her ikisinin de şeyh unvanı taşıdıkları görülmektedir. Odabaşı Şeyhi Mustafa Efendi’nin eşi Şeyh Yahyâ Efendi’nin torunlarından Emetullah Hanım’dır. Dîvân edebiyatının kadın şairlerinden Hubbî (ö. 998/1599) de Yahyâ Efendi’nin torunlarından birdir. Yahyâ Efendi Türbesi’nde annesi Afîfe Hatun’un, oğulları Şeyh İbrahim Efendi ve Şeyh Ali Efendi’nin kabirleri bulunmaktadır.
İmar ve İskâna Katkıları
Beşiktaş’taki dergâhı Yahyâ Efendi’nin bütün faaliyetlerine merkezlik yapmıştır. Vaktinin önemli bir kısmını dergâhının bahçesinde geçişmiştir. Bahçe işlerine özen göstermiş, yetiştirdiği ürünlerden özellikle kabaklarıyla dikkat çekmiş, Dîvân’ında pirince dair yazdığı şiir yer almıştır. Yetiştirdiği meyveleri dostlarına dağıtan Yahyâ Efendi, Beşiktaş bölgesinde pek çok imar faaliyetine katılmıştır. Bu yapıların en başta geleni tekke kompleksi içinde yer alan binalardır. İmar ve iskâna çok önem veren Yahyâ Efendi, tekke vakıflarından elde ettiği gelirin tamamını yeni binaların inşâsı, eski binaların tamiri ve bahçe tesisi için harcamış, dağları kazdırmak ve denizi doldurtmak sûretiyle yeni araziler elde etmiştir. Anadolu Kavağı yakınlarındaki Yoros’ta bir medrese ve hamam yaptırmış, Alemdağı’nda da kendisine ait bir makam edinmiştir. Yahyâ Efendi’nin gayretli ve çok yönlü kişiliği, iktidar zümreleri ile halk arasında bir köprü vazifesi görmesi, fakir fukarâya karşı cömert tavrı kendisinin son derece popüler ve saygı duyulan bir şahsiyet olmasını sağlamıştır. Kânûnî Sultan Süleyman devrindeki nüfûzunu Sultan II. Selim devrinde daha da artırmış ve devrinin kutb-ı âzâmı kabul edilmiştir. Farklı tarîkatlara mensup bazı şeyhler kendisini ziyâret edip tavsiyesini almışlardır. Dolayısıyla Yahyâ Efendi, dönemindeki diğer tarîkatlar nezdinde de itibar görmüştür. Yahyâ Efendi’nin bir diğer faaliyet alanı farklı camilerde verdiği va’zlardır.
Ziyâretçileri
Yahyâ Efendi’nin Ayasoyfa Camii’nde verdiği va’zları dinlemek için halkın üç gün öncesinden hazırlandığı, sohbet günü caminin bir adım dahi atılamayacak şekilde dolduğu ve halkın can kulağıyla şeyhi dinlediği nakledilmektedir. Şeyhin dergâhına sık sık ziyâretçiler gelmiş, yüksek bürokrasiden sıradan halka varıncaya kadar hemen her kesimden insana zaman zaman ziyâfet vermiştir. Yahyâ Efendi’nin müritlerinin çokluğuna vurgu yapılmakla birlikte iki müridinin öne çıktığı görülmektedir. Bunlar, denizlerdeki temsilcisi Baba Turak ile karadaki temsilcisi Hacı Kâsım’dır. Hacı Ali Efendi ve Koca Köse de dergâha hizmet eden önemli şahsiyetlerdir.
İhtidâ Olaylarındaki Rolü
Yahyâ Efendi’nin dergâhını ziyâret edenler sadece Müslümanlardan ibaret değildir. Dergâhının o dönemde gayrimüslimlerin yoğun olarak yaşadıkları tahmin edilen bir bölgede kurulmuş olması sebebiyle, çoğu denizci olan birçok Hıristiyan şeyhi ziyârete gelmiş ve bazı konularda kendisinden yardım istemişlerdir. Ziyâretlerden bazıları muhâtapların ihtidâsıyla sonuçlanmıştır. Şeyhin yardımlarından etkilenen Kosta isimli Rum terzinin, Balaban adındaki Rum çobanın, bir papazın ve şeyhi sınamaya çalışan bazı Yahudilerin ihtidâları bu durumun başlıca örnekleridir. Tekkeyi ziyâret eden gayrimüslimlerin sayısının bir hayli fazla olması şeyhin gayrimüslimler arasındaki itibarını göstermesi bakımından önemlidir. Şeyhin bu gayrimüslim ziyâretçilerinin sorunlarıyla yakından ilgilenmesi, konaklamalarını sağlaması, karınlarını doyurması, son derece cömert davranması bu artıştaki belirleyici etkenler arasındadır.
Rum asıllı çoban Balaban kayıp koyunlarının âkıbeti konusunda yardım istemek amacıyla dergâha gelir. Yahyâ Efendi öncelikle koyunlarını ararken dağları dolaşan, yorulan ve acıkan çoban Balaban’a bir sofra kurur. Taze ekmek, tereyağı ve bal verir. Sofra hazırlanınca biraz da esprili bir şekilde bu durumu Yahyâ Efendi,
İşte sana tereyağı, mumlu bal ve taze nân
Dilersen yağa ban dilersen bala ban
şeklinde sofranın durumunu dizelere dökmüştür. Şeyhin bu iltifatından ve cömertliğinden etkilenen Balaban, kelime-i şehâdet getirerek İslâm’ı kabul etmiş, bu olayın şerefine koyunlarının ikisini hemen oracıkta kurban ederek tekkedeki diğer misafirlere dağıtmıştır.
