Safahat’tan Hikâyeler: Dirvas
Şam şehri yakınlarında üç yıl süren bir kuraklık olmuş. O yıllarda, başta buğday olmak üzere, hiçbir ürün yetişmemiş. Açlık ve gıdasızlıktsan ölenlerin sayısı her geçen gün artınca, çölde yaşayan aileler canlarını kurtarmanın telaşına düşmüşler.
Çöldeki kabilelerin yöneticileri bakmışlar ki durum ciddi, bu dertle başa çıkamayacaklar; hemen bir köyde toplantı düzenlemişler. Uzun konuşmalardan sonra şu kararı almışlar: Çölün ortasında böyle oturup durursak sorun kendiliğinden çözülmez.
Yöneticilerin aldığı bu kararı halk da kabul etmiş; yalnız, bir tavsiyede bulunmuşlar: “Dirvas nerdeyse hemen bulunsun. Daha küçüktür amma onun kadar güzel ve rahat konuşan biri yoktur aramızda. Halifeye gidecek topluluğun yanında muhakkak o da olmalı!”
Sarayda Halife’nin huzuruna çıkmışlar. Hâl-hatır sorma faslından sonra Dirvas söze girmiş. Önce, Halife’nin uzun ömürlü olması için dua etmiş, sonra asıl konuyu anlatmağa başlamış. Hiç sıkılmadan gayet rahat konuşuyormuş. Halife Hişam, Dirvas’ın bu davranışını tuhaf karşılamış ve onun sözünü kesmiş:
- Sen sus çocuk! Büyükler dururken küçüklerin konuşması doğru mu?
Dirvas lafın altında kalmamış:
- Niçin beni azarlıyorsunuz? Yaşı aklın ölçüsü mü sayıyorsunuz? Siz beni çocuk mu zannediyorsunuz? Önce bir dinlerseniz çocuk olup olmadığımı anlarsınız.
Üç yıldır devam eden kuraklık ve benzeri görülmemiş sıcaklar, ekinlerimizi kuruttu, servetimizi tüketti. Binlerce çadır kapandı. Koca çöl ölüm meydanı hâline geldi. Eskiden şehirdekilere yardım eden kabileler, öyle fakirleştiler ki, şimdi köy köy gezip dileniyorlar. Zamanında cömertlerden daha cömert olan bu insanlar, bugün bir parça ekmeğe muhtaç durumdalar. Çıplakları giydirenler, giyecek bir gömlek bile bulamaz oldular.
Birçok insan açlıktan öldü, çöl baştanbaşa cesetlerle doldu. Her yandan binlerce feryat yükseldi. Gençler ihtiyar gibi oldu, ihtiyarlar ise yaşayan ölülere döndüler. Analarda çocuklarını emzirecek süt kalmadı. Sanırım Mevlâ bize dargın. Çöl halkı susuzluktan yandı, buna rağmen gökten bir damla su inmedi. Dualarımıza bir çiğ tanesi bile düşmedi. Yani, dualarımız kabul olmuyor ki bize yağmur gelmiyor. Çaresiz kaldık ve size sığınmaya geldik. Hâlimizi arz etmeğe geldik.
Ey adaletli Halife, zenginliğinizin ölçüsü, sınırı yok. Bunu herkes biliyor. Biz ise sefiller topluluğuyuz. Sizde çok var, bizde hiç yok. Biraz eşitlik istiyoruz.
Sorarım size ey Halife! Nasıl böyle zengin oldunuz? Bu servet halkın mı, Allah’ın mı, senin mi? Eğer bu servet Allah’ın ise bizler de onun kuluyuz, payımızı istemeğe hakkımız vardır elbet. İnsaf sahibi olan herkes bu hakkı inkâr etmez. Şu sonsuz mal ve mülk eğer halkın ise onu halka dağıtın. Kimsenin hakkını yemeyin. Yok, eğer, bütün bu servet kendi malınız ise bir kısmını ihtiyaç sahiplerine dağıtmanız gerekir. Bu saydıklarımdan başka, dördüncü bir ihtimal varsa hemen söyleyin lütfen.”
Halife Hişam, küçük Dirvas’ın bu sözlerinden oldukça etkilenmiş ve odadakilere şunları söylemiş:
- Şu çocuğun sözlerindeki etkileyiciliğe bakın! Bunun sorularına karşılık verecek güç, kuvvet yok bende. Hayret bu genç dehâya, hayret! Biz insaflı insanız, ne gerekiyorsa yapacağız.
Halife Hişam hemen adamlarına emir vermiş:
- Bu gelenlerin istediği şeyler hemen verilsin!
Sırrı ER
YazarSevgili çocuklar; Eskiden bir zamanlar tarihî olaylarla ilgilenmek zenginler arasında moda hâline gelmiş. Bu yüzden bazı zenginler, köşklerinin duvarlarına, tarihteki önemli olayları tasvir eden ...
Yazar: Sırrı ER
Kudüs’ün tarih kokan sokaklarında, taşlar arasına sıkışmış bir hikâye vardı. İrem ve Harun, babalarının işleri sebebiyle Ankara’ya taşınmışlardı. Değişim, hayatlarının her alanına yayılmıştı. Okulları...
Yazar: Erbay KÜCET
Sevgili çocuklar;Yaz tatilinin devam ettiği bu günlerde neler yapıyorsunuz? İnşallah bu uzun tatili faydalı olacak şekilde geçiriyorsunuzdur. Haziran ayının ortasında okullar tatile girince bir üst sı...
Yazar: Sırrı ER
Sevgili çocuklar;Toplumda huy, mizaç ve karakter bakımından farklı insanlarla beraber yaşıyoruz. Kişilik olarak bize benzemeseler bile uzlaşma kültürü gereği herkesle iyi geçinmek istiyoruz. Bunun içi...
Yazar: Sırrı ER