Sözden Öze Bir Gönül Sultanı: Sünbül Sinan Efendi
Bugün "İstanbul" adıyla andığımız ve bağrımıza bastığımız Konstantinopolis, İmparator Constantinus (Konstantin) tarafından milâdın dördüncü asrında kurulmuştur. O günden bugüne köprülerin altından ne sular akmış, nice insanlar bu kadim topraklarda yaşayıp göçmüştür. Her gelen İstanbul'da bir iz bırakarak sonsuzluk yolculuğuna çıkmıştır.
Sultan II. Mehmed'i "Fâtih" yapan ve Peygamber Efendimiz’in övgüsüne mazhar kılan aziz İstanbul, dünyanın gıptayla baktığı mümtâz bir şehir olmuştur. O ki Bizans ve Osmanlı olmak üzere iki büyük imparatorluğa ve Latin devletine başkentlik yapmıştır. Avrupa, Asya ve Afrika’nın tarihinde önemli bir yere sahip olan bu kadim şehir, Doğu ve Batı dünyasının tam ortasında yer alması hasebiyle de büyük bir ehemmiyete sahiptir.
İstanbul'un fethinden bugüne (2025-1453) 572 sene geçmiştir. Konstantinopolis veya Doğu dünyasındaki ifadesiyle Konstantiniyye’nin Türkler tarafından 1453’te ele geçirilmesi, dünya tarihini yeniden şekillendirmiş (dizayn etmiş), Orta Çağ'ın kapanıp Yeni Çağ'ın açılmasına vesile olmuştur. Bu büyük (kutlu) hadisenin mimarlığı da gencecik yaşında fetih ümidiyle yatıp fetih rüyaları gören Osmanlı'nın 7. padişahı II. Mehmed'e nasip olmuştur.
Byzantium’dan Fâtih’e Suriçi'nde Bir Deveran
Dün olduğu gibi bugün de Suriçi denince İstanbul, İstanbul denince de Suriçi akla gelmektedir. Öyle ki İstanbul, bu tarihî yarımadayla âdeta özdeşleşmiştir. Bugünkü modern görünümlü metropol İstanbul, Suriçi'nin çok uzaklarına kadar taşsa da kadim İstanbul bu mahâlde bütün haşmetiyle (ihtişamıyla) yaşamakta, gönüllerdeki yerini sağlamlaştırmaktadır.
Suriçi, İstanbul'un tarihî yarımadası olarak da bilinir. Bizans ve Osmanlı dönemlerinden kalma tarihî sarayları, camileri, kiliseleri ve diğer önemli yapıları ihtivâ eder. Önemli semtleri arasında Süleymaniye, Zeyrek, Cibali, Fener ve Balat bulunur.
İstanbul'u Osmanlı (dolayısıyla İslâm) topraklarına dâhil eden Fâtih Sultan Mehmed, Fetih'ten hemen sonra İstanbul’da çok kapsamlı îmâr, iskân ve kültür faaliyetlerine girişmiştir. Fethi takip eden günlerde İstanbul'da ilim faaliyetlerinin başlaması için bazı kiliseler zaman kaybedilmeden medreseye çevrilmiştir.
Bununla beraber külliyeler yapılmıştır. Bu kapsamda harabe hâlindeki Havariyyun Kilisesi’nin temelleri üzerinde 1463 yılında cami, Sekiz Sahn (Sahn-ı Seman) Medresesi, sekiz Tetimme Medresesi, Kütüphane, Tabhane ve İmaret, Darüşşifa, Darüttalim, Kervansaray ahırları, Fâtih ve zevcesi Gülbahar Sultan Türbeleri vs. olmak üzere birçok birimden oluşan Fâtih Külliyesi'nin inşâsına başlanmış, külliye 1471 senesinde hizmete açılmıştır. Bu külliyede eğitim faaliyetleri hemen başlatılmıştır.