Ödemekle mükellef olduğu haracın kendisine ağır gelmesinden şikâyet eden bir gayrimüslim çareyi Yahyâ Efendi’ye danışmakta bulur. Bu gayrimüslim ağlamaklı bir şekilde Yahyâ Efendi’nin yanına gider. Vergi konusunda devlet idarecilerinin kendisine haksızlık yaptıklarından şikâyet eder. Yahyâ Efendi’den bu uygulamanın helâl olmadığına dair görüş alır. Bu bilgi gayrimüslimlerin bazı hukûkî konularda mahkemeye başvurmak yerine Yahyâ Efendi’nin görüşlerine daha çok itibar ettiklerini göstermesi bakımından önemlidir. Bu bilgi aynı zamanda iktidara yakın bir şahsiyet olarak Yahyâ Efendi’nin sorunları daha kolay ve hızlı giderdiğini göstermektedir.
Yahyâ Efendi’nin dergâhının İstanbul Boğazı’nın hemen kıyısında yer alması, önemli bir geçiş güzergâhı olan bu mekânı bilhassa denizciler nezdinde popüler hâle getirmiştir. Bu sebepten dolayı Yahyâ Efendi, denizde kaybolan veya boğulma tehlikesi yaşayan Hıristiyanları kurtarmış ve bu sayede Müslüman olmalarını sağlamıştır. Yahyâ Efendi’nin bir diğer özelliği bölgedeki gayrimüslimlerle onların dilinde konuşabilmesidir. Kendisine bir merâmını anlatmaya gelen metropolid ile Rumca konuşmuş, hatta bu duruma şaşıran ulemâya kendisinin on beş dil bildiğini söylemiştir. Bu rakamın abartılı olduğu açık ise de Yahyâ Efendi’nin Rumcayı çocukluk yıllarında, Trabzon’da öğrenmiş olması normaldir.
Vefâtı
Hayatının önemli bir bölümünü İstanbul’da geçiren Yahyâ Efendi 9 Zilhicce 978/4 Mayıs 1571 günü Kurban Bayramı gecesi Beşiktaş’ta vefât etmiş, cenâze namazı bayram namazı akabinde Şeyhülislâm Ebussuud Efendi tarafından Süleymaniye Camii’nde kılındıktan sonra dergâhının bulunduğu yere defnedilmiştir. Cenâzeye devlet erkânı, ulemâ ve halktan oluşan büyük bir kalabalık katılmış, ertesi hafta yine şeyhlerin, sûfîlerin, âlimlerin ve ileri gelen devlet adamlarının katıldığı bir va’z halkası oluşturulup Kur’ân tilâveti yapılmış, zikir, tevhid ve tesbihle şeyhin vefâtının yedinci gecesi ihyâ edilmiştir. Müteâkip zamanda, Sultan II. Selim’in emriyle Mimar Sinan tarafından dergâhın bulunduğu yerde Yahyâ Efendi için kâgir, kubbeli bir türbe, ayrıca dervişler için hücreler ve türbedar için de küçük bir hücre inşâ edilmiştir.
Tekkesi ve Türbesi
Yahyâ Efendi Dergâhı’nda, Nakşbendiyye ve Kâdiriyye Tarîkatlarına mensup şeyhler faaliyet göstermişlerdir. Bu geleneğin oluşmasında Yahyâ Efendi Tekkesi türbedarlarından Şeyh Yûsuf Efendi’nin ve halefi Şeyh Ali Efendi’nin Nakşbendiyye Tarîkatına mensup olmalarının payı büyüktür. Bu gelenek 1830’ların ikinci çeyreğinde tekkede şeyhlik yapan Mehmed Nûri Efendi tarafından da devam ettirilmiştir. Yahyâ Efendi Türbesi, Osmanlı yönetimi tarafından ihmal edilmemiş, Sultan II. Mahmud, Sultan Abdülmecid ve II. Abdülhamid devirlerinde tamamen veya kısmen tamir ettirilmiştir. Sultan II. Abdülhamid tekkeye yoksulların konaklaması için bazı yeni hücreler ilâve ettirmiştir. İlerleyen yıllarda tekkenin hazîresine bazı hânedan mensupları ve saray erkânı defnedilmiştir.
Kadir ÖZKÖSE
Yazar
Bendeniz iflah olmaz iyimserim“Mevlâ görelim neyler/eyler” derimOptimistler arasındadır yerimYemek seçmem, şükür diyerek yerimRızık kaygısı çekmem, Allah KerimNikbin mizaçlılarla beraberimÇağın ağına ...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN
Dergimiz yazarlarından Fatih Çınar Hocamız Osman Hulûsi Efendi Hazretleri’nin muhterem babaları Hatip Hasan Feyzî Efendi’nin hayatını kaleme aldığı Şeyh Hâmid-i Velî Evlâtlarından Es-Seyyid Hatip Hasa...
Yazar: Yusuf HALICI
Osman Hulûsi Efendi’nin tasavvuf anlayışının merkezini vuslat arzusu oluşturmaktadır. Onun seyr u sülûk eğitiminde merasim, şekil, sûret ve gösterişe yer yoktur. Yaraları sarmak, sıkıntıları gidermek,...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Osman Hulûsi Efendi (k.s.), Dîvânı’nda iman esaslarını, ibâdet hayatının derûnîliğini, İslâm ahlâkının inceliklerini, insanlık kalitesinin ölçütlerini ortaya koyduğu kadar varlık problemine, mârifet s...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE