Kaybolan Değerlerimiz
Eskiden aile bireyleri aynı odada oturup birbirinin yüzlerine ve gözlerine bakarak saatlerce konuşurlardı. Çocuklar aile büyüklerinin edebini, ahlâkını örnek alırdı. Onlar gibi konuşur, onlar gibi yaşarlardı.
Şimdi olduğu gibi evlerin fazla odası yoktu. Odalar çoğaldı, görüşmeler ve konuşmalar azaldı, değil mi? Yemekten sonra birbirimizi göremiyoruz!.. Anne babalar, "Odana git!" cümlesini öğrendiler. Odanızda sizlerin neler yaptığınızı bilemez olduk. Aile bireyleri aynı çatının altında kendine farklı dünyalar kurdu. En kötüsü, birliğimizi ve beraberliğimizi kaybettik. Ama bunun farkında bile değiliz.
Bir evde ne kadar çok ışık yanıyorsa o kadar ayrılık var demektir. Biz büyükler çocukluğumuzdan itibaren yaşadıklarımızı, ana, baba, dede, nine, dayı, hala ve teyzemizden duyduklarımızı insanlarla paylaşarak, geçmişten geleceğe bir köprü kurmanın kapısını aralardık.
Mahallelerimiz küçük, sokaklarımız dardı ama yüreklerimiz genişti. Büyüğe saygı, küçüğe sevgi olmazsa olmazların başında gelirdi.
Haset, fesat, kibir, benlik nedir; fazla bilmezdik. Acımızı paylaşarak azaltır, sevincimizi paylaşarak çoğaltırdık.
Bırakın kendi ailemizden, komşularımızdan bir büyüğümüzün isteği emir sayılıp derhal yerine getirilirdi.
Sizlere en güzel yarınları bırakmak, anne-baba ve öğretmenler olarak, bizlerin en başta gelen görevidir. Milletler dili, tarihi, kültürü, sanatı ve edebiyatıyla yaşar. Değerlerini kaybeden toplumlar uzun süre ayakta kalamaz.
İçinde bulunduğumuz asır bilgi ve teknoloji çağı. Aslında her şey insan hayatını kolaylaştırmak için yapılıyor. Düne göre hayat çok daha rahat görünüyor. Rahatlık geldi ama insanlar arasındaki sevgi bağı azaldı. Teknolojik gelişmelere rağmen insan yalnızlaşıyor.
Ekonomik olarak düne göre bugün daha rahatız, iletişim olarak daha rahatız, ulaşım olarak daha rahatız fakat mutsuz ve yalnız hayatlar yaşıyoruz.
Eskiden bir köyde, bir şehrin mahallesinde evler birbirine uzak olmasına rağmen herkes birbirini bilir ve tanırdı. Hasta olan biri hemen duyulur, cenazelerde üzüntüler paylaşılır hatta cenaze evine yemek bile yaptırılmazdı.
Şimdilerde çok katlı dairelerimiz var. Ceplerimizde telefonlarımız, çantalarımızda bilgisayarlarımız var fakat dairelerde oturan ailelerden kaç tanesi birbirini ne kadar tanıyor? İnsanlar yalnızlaşıyor. Anne-baba, baba-oğul, anne-kız birbiriyle konuşamıyor. Herkes kendi dünyasını kurmuş gidiyor.
Huzur evleri denen aslında huzursuzluk evleri var. Yaşlanan büyüklerimize bakamıyoruz, onları o mekânlara gönderirken içimiz bile acımıyor.
O yaşlılar "Bir odada dört çoğuma baktım. Şimdi evlatlarımın dörder odaları var ama bana verecek bir odaları yok." diyerek gözyaşı döküyorlar. Soranlara, “Nasıl burası, iyi mi, rahat mısınız, size iyi bakıyorlar mı, bir ihtiyacınız var mı?” diye soranlara sözleriyle “İyiyiz.” diyorlar ama gözleri hiç de öyle demiyor...
Aynı çatı altında birbirimizden kopuk bir yaşantımız var. Dört insanın dört ayrı dünyası oluşmuş. Metroda, otobüste insanlarımız telefonlarını çıkarıp ya oyun oynuyorlar ya da kulaklıklarını takıp müzik dinliyorlar. Yaşlılar ayakta, gençler oturarak gidiyorlar otobüste, metroda...
Yanımızdaki insan bir soru sorsa, konuşmak istese bizlere zulüm geliyor. Aslında kalabalıklar içinde yalnızları oynuyoruz. Konuşamıyoruz. Konuşmak psikolojik bir terapidir. Konuşamadığımızdan ruhsal sorunlar artıyor. Toplum olarak doğru yerde kullanmadığımız teknoloji, bizi kültürümüzden ve birbirimizden uzaklaştırıyor.
Bugün; çok az kitap okuyan, en çok TV programı izleyen, telefon kullanan, internet başında sabahlayan ülkelerden biriyiz. Teknolojiyi doğru yerde kullanmıyoruz ve onun esiri oluyoruz.
Toplum olarak hep “Ah, nerede o eski bayramlar?” deyip duruyoruz. Kiminle konuşsak herkes “eski bayramlar” diyor. Bu bayramlar neden devam etmemiş? Neden gençler yaşamamış acaba? Gençlerimiz akrabalarını tanımıyorlar. Yaşlılara, hastalara, engellilere saygı kalmamış; gençler onlara yer vermiyor. Otobüste şikâyet ediyoruz, “Gençler ne hale geldi, yaşlılara saygı kalmadı!” diye.
Kendimize bir soralım: Bu gençler kimin çocukları? Bunları kim yetiştirdi? Bu gençler başka ülkeden gelmedi. Bu gençler bizim çocuklarımız. Bu gençleri biz yetiştirdik. Daha doğrusu yetiştiremedik...
Sümeyye Büşra YILDIZ
YazarGazze’de yaşanan zulüm ve katliamı ne yazık ki tüm dünya seyrediyor. Filistin’de öteden beri devam edegelen ve özellikle de son günlerde Gazze’de gerçekleştirilen sivillere yönelik insanlık dışı katli...
Yazar: Sümeyye Büşra YILDIZ
Geleceğimiz olan çocuklar; hayatımızın süsü, vazgeçilmez çiçekleridir. Çocuklarımıza hayatın görünen ve görünmeyen güzelliklerini göstermemiz, o tertemiz kalplerine nakış nakış güzellikleri işlemek he...
Yazar: Sümeyye Büşra YILDIZ
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in amacı ise sadece insanların davranışlarını düzeltmek değil, kalplerine hitap ederek onları içten değiştirmekti. O; çıkarcılığa, kabileciliğe ve kana dayalı güvensizlik üzerin...
Yazar: Sümeyye Büşra YILDIZ
Talas’tan yukarı doğru tırmandığınız vakit, Reşadiye (Erciyes kasabası), Zincidere derken Zincidere’nin mahallesi durumuna gelen eski Akçakaya köyüne ulaşıyorsunuz. Burada Somuncu Baba’nın camii şerif...
Yazar: Sümeyye Büşra YILDIZ