İstanbul'un ilim ve irfan müesseselerinin merkezi konumundadır tarihî ve kadim Suriçi. İlim merkezlerinin başında gelen Fâtih Medreselerinden yaklaşık bir asır sonra kurulan ve medrese teşkilatı açısından en yüksek seviyeyi temsil eden Süleymaniye Medreseleri yine bu mahalde inşâ edilmiştir.
1550-1557 tarihleri arasında tamamlanan söz konusu külliyede cami, dört medrese, darülhadis, tıp medresesi, darüşşifa (bimarhane), darüzziyâfe, tabhane, sıbyan mektebi, hamamlar ve türbeler bulunmaktadır. Bu kapsamlı külliyede dinî, hukukî ve edebî derslere ek olarak hendese ve riyâziye derslerine de yer verilmiştir.
Bir Mücevher Gibi Sünbül Sinan'ın Rûhu Yanar
İstanbul'un rûhunu iliklerine kadar hissettiren aziz ve necip coğrafyanın adıdır Suriçi... Onun da ruh merkezi bence Koca Mustafa Paşa'dır. Koca Mustafa Paşa deyip de geçmemek gerek... Koca Mustafa Paşa demek Suriçi demek, Suriçi demek Fâtih demek, Fâtih demek İstanbul demek... Koca Mustafa Paşa demek Sünbül Sinan demek, Koca Mustafa Paşa demek Merkez Efendi demek... Koca Mustafa Paşa demek ilâhî aşk demek, mânevîyat demek...
Halvetiyye Tarîkatından Sünbüliyye Koluna Sünbül Sinan Efendi
Asıl adı Yusuf Sinan olan ve halk arasında "Sünbül Sinan" olarak bilinen kıymetli Hak ve hakîkat dostu 1452'de Merzifon'da doğmuş, 1529'da da İstanbul'da vefât etmiştir. "Sünbül" lâkabı ona şeyhi Cemâl-i Halvetî tarafından verilmiştir. Diğer lâkapları Zeynüddin ve Sinanüddin'dir. Babasının adı (Kayabeyoğlu) Ali'dir.
Ailesi hakkında başka da bilgi yoktur. Hayatına dair bilinenlerin önemli bir kısmı, halifelerinden Yâkub Efendi’nin oğlu Şeyh Yûsuf Sinaneddin’in “Menâkıb-ı Şerîf ve Tarîkatnâme-i Pîrân” adlı eserinde babasından naklen verdiği bilgilere dayanmaktadır. Onun dışında söylenenler pek de güvenilir bilgiler değildir.
Sünbül Sinan ilk tahsilini memleketi olan Merzifon'da yapmıştır. Daha sonra ilmin en büyük kapısı olan İstanbul'a gelerek medrese tahsiline başlamıştır. İlerleyen zaman içerisinde devrin tanınmış âlimlerinden Efdalzâde Hamîdüddin’in talebesi olmuştur.
Medrese yıllarında tasavvufa pek sıcak bakmayan Sünbül Sinan, bir arkadaşının etkisiyle Halvetiyye Tarîkatının ana kollarından Cemâliyye’nin pîri Cemâl-i Halvetî’ye intisap ederek tasavvuf yoluna girmiştir. Üç yıl talebelik döneminden sonra icâzet alarak irşâd vazifesiyle Mısır'a gitmiştir.
Hocası, Halvetiyye Tarîkatının Cemâliyye kolunun kurucusu ve bu tarîkatın İstanbul’daki ilk temsilcisi, âlim ve şair Cemâl-i Halvetî hac yolunda vefat edince Sünbül Sinan, hac dönüşü hocasının vasiyeti gereği İstanbul'a gelerek şeyhinin kızı Safiye Hatun'la evlenmiş, Koca Mustafa Paşa Dergâhı’nda postnişin (şeyh) olmuştur.
1494 yılından vefâtına kadar (1529), kendi adıyla anılacak olan Koca Mustafa Paşa Dergâhı’nda 35 yıl irşad faaliyetini sürdürmüştür. Bunun yanında Ayasofya ve Fâtih camilerinde vaazlar vermiştir. Yavuz Sultan Selim, yaptırdığı caminin açılış merasiminde vaaz etme görevini ona vermiştir.
