Süleymanlar Kapında Karıncadır
(Buhûrîzâde Mustafa) Itrî (1640-1712)
Sâyesi düşmez yere bir böyle nahl-i Tûr’sun
Mihr-i âlem-gîrsin başdan ayağa nûrsun
Tarîk-i gülzâr-ı âlem, mâlik-i mülk-i âdem
Münkîrine mahz-ı mâtem mü’minine sûrsun
Sensin ol şâh kim Süleymanlar kapında mûrdur
Onsekiz bin âleme hükmetmeğe me’mûrsun
El benim dâmen senin ey Rahmete’n-li’l-âlemîn
Şöhretim isyân benim sen afv ile meşhûrsun
Pâdişâh-ı evvelîn ü kıblegâh-ı âhırîn
Evvel ü âhir İmâmü’l-enbiyâ mezkûrsun
Yâ Rasûlallah umarım diyesin Rûz-ı Cezâ
Gerçi cürmüm çokdur ammâ Itriyâ mağfûrsun
Yahyâ Kemâl’in;
“Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden” diye bahsettiği “mûsıkîsinde bir taraftan din, bir taraftan bütün hayat akan” bu “öz mûsıkîmizin pîri” diyerek methettiği Itrî, büyük bir Türk bestekârıdır. Mevlânâ’nın Peygamber Efendimiz vasfında söylediği na’tini Rast makamında bestelemiş, bugün bile bu Farsça na’t, Mevlevî âyinlerinde söylenmektedir.
Öte yandan Kurban Bayramı Tekbiri (Allâhü ekber, Allâhü ekber, lâ ilâhe illallâhü Allâhü ekber, Allâhü ekber veli’llâhi’l-hamd) sadece Türkiye’de değil bütün Müslüman ülkelerde meşhûr olmuştur. Kezâ, Salât-i Ümmîye (Allâhümme salli alâ seyyidinâ… ) de onun meşhûr bestelerindendir.
Na’tinde Hz. Muhammed (s.a.v.)’i, Hz. Mûsâ’nın Allah ile kelâm eylediği Tûr Dağı’na benzetiyor. Allah, Tûr Dağı’na tecellî edince, her taraf göz kamaştıran bir nûrla dolmuştu. Şair, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i işte bu Tûr Dağı gibi hayâl ediyor.
O, nûrdan yaratıldığı için gölgesi yere düşmeyen bir Tûr Dağı gibidir. Şair benzetmelerine devam ediyor ve Peygamber Efendimiz’in nûrunu daha iyi ifade etmek için bu defa da Güneş’e benzetiyor: “Sen dünyaları kucaklayan, aydınlatan güneşsin; baştan ayağa kadar nûrsun.” diyor.
Hz. Muhammed (s.a.v.), hiçbir zaman dünyaya bel bağlamamıştır. Şair de dünyayı bir bahçeye benzeterek Hz. Muhammed (s.a.v.) için; “Dünya bahçesini hiçe sayıp bir kenara atan sensin, çünkü sen yokluk ülkesinin sahibisin.” demektedir.
Itrî, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in vasıflarını şöyle dile getiriyor: Hakk’a inanmayanlara mâtem tutturur, inananları ise sevindirirsin. Sen on sekiz bin âleme hükmetmeğe memûr edilmiş öyle bir padişahsın ki Süleymanlar senin kapında birer karıncadır.
Itrî, burada Hz. Süleyman’a telmihte bulunuyor. Hz. Süleyman hem padişah hem de peygamberdi. Allahu Teâlâ, ona birçok mucize vermiştir. Bunlardan biri de hayvanların dilinden anlaması, hayvanlarla konuşmasıydı. Karınca ile münâsebete gelince:
Hz. Süleyman, ordusuyla bir sefere giderken bir vadiye ulaştıklarında karınca beyi’nin diğer karıncalara “Kaçın, Süleyman’ın orduları sizi ezmesin.” dediğini işitir. Hz. Süleyman tebessüm eder ve karıncaların beyini yanına çağırır. Karınca beyi, Hz. Süleyman’ın yanına eli boş gitmek istemediği için kendince değerli gördüğü bir çekirge budunu alarak Hz. Süleyman’ı ziyârete gider.
Hz. Süleyman duâ eder, but bereketlenir; bütün ordu yarısıyla doyar. Geri kalanını karınca beyi’ne iâde eder ve ondan bir öğüt ister. Karınca da Süleyman Peygamber’e öğütler verir. Hz. Süleyman, karıncaya; “Ben peygamber olduğum hâlde sizi çiğneyeceğimi nasıl düşündün ve arkadaşlarına niçin kaçmalarını söyledin?” deyince karınca da ona; “Karıncalar, senin debdebene dalıp da tespihlerini unuturlar diye söyledim.” cevabını verir.
El benim dâmen senin ey Rahmete’n-li’l-âlemîn
Şöhretim isyân benim sen afv ile meşhûrsun
(Ey âlemlere rahmet olarak gönderilmiş Rasûl, el benim (eteğini tutmak benden), etek senin (eteğini elimden çekip çekmemek senden). Bu dünyada ben isyân ile şöhret bulmuşum; Sen ise affetmekle meşhûrsun.)
“Etek”, himâye etmeyi ifade eder. Peygamber Efendimiz de ümmetinin hâmisi olacaktır. Onun eteğine yapışan, onun yolunda giden kurtulacaktır. Şair de bunu ifade etmek istiyor. Ben senin eteğine tutunuyorum; sen de istersen bana sahip çıkarsın, istemezsen çıkmazsın. Kul, günah işlemekle bilinir; Sen ise affetmekle meşhûrsun. Bu yüzden ümitliyim diyor.
Aşağıdaki beyitte Peygamber Efendimiz’in vasıfları sayılmaya devam edilmiş;
Pâdişâh-ı evvelîn ü kıblegâh-ı âhırîn
Evvel ü âhir İmâmü’l-enbiyâ mezkûrsun
(Âlem yaratıldıktan sonra senden evvel gelenlerin padişahısın. (Kıyâmete kadar) senden sonra geleceklerin de dönüp el kavuşturup duracakları kıble sensin. Senin adın dillerde “Peygamberlerin Başı” diye söylenmektedir.)
Burada “Âdem su ile çamur arasında iken ben peygamberdim.” ve “Önce benim rûhum yaratıldı.” hadis-i şeriflerine telmihte bulunulmuş.
Son beyitte şair :“Yâ Rasûlullah, biliyorum suçum çoktur; ama gene de umuyorum ki, Kıyâmet Gününde, ‘Ey Itrî, affedildin, suçun bağışlandı diyesin.” sözleriyle Hz. Muhammed (s.a.v.)’in şefâatine nâil olma arzusu taşımaktadır.
Yukarıdaki na’t Mevlid ve Mi’râciye arasında söylenen, bestelenmiş bir dinî mûsıkî olup Mevlid törenlerinde makamla okunmaktadır. Bunun terim anlamı “tevşih”tir.
Vedat Ali TOK
YazarBu başlık, bizim yıllar önce yaptığımız bir kitap çalışmasının başlığıdır. Bu çalışmamızda biz kültür dünyamıza damgasına vurmuş dinî motifleri ve bunların başında da Kur’ân izlerini tesbit etmeye çal...
Yazar: Ali AKPINAR
Şeyyâd Hamza (13. yüzyılın sonu?-14. yüzyılın ikinci yarısı?)Senün aşkun kamu derde devâdur yâ RasûlallahSenün katunda hâcetler revâdur yâ RasûlallahSenün nûrun gören gözler ne ay gözler ne yılduzlarN...
Yazar: Vedat Ali TOK
Kâinat sana der ki:“Dünya senin içinde.Sen Mecnun ol yeter kiLeyla senin içinde.Her daim Hakka dayan,Aşkın ateşiyle yan.Lügatlere sığmayanMânâ senin içinde.Hak yolunda yanık ol,Gül cemale tanık ol,Uyu...
Şair: Yusuf DURSUN
Osmanlı Hanım Sultanlar, hayırsever tabîatlı, vakıf rûhlu diğerkâm insanlardı. Hayatları boyunca sahip oldukları taşınır taşınmaz maddî varlıkların ekseriyetini Hak rızası için âmme yararına cömertçe ...
Yazar: İsmail ÇOLAK