İpek İplikler
İnsan bir yolcudur. Bu yolculuk ise âlem-i ervahtan, rahm-i maderden, sabavetten, gençlikten, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırattan geçer bir uzun sefer-i imtihandır. Rabb’imiz her iki hayatın ihtiyaçlarını, gereçlerini rahmet hazinesinden karşılamıştır. Fakat biz cahilliğimizden olacak, tüm bu gereçleri bu hayat için kullanır olmuşuz.
Hâlbuki onda birini bu dünyaya, kalan dokuzunu da ahirete sarfetmek gerekti, yanıldık. Bu durum şuna benziyor; Görevi gereği birkaç memleket gezmek için devletten 24 lira harcırah alan bir memur, ilk dâhil olduğu memlekette 23 lirayı harcasa, öteki yerlerde ne yapacaktır? Devlete ne cevap verecektir? Böyle yapan kendine akıllı diyebilir mi?
Aynen öyle de Yaratıcı’mız her iki hayat levazımatını elde etmek için bize 24 saatlik bir vakit vermiştir. Çoğunu aza, azını çoğa vermek suretiyle, 23 saati kısa ve fani olan dünya hayatına, hiç olmazsa bir saati de beş vakit namaza ve bakî uhrevî hayata sarf etmek lazım ki dünyada paşa, ahirette geda olmayalım.
İşte bu yüzden bir hayatı diğer hayata aktaran, onları birbirine bağlayan köprülerden alnımızın akıyla geçmek olmalı tüm çabamız. Yolculuğumuzu sırat-ı müstakim üzere planlamalı, ona göre yaşamalıyız. Evet, âlem-i ervahtan başlıyor yolculuğumuz. İlk söz verişlerimiz, Rabb’imize biat edişlerimiz, bu hayatın bize hediyeleri.
Ruhumuzun Cenab-ı Hakk’ın muhabbetiyle mest olduğu âlem incecik bir köprüyle Rahm-i madere aktarılıyor. Orada konaklıyoruz. O sıcacık, o güven dolu, annemizle ilk bağımız olan karanlık yuvamızda dokuz ay büyüyoruz. Doğum köprüsüyle, bambaşka bir dünyaya adım atıyoruz.
En safane, en mutlu günlerimiz başlıyor sonra. Sabavet zamanı. Yani çocukluk dönemimiz. Hayatımızın çekirdeği hükmündeki o günler. Yaşamımız üzerinde en etkili yıllar. Sebepsizce koşup eğlendiğimiz, sorumluluğun üzerimize çöreklenmediği masum yıllar. Kuşlar kadar özgür yıllar. Yavaş yavaş Rabb’imizle tam manasıyla hem hâl olacağımız gençlik köprüsüne yaklaştık.
Bu yıllar da çok güzel. Tıpkı pembe baharlar gibi. Büyüdüğünü, muhatap alındığını bilmek, Rab katında sorumlu olduğunu hatırlamak, manevî yolculuğa ilk adımları atmak, tökezleye tökezleye de olsa iffet ve ibadet üzerine bir gençlik yaşamak. Taşı sıksan suyunu çıkaracak enerjinle, heyecanlarınla, ilk kalp çarpıntılarınla, her şeyiyle baki olmasını isteyeceğin bir nimet gençlik. Ama her şey gibi, gençlik de solacak ve yerini ihtiyarlığa bırakacak.
İhtiyarlık köprüsünde hayat acılaşacak bize. Eski güç, eski neşe, eski akıl olmayacak bedenimizde. Tek teselli olarak, gençlik bizi bırakıp gitse de, iffet ve ibadetle geçirilen her dakikanın bakî meyveler vereceğini bilmemiz olacak. Fani gençliğimiz bekaya kalbolacak. İhtiyarlıktan sonra ölüm köprüsü var sırada. Ah, nimetleri acılaştıran bu köprüden geçmek ne zor. Ama mümin kul biliyor ki ölümün peçesi karanlık, siyah, çirkin ise de,kalbi iman nuruyla parlayanlar için onun siması nuranidir, güzeldir. İdam değil, firak değil, ebedî hayatın başlaması, dost ve ahbaba kavuşma biletidir.
Kabir köprüsü var sırada. İbadetlerimiz, inancımız, düşünüp, tartıp sarf ettiğimiz kelimelerimiz, güzel ahlakımız orayı cennetten bir bahçeye dönüştürüyor, teheccüdlerimiz o karanlık kuyunun lambası oluyor. Allah rızasını gözeterek yaptığımız her davranış burada kabrimizi genişletiyor. Sonra berzah âlemine geçiyoruz. Bir nevi bekleme salonu. Sevdiklerimizi görüyor, hasbihal ediyoruz. Vaktin dolmasını bekliyoruz. Ve nihayetinde kıyamet kopup her şey yerle bir olunca o kulakları delen sur ile kabirlerimizden kalkıyor, haşir köprüsüne doğru yol alıyoruz. Tekrar diriltildiğimize şahit olmak, yaşarken bu ana şeksiz şüphesiz inansak da kalbimizi patlatacak şekilde heyecan ve korkuyla çarptırıyor.
Aman Allah’ım ne yaman, ne çetin gün! Annelerimizden, yavrularımızdan, sevdiklerimizden köşe bucak kaçıyor, hesabını veremediğimiz her amel için boyumuzca terliyoruz. Hesaba çekilmenin yorgunluğuyla bitkin bir şekilde kendimizi sırat köprüsünde buluyoruz. Nasıl geçeceğiz diye düşünürken, kimimizi oruçları uçurup götürüyor, kimimizi namazları, sadakaları. Yetim hakkını gözetenler, salih amellerle ömür geçirenler, İslâm ahlakıyla ahlaklananlar, ibadeti başına taç edenler ne rahat geçti o köprüden.
Sırat köprüsü kıldan ince kılıçtan keskindi. İnce hesaplarla iyi ile kötüyü keskin bir şekilde ayırıyordu. Bu köprüden de geçmeyi başaran insanoğlu tüy hafifliğinde saadet-i dareyn’e uçuyor, kim bilir belki cemalullahla şerefleniyordu. Ne mutlu... Ne mutlu.
Esra GÖKTEPE
YazarYunus'umuzun güzel bir şiiri var. Her ne vakit onu terennüm etsem; paslanmış kalbim açılır, yüreğimin yağı, gönlümün taşı erir, hayatım birden hizaya girer. Selam olsun Yunus'uma, selam olsun Muhammed...
Yazar: Esra GÖKTEPE
Şu anda siz bu satırları okurken, dünyanın dört bir tarafında sadece Rabb’imizin bilebileceği ve insan aklının alamayacağı ve anlayamayacağı milyarlarca olay yaşanıyor. Biz iyiliklerin olduğu olaylara...
Yazar: Esra GÖKTEPE
Ne yapalım, nasibimizde yirmi birinci asırda yaşamak varmış. Masumların, mazlumların sırf haz ve çıkar uğruna harcandıkları asırda... Feryatları arşı delen çocukların çığlıklarının yüreğimizde yankıla...
Yazar: Esra GÖKTEPE
Tüm yapraklar sarardı gayrı günler güzündür Bekleme hiç baharı artık vakt-i hazandırDökülürken yapraklar en yüceden toprağa Üstündeki bir serçe mezarını kazandırAğır ağır gezerken yaprakların üstünde ...
Şair: Hulusi TATAR