İstanbul'un büyük velilerinden olan Sünbül Sinan, II. Bâyezîd, Yavuz Sultan Selim ve Kanûnî Sultan Süleyman dönemlerini görme ve o dönemlerde irşat vazifesini yerine getirme bahtiyârlığını doyasıya yaşamıştır. Sünbül Efendi, Muharrem 936’da (Eylül 1529) vefât etmiştir.
Cenaze namazını Fâtih Camii’nde Osmanlı devleti şeyhulislâmlarından Kemalpaşazâde (İbn-i Kemal) kıldırmıştır. Cenaze namazının akabinde İstanbul Suriçi Kocamustafapaşa’daki Kocamustafapaşa Dergâhı'nın haziresine defnedilmiştir. Şeyhin ölümüne zamanın önemli şairleri tarafından “Eyledi bostân-ı zühdün sünbülü me’vâya azm”; “Cânına Sünbül Sinân’ın Fâtiha”; “Üstâd-ı aşk.” ifadeleriyle tarihler düşürülmüştür.
Sünbül Sinan, Şiirle de Yakından İlgilenen Bir Söz ve Gönül Sultanıdır
Sünbül Sinan birçok talebe yetiştirmiştir. Başta Merkez Efendi olmak üzere Yâkub Germiyânî, Cem Şah Efendi, Akşehirli Cemal Efendi, Maksud Dede, Kefeli Alâeddin Ali, Çavdarlı Şeyh Ahmed Dede onun halifeleri arasında sayılabilir. Sünbül Efendi'nin vefâtından sonra yerine damadı Merkez Efendi postnişin olmuş, Sünbüliyye Tarîkatını yaygınlaştırmıştır.
Sünbül Sinan, semâ ve devrana çok önem vermiş, bu özelliğinden dolayı devrin âlimleri tarafından şiddetli şekilde eleştirilmiştir. Yapılan bir va'zın, okunan âyetlerin veya söylenen ilâhîlerin etkisiyle duygulanan ve coşan bir sûfînin çoğu kez iradesi dışında yerinden fırlayıp dönmeye başlamasına devir, devran, deveran, semâ ve benzeri isimler verilmektedir. Sünbül Sinan "Risâletü’t-taḥḳîḳiyye" adlı eserinde devranın kâfir oyununa benzetilmesine, ona raks denilmesine şiddetle karşı çıkmaktadır.
Şeyhliğinin yanında dîvân şairi de olan Sünbül Sinan'ın "Risâletü’t-tahkîkiyye, Risâle Der Hakk-ı Zikr ü Devrân, Risâletü eṭvâri’s-sebʿa, Tarîkatnâme, Risâle fî deverâni’s-sûfiyye" adlarında kıymetli eserleri mevcuttur. O, bu eserlerinde ve çoğu şiirlerinde tarîkat âdâbını anlatmış, bu konularda yapılan eleştirilere ve hücumlara cevap(lar) vermiştir.
Sünbül Sinan Efendi sanatla ve onun çok mühim bir şubesi olan şiirle (Dîvân ve Tekke şiiri) ilgilenen bir kalem erbabıdır. Bu yüzdendir ki onun yolundan gidenler (müntesipleri) sanatla, musikiyle ve şiirle ilgilidir. “Gel ey sâlik diyem bir söz ki haktır” dizesiyle başlayan on beyitlik bir ilâhîsi bestelenmiş ve dergâhlardaki âyinlerde okunmuştur.
İşte onun birkaç dizesi: "Gel ey sâlik diyem bir söz ki hakdır/İşitir Hakkı şol kim hak-kulakdır/Hadîs-i Hak durur hak söz hakîkat/Egerçi söyleyen dildir dudakdır//Şular kim geçmedi cân u cihândan/Ne duydu ‘aşkı ne de duyacakdır/Sorarsa hânkâh-ı ‘aşkı zâhid/Makâm-ı ‘âlîdir ulu ocakdır//Münevver olamaz zühd ile zâhid/Anın yeri karanlık bir bucakdır/Kalanlar zühd ü takvâda mukarrer/Sefer ehli değildir o durakdır"..."Sarây-ı vahdet olmuşken makâmım/Bu kesret âlemin seyrâna geldim/Çü birdir Sümbülî ma'rûf ü ârif/İdüp da'â deme irfâna geldim"
İstanbul'un Manevî Mekânlarından Sünbül Sinan Efendi Türbesi
Köklü bir tarîkat olan Halvetiyye Tarîkatının Sünbüliyye kolunun kurucusu olan Sünbül Sinan'ın İstanbul'daki türbesi dün olduğu gibi bugün de en çok ziyâret edilen türbelerden biridir. Sünbül Sinan Türbesi, İstanbul'un Fâtih ilçesinde bulunan tarihî bir yapıdır. Hak ve hakîkat dostları, bu büyük Allah dostunun türbesini görme iştiyâkındadır.
Hak ve hakîkat dostu Sünbül Sinan'ın türbesinin de yer aldığı Kocamustafapaşa, İstanbul'un Fâtih ilçesi sınırlarında yer alan tarihî bir semttir. Burası adını Sadrazam Koca Mustafa Paşa’dan almıştır. II. Bâyezîd saltanatı sonunda ve I. Selim saltanatı başında 1511-1512 döneminde sadrazamlık yapan Osmanlı devlet adamlarından olan Koca Mustafa Paşa, Bizans döneminden kalan Ayios Andreas Manastırı Kilisesi’ni 1489 yılında camiye çevirmiştir. Fakat Koca Mustafa Paşa demek en çok da Sünbül Sinan demektir. Çünkü bu semtin Müslüman kimliği Sünbül Sinan'ın ve onun talebesi olan Merkez Efendi'nin eseridir.
Sünbül Sinan Türbesi bugünkü görünümünü Sultan II. Mahmud Han (1808-1839) zamanında yapılan onarım ve Serasker Mehmet Rıza Paşa'nın 1920 yılından önce yaptırdığı restorasyonla almıştır. İlk yapıldığı zaman sekizgen plânlı olan türbe, bugün yuvarlak planlı ve üzeri kubbelidir. Türbenin güneyine yamuk planlı bir giriş bölümü eklenmiş, bu bölüme Sünbül Efendi ile Serasker Mehmet Rıza Paşa'nın mezarlarının bulunduğu bölümün kapıları açılmıştır. Ayrıca burada Hattat Ömer Efendi'nin mezarı ile bir de kuyu bulunmaktadır.
Osmanlı'nın yetiştirdiği gönül er(en)lerinden Sünbül Sinan Efendi, gönül göğümüzün parlak yıldızlarından biridir, yolumuzu aydınlatandır. O, hakîkatin izini kendisine iz edinmiş bir alperendir.
M.Nihat MALKOÇ
YazarMü’minin Rabb’ine yönelik yaptığı her şey ibâdettir. Namaz kılmak, oruç tutmak gibi taat dediğimizde hemen aklımıza gelen her şey yanında kul hakkına dikkat etmek, gıybetten kaçınmak gibi hususlar da ...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Nefs-i emmâre, insanı kötü ve günahkâr işlere yönlendiren, hayvânî ve dünyevî zevklere sevk eden kötü bir içsel güçtür. Sünbül Sinan Efendi’ye göre, bu durumda rûh, nefsin etkisiyle yaralanır ve şeytâ...
Yazar: Kemal DEMİR
Bembeyaz yağarTemiz bir vicdan kadarİnce ince, lâpa lâpa, daha nice şekli varGökyüzü ona darTatil olan okullarSevince boğulan çocuklarKardan adam yaparBurnuna havuç koyarBoynuna kaşkol takarKızaktan k...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN
Son zamanlarda yapay zekâ destekli uygulamalar, telefonlar, tablet ve bilgisayarlar gibi söylemleri çok fazla duyar olduk. Bazı programların yapay zekâ destekli olduğu ve buna göre daha güvenilir oldu...
Yazar: Erol AFŞİN