RAHMAN’A UZANAN BAĞ: AKRABALIK
Feridüddin-i Attar anlatır: “Bir saka, yolda giderken başka bir sakayla karşılaşır. Ona der ki, ‘Ey kardeşim, çok susadım. Bana kırbandan bir tas su ver.’ Öbür saka şaşırır ve hayretle şu cevabı verir: ‘Be hey şaşkın adam! Sende de aynısı var. Doldurup içsene kendi kırbandan.’ Bunun üzerine diğeri der ki: ‘Sen yine de bana kendi kırbandan bir tas su ver kardeşim. Çünkü ben kendi suyumdan bıktım.” Ne kadar güçlü, ne kadar zengin, ne kadar kendi kendimize yeterli olsak da bağ kurmak isteriz. İnsan isteriz, dost isteriz, yakınlık isteriz. Bir kök, bir köken ararız aidiyet kurabileceğimiz. Ortak hatıralarla güçlenmek, çoğalmak isteriz. Birbirine ekleyeceğimiz hayallerle geleceğe daha sağlam adımlar atmak, bugünümüzü güven içinde yaşamak isteriz. Bir kan, bir rahim bağı ararız gurbetin soğuğunda sıla hasretini dindirecek. Akraba ararız canımıza can katacak; hüznümüzü, sevincimizi paylaşacak, yüklerimizi yük olmaktan çıkarıp nimete dönüştürecek, acıyı bal eyleyecek. Gözlerine baktığımızda, sesini duyduğumuzda yorgunluğumuzu alıp götürecek dost, ‘Hadi kalk!’ diyecek nefes ararız. Evet, hepimizin hasret kaldığı, ruhlarımızın muhtaç olduğu değerler bunlar. Ama nedendir bilmem, hep sırt çeviririz bu değerlere yaşamın sonu gelmez meşguliyetleri içinde. Gücümüz yerinde, meşguliyetimiz çok iken yük olur köklü yakınlıklar. Enerjimizi kazandığımız paradan, maldan mülkten, menfaatperest övgülerden, sığ yakınlıklardan devşirmeye çabalarız. Bir gün bu eğreti kazanımları kaybettiğimizde yersiz yurtsuz kalıveririz ortalıkta. Sosyal kurumlara sığınırız yaralarımızı sarmak, bir sıcaklık, bir çare devşirmek için. Ruhumuza ne iyi gelir diye sorduğum bir hanım, ‘sevgi’ diye cevap vermişti, “İstediğim tek şey birazcık sevgi, birazcık şefkat.” On beş yaşında evliliğin, kadınlığın, anneliğin yükü altında kendini bulan bir yetimdi. Altı çocuk annesi oluvermişti. Ama sevgiye, güvene, insan onuruna yakışır bir mahremiyet içinde korunmaya muhtaçtı. Onu evinden barkından eden acıya duyarlı olan, zamanında müdahale eden bir dede, bir amca, bir dayı, kardeş olsaydı zulüm ailelerde kök salabilir miydi? Sokaklara sahte sevgiler, aidiyetler, güvenler hâkim olabilir miydi? Kocasının kapıya koyduğu sara hastası iki çocuklu bir kadına babası, “Bu eve ancak ölün girer.” diyerek bütün kapıları kapatıyor! Sevgi evlerinde kalan, orta öğretime giden bir çocuk, “Hocam, ailem beni niye sevmiