Topkapı Sarayı’nı Gezerken
Yakın zamanda Topkapı Sarayı Müzesi’ni ziyarete gittim. Bilindiği üzere, Topkapı Sarayı Fatih Sultan Mehmet Han tarafından yaklaşık 300.000 metrekarelik bir alan üzerine yaptırılmıştır. Yapımı tamamlanan 1478 yılından 19. yüzyılda Sultan Abdülmecit devrine kadar padişahların evi olmasının yanı sıra, devlet buradan idare edilmiş ve aynı zamanda sanat ve eğitimin merkezi olarak da varlığını sürdürmüştür.
Üç kıtaya yayılmış görkemli bir devletin yönetildiği sade ama etkileyici bir hava taşıyan Topkapı Sarayı’nı gezerken, insan birçok duygu ve düşünceyi bir arada yaşıyor. Benim aklıma ilk gelen; Allah’ın cihad emriyle çok büyük bir coğrafyada fetihler yapan ve fethedilen yerlerde İslâm medeniyetini kurup adaletle hüküm süren ve bu sayede sayısız insanın Müslüman olmasına vesile olarak aslında onların ebedî kurtuluşunun da sebebi olan ecdadın yaşadığı bir saray ve şu an o hizmetleri yapanlardan hiç kimse yok.
Onlar da bizim gibi bu dünyada misafirdi ve zahirde geriye kendilerinden dünyaya ait kullandıkları eşyalarının bir kısmıyla, saray olduğu için yaşadıkları yer kaldı. Bu kalanların oradaki yaşantılarında bir faydası olmayacak. Esas kalan ve daha doğrusu heybelerinde yanlarında götürdükleri ise Allah için yaptıkları tüm hizmetlerin sonucunda kazandıkları Allah’ın rızası.
Biz sarayı gezerken “Ecdad da ne güzel yerlerde yaşamış!” diye söylenenler olabiliyor ama böyle söylemek yerine asıl “Buralarda yaşarken, rehavete kapılmadan, bu kadar çok hizmeti bazen gerçekten çok kısa olan hayatlarına nasıl sığdırabilmişler.” diye düşünüp ders almak daha doğru olacaktır.
Aynı duyguları, “Mukaddes Emanetler” bölümünü gezerken de hissediyor insan. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in yay ve oku, kılıçları, sakal-ı şerif ve hırkası, Hazreti Ebu Bekir (r.a.) ve diğer sahabe efendilerimizin kılıçlarını ve onlara ait daha birçok eşyayı görmek ayrı bir heyecan veriyor.
Onlara bakarken “Bu kılıçlar ne kadar çok savaşta Allah’ın cihad emri ve adaleti için kullanıldı. Bu eşyaların sahipleri ömürleri boyunca hep Allah’ın rızası için yaşadılar ve nihayetinde başta Allahu Teâlâ’nın en sevgilisi Peygamber Efendimiz (s.a.v.) olmak üzere, diğer sahabe efendilerimiz de can emanetini aslına teslim edip bu dünyadan göçtüler. Dünya onlar için de bir misafirhaneydi, bizim için de.” diye düşünüyor insan.
Şimdi biz durup düşünelim; emanet olduğumuz bu fâni dünyada nasıl yaşıyoruz, göçerken geride ne bırakıp yanımızda ne götürebileceğiz?
Raziye SAĞLAM
Yazar
İçinde bulunduğumuz mübarek günlerde, Müslümanlar nefsini bir tarafa bırakıp Allah’a layık bir kul olma yolunda daha çok gayret ederler. Çünkü insan eşref-i mahlûkattır ve inancımıza göre, bunu koruma...
Yazar: Raziye SAĞLAM
İslâm’ın yayılması müşrikleri ve Yahudileri endişelendiriyordu. Bilhassa Benî Nadîr Yahudileri Rasûlullah’a karşı kin, haset ve düşmanlık besliyorlardı. Beni Nadîr Yahudilerinin en azılısı ve Rasûlull...
Yazar: N.Nida DURAN
İnsan, Allah’ın eseri ve yaratılmışlar içinde en mükemmeli olması itibarıyla değerlidir ve saygıyı hak etmektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Tin Suresi dördüncü ayette; “Biz insanı en güzel şekilde ya...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
Sevgili çocuk dostlarım;Havalar ısınınca, ağaçlar tomurcuklanıp çiçek açmaya, kuşlar hep bir ağızdan daha canlı ötmeye başladılar. Uzun bir kışın ardından bugün ilk kez Selman, Ömer, Zeliş ve köyün ke...
Yazar: Raziye SAĞLAM