SULTAN V. MEHMET REŞAT
Arnavut isyanı sırasında¸ İstanbul'daki siyasî muhalefetle ve ordu içinde "Halâskârân Zabitler" adı verilen grup arasındaki ilişkiler önemlidir. Balkanlar ve özellikle Arnavutluk'ta ve İzmir'de ki kıtaların subayları¸ İttihat ve Terakki Partisi aleyhinde siyasi baskıya giriştiler. "Halâskârân Zabitler" adına Bostancı'da bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya Ferit Paşa¸ Suphi Paşa ve Zeki Paşa güya aracı olarak katıldı. Melamiler Şeyhi Terlikçi Salih Efendi gibi Hürriyet ve İtilaf Partisi elemanları da toplantıda bulundular. Bu toplantıda bir beyanname yayımlandı
V. Mehmet Reşat¸ Osmanlı İmparatorluğu'nun 35. padişahı ve 114. İslâm Halifesidir.[1] II. Mahmut'un torunu¸ Sultan Abdülmecit'in üçüncü oğludur. Annesi Gülcemal Kadın Efendi'dir. 31 Mart Olayı ardından 1909'da¸ II. Abdülhamit Meclis-i Milli tarafından tahttan indirildi ve 65 yaşında olan Veliaht Mehmet Reşat¸ İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin desteğiyle tahta çıkartıldı. Saltanat adı olarak¸ asıl adı olan "Reşad" değil¸ "Mehmed" adının kullanması kararlaştırıldı. Cülus töreni Beyazıt'ta bulunan Sirkeci'ye oradan Beyazıt'a geçerken yolun iki tarafında dizili İstanbullular tarafından coşkunlukla alkışlandı. Biat duasından sonra yaptığı konuşmada¸ "Hürriyetin ilk padişahı benim ve bunda müftehirim." demiş ve bundan sonra "Meşrutiyet Padişahı" olarak anılmaya başlanmıştır.[2]
5 Mayıs 1909'da II. Abdülhamit'in son sadrazamı olan Ahmed Tevfik Paşa İttihad ve Terakki Cemiyeti üyelerinin zorlamaları ile istifa etti ve yeni hükümet Hüseyin Hilmi Paşa sadrazamlığı altında kuruldu. 10 Mayıs 1909 günü V. Mehmed için Eyüp'te kılıç alayı yapıldı. Padişah Dolmabahçe'den "Söğütlü" yatına bindi ve Boğaz ve Haliç üzerinden denizden Eyüp'e gitti. Eyüp Türbesi'nde Şeyhülislâm Sahip Efendi ve Konya Mevlevî Dergâhı Postnişini Abdülhalim Efendi tarafından Sultan Osman'ın kılıcını kuşandı. Sonra saltanat arabasına binen V. Mehmet Fatih Camii'nde Fatih türbesini ziyaret etti. Sonra yine saltanat arabası ile Dolmabahçe Sarayı'na döndü.[3] Padişahlığı sırasında devlet yönetimi daha çok İttihat ve Terakki Partisi'nin genç ve dinamik ileri gelenlerinden Enver Paşa¸ Talat Paşa ve Cemal Paşa'nın elinde kaldı. Bu liderlerin yeni padişahı çok sevdikleri gösterileri yapılmaktaydı. Piyasaya onun adını taşıyan "Reşat Altını" sürüldü. Birçok İstanbul semtine¸ Anadolu kasaba ve köylerine "Reşadiye" adı verildi. V. Mehmet'in ilk saltanat günlerinde adi suçluların ve özellikle 31 Mart Olayı ile ilişkili ve İttihad ve Terakki Partisi aleyhtarı siyasi suçluların kentin meydanlarında asılmalarına onay vermeyeceğini mabeyn üyelerine ısrarla bildirmesine rağmen sonunda iktidarda bulunan İttihat ve Terakki Fırkası idarecilerinin ısrarlarına karşı gelemeyip bunlara onay vermek zorunda kaldı.[4]
Sıkıntılı Dönem
1910'da Arnavutluk İsyanı çıktı ve bu ayaklanma 1 Ocak 1911'de üzerine gönderilen Harbiye Nazırı Memduh Şevket Paşa komutasındaki güçler tarafından bastırıldı. 1908'de Girit Parlementosu üyelerinin başbakanın tatilde olmasını ve Osmanlı İkinci Meşrutiyet kurulmasını fırsat bilerek Yunanistan'la birleşme oyu vermelerinden sonra güven sarsıldı¸ problem başladı. Kozmopolit Efendi'nin sahibi ve Ahmed Samim Bey'in başyazarı olarak çıkarılan "Sada-yı Millet" gazetesinin Patrikhane lehine çalıştığı söylentileri yayılması üzerine¸ 9 Haziran 1910'da Ahmed Samim Bey bir suikasta hedef olarak Bahçekapı'da vurulup öldürüldü.[5] 6 Şubat 1911'de devlet idaresinin merkezi olan Babıali'de yangın çıktı¸ Sadrazamlık ile Hariciye Nezareti daireleri kurtulup. Şura-yı Devlet¸ Dâhiliye Nezareti¸ Mektupçu¸ Teşrifatçı¸ Beylikçi¸ Sadaret Kalemi daireleri ile Vak'anüvis daireleri tamamen yandı.[6] 5 Haziran 1911 günü Sultan V. Mehmet denizden "Barbaros" zırhlısı ile Rumeli gezisine başladı. Selanik¸ Üsküp ve Priştina'yı ziyaret etti. Kosova'da bulunan ceddi I. Murad'ın türbesi olan Meşhed-i Hüdevandigar'da 100.000 kişinin katıldığı bir cemaatle cuma namazı kıldı.[7]
Trablusgarp (Libya)
16. yüzyılda başlayan sömürgeleştirme hareketlerinin dışında kalan İtalya¸ Fransız İhtilali'nden sonra 1870 yılında siyasi birliğini geç olarak sağladığında sömürgelerin çoğu İngiltere ve Fransa tarafından paylaşılmıştı. 1881'de Fransa'nın Tunus'u işgali¸ ardından da İngiltere'nin 1882'de Mısır'ı ele geçirmesinden sonra İtalya¸ Kuzey Afrika'da kalan son Osmanlı toprağı olan Trablusgarp'la ilgilenmeye başlamıştı. 1898 yılında İngiltere ve Fransa arasında¸ sömürgelerin paylaşımı yüzünden çıkan Faşoda Buhranı sonunda Kuzey Afrika'nın paylaşımı yapıldı ve böylece Trablusgarp da İtalya'ya bırakıldı. İtalya¸ Osmanlı Devleti'ne bir ültimatom vererek¸ Trablusgarp'ın kendisine bırakılmasını istedi. İtalyanların bu isteği reddedilince Trablusgarp ve Bingazi işgal edildi. (1911.)Temmuz 1912'de İtalya Çanakkale'de Osmanlı istihkâmlarını denizden topa tuttu. Ayrıca Ege Denizi'ndeki 12 adaya asker çıkardı. Mustafa Kemal ve Enver Bey Trablusgarp'a geçerek Derne ve Tobruk'ta zaferler kazandılar. Balkan Savaşlarının başlaması üzerine İtalyanlarla barış imzalandı ve savaş sona erdi. Uşi Antlaşması'na göre Trablusgarp ve Bingazi İtalya'ya verildi. 12 ada Yunanistan'ın işgal etmemesi için geri verilmek üzere İtalya'da bırakıldı. Trablusgarp Savaşı¸ ilkler sebebiyle de ilginç bir savaştır. Dünya tarihinde ilk kez uçakların savaş aracı olarak kullanılması bu savaşa rastlar. Biz ise Kuzey Afrika'daki son toprak parçamızı kaybetmiş olduk.
Halâskârân-ı Zabıtan
Arnavut isyanı sırasında¸ İstanbul'daki siyasî muhalefetle ve ordu içinde "Halâskârân Zabitler" adı verilen grup arasındaki ilişkiler önemlidir. Balkanlar ve özellikle Arnavutluk'ta ve İzmir'de ki kıtaların subayları¸ İttihat ve Terakki Partisi aleyhinde siyasi baskıya giriştiler. "Halâskârân Zabitler" adına Bostancı'da bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya Ferit Paşa¸ Suphi Paşa ve Zeki Paşa güya aracı olarak katıldı. Melamiler Şeyhi Terlikçi Salih Efendi gibi Hürriyet ve İtilaf Partisi elemanları da toplantıda bulundular. Bu toplantıda bir beyanname yayımlandı. Beyannamede hükümetin istifası istenmekteydi. Ayrıca Meclis-i Mebusan Başkanı Halil Bey'in evine hükümetin düşmesini sağlamak için bir gizli tehdit mektubu gönderildi. Harbiye Nazırı ve Bahriye Nazır'ının istifaları üzerine 16 Temmuz 1912'de Mehmet Said Paşa sadrazamlıktan istifa etti. Yerine en kıdemli olarak Ahmet Muhtar Paşa "Büyük Kabine" adı verilen yeni bir hükümet oluşturdu. Bu hükümet partiler ve siyasal görüşler üstü bir politika uygulamayı hedeflemişti. Fakat Balkan Savaşı çıkması dolaysıyla bu hedefine yetişmede başarılı olamadı. 4. Meclis-i Mebusan dağıtıldı. Sıkıyönetim ilan edildi. Ahmet Muhtar Paşa istifa etti¸ yerine Kıbrıslı Mehmet Kâmil Paşa getirildi.[8]
Balkan Savaşları
Osmanlı Devleti'ni Balkanlardan çıkarmak isteyen Bulgaristan¸ Sırbistan¸ Yunanistan ve Karadağ Trablusgarp Savaşı'yla uğraşan Osmanlı Devleti'ne savaş açtılar. Osmanlı Devleti ise ordularını terhis etmişti. I. Balkan Savaşı sırasında birçok cephede birden savaşmak zorunda kalan Osmanlı Devleti ağır yenilgiler aldı. Bulgarlar Çatalca'ya kadar ilerlediler¸ Yunanlar Selanik'i işgal etti. Bu olaylardan faydalanan Arnavutluk bağımsızlığını ilan etti. Osmanlı Devleti'nden aldıkları toprakları kendi aralarında paylaşırken anlaşmazlık içerisine girdiler. Sırbistan¸ Yunanistan ve Romanya¸ Bulgaristan'a karşı savaşa başladı. Osmanlı Devleti bu fırsattan Edirne'yi kurtardıktan sonra Meriç'e kadar ilerledi ancak¸ Avrupalı devletlerin müdahalesi ihtimaline karşı daha fazla ileri gitmedi. II. Balkan Savaşı sonunda yapılan İstanbul Antlaşması ile Edirne ve Kırklareli Osmanlı Devleti'ne geri verildi. Kavala ve Dedeağaç ise Bulgaristan'da kaldı. İki devlet arasında Meriç Nehri sınır oldu.[9]Balkan yenilgisini iç planda; sınırların daralması¸ prestij kaybı¸ ulusçuluk düşüncesinin uyanışı¸ İttihat ve Terakki iktidarının kuvvetlenmesi noktaları ile değerlendirirken dış planda ise Asya'daki Osmanlı eyaletlerinin paylaşılması fikri ve Doğu Avrupa'da dengesizlik noktaları ile sınıflandırmak gerekmektedir. Sonuç olarak; Osmanlı devletinin prestijininsarsıldığı bu savaşlar Balkanları başta "sınır" ve "azınlık" sorunları olmak üzere bir dizi sorunla karşı karşıya getirirken; yakın dönem Türk tarihine askerî¸ siyasî¸ kültürel ve demografik problemler bırakmıştır.[10]
Cihad-ı Ekber ve Sonuçları
1914´ün 14 Kasım sabahı fetva¸ Süleymaniye´deki Meşihat makamından Fatih Camii´ne büyük bir merasimle götürüldü ve cemaate Fetva Emini'' Ali Haydar Efendi tarafından okundu. Cihad ilan edildiğini öğrenen halk¸ bayraklar¸ sancaklar ve dualarla sokaklara fırladı¸ minarelerden salâ verildi.
Cihad-ı Ekber¸ Türkçe(Osmanlıca)¸ Arapça ve Acemce ilan edilmiştir ve ilk bölümü ise şu şekildedir. " İslâmlık aleyhine düşman hücumu vaki ve İslâm memleketlerinin gasp ve yağma edilmesi ortaya çıkınca İslâm padişahı bütün halkı silah altına almak suretiyle cihadı emrettikçe ayetlerin hükmünce bütün Müslümanlar üzerine cihat farz olup genç ihtiyar¸ piyade ve süvari olarak bütün memleketlerdeki Müslümanların mal ve canıyla cihada başvurmaları farz-ı ayn olur mu?
El cevap: Olur
"[11]
Bir hafta sonra¸ fetvanın İslâm dünyasına duyurulması maksadıyla bir beyanname yayınlandı. Metnin altında Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi´nin¸ daha önce şeyhülislamlık yapmış olan üç kişinin¸ on bir kazaskerin ve devrin önde gelen on dört din âliminin imzası vardı. Ancak¸ büyük ümitlerle ilan edilen "Cihad-ı Ekber" hiçbir işe yaramadı ve kimseler ciddiye almadı. Cihad ilan edildiğini sarayında öğrenen eski padişah II. Abdülhamit¸ "Şevketlû biraderim yanlış yaptı; bu büyük bir silah idi¸ kullanılmadıkça daha da büyük görünürdü. Asla kullanılmamalıydı..." demişti.
Son dönemin sadrazam ve genelkurmay başkanlarından Ahmet İzzet Paşa da; "Bazı şöhretler vardır ki¸ potansiyel olarak kaldıkça güce sahip olurlar. Biz çocukluğumuzdan beri Sancak-ı Şerif çıkarılır¸ mukaddes cihat ilan edilirse İslâm dünyası ayağa kalkar¸ dünya birbirine geçer diye işitir dururduk. Böyle gereksiz ve zamansız bir şekilde bu fetvanın ilanı¸ hilafetin elindeki bu tehdit silahının önemini de ne yazık ki yok etti. Bu fetvadan haberdar olur olmaz¸ mahkûm olduğu üzücü sonucu pek çoğumuz daha önceden anladık. " demiştir.
Cihad ilanı¸ beklenildiğinin aksine¸ Kutsal Topraklar sayılan Arabistan'da Halife-i Müslimin'e ve Osmanlı Devletine karşı tepki doğurdu. Ne zamandır İngilizlerin parasıyla beslenen ve onlardan "krallık" sözü alan Mekke Şerifi Hüseyin ardı ardına verdiği iki fetva ile bu cihada karşı koydu ve akabinde Arap isyanını başlattı. Düşman ise¸ HintlisindenSenegallisine dünyanın her yerinden devşirdiği Müslüman askerleriyle Osmanlı ordusunun karşısına çıktı.[12]Birinci Cihan savaşı ise çok çetin ve kanlı geçmiştir.
V. Mehmet Reşat'ın saltanatı 9 yıl sürdü. 3 Temmuz 1918 tarihinde kalp yetmezliğinden vefat etti. Kendisi sağlığında Mimar Kemalettin Bey'e yaptırdığı Eyüp'teki Sultan Reşat Türbesi'nde yatmaktadır.
[1]Şevket Süreyya Aydemir¸ Makedonya'dan Ortaasya'ya Enver Paşa (1908-1914)¸ İstanbul 2005.
[2]Necdet Sakaoğlu¸ Bu Mülkün Sultanları¸ İstanbul 1999.
[3]Necdet Sakaoğlu¸ Bu Mülkün Sultanları¸ İstanbul 1999.
[4]Halit Ziya Uşaklıgil¸ Saray ve Ötesi¸ İstanbul 2012.
[5]Ali Şükrü Çoruk¸ 100. Yıldönümünde Bir Gazeteci Suikastı.
[6]Halit Ziya Uşaklıgil¸ Saray ve Ötesi¸ İstanbul 2012.
[7]Necdet Sakaoğlu¸ Bu Mülkün Sultanları¸ İstanbul 1999.
[8]Necdet Sakaoğlu¸ Bu Mülkün Sultanları¸ İstanbul 1999.
[9] Cevdet Küçük¸ Balkan Savaşı¸ TDVİA¸ İstanbul 1991.
[10] Enver Ziya Karal¸ Osmanlı Tarihi¸c.VIII¸ Ankara¸ 1983.
[11]22 Zilhicce 1332 - 29 Teşrînievvel 1330 Tarihli Cihad-ı Ekber ilanının İlk bölümünün Türkçe Çevirisi.
[12]http://www.gnoxis.com/v-mehmet-resatin-cihat-ilani-49071.html
Resul KESENCELİ
YazarBeyitSaâdetdir o yârın uğruna cânı nisâr etmekKabâhatdır ana cân vermeyip de i’tizâr etmek(O sevgilinin uğruna can vermek âşık için mutluluk kaynağıdır. O sevgiliye can vermek yerine özür beyân etmek ...
Yazar: Resul KESENCELİ
1.BeyitEy gönül hâk idi aslın sen yine hâk olagörDerd-i Hakk ile yanuban cümleden pâk olagör(Ey gönül! Senin aslın toprak idi, sen yine (aslına dönerek) toprak ol, Hak (Allah’a kavuşma) derdiyle yanar...
Yazar: Resul KESENCELİ
İstanbul’da bir sohbette Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri askerlik hatıralarını anlatırken şöyle buyurur: “Diyarbakır’da askerdik. Bir pazar günü arkadaşlarla beraber Dicle Nehrinin kenarınd...
Yazar: Resul KESENCELİ
Millî şairlerimizden Orhan Şaik Gökyay’ın “Bu Vatan Kimin” adlı şiirinden iki dörtlükle yazımıza başlayalım. Bu vatan toprağın kara bağrında Sıradağlar gibi duranlarındır, Bir tarih boyunca onun ...
Yazar: Sırrı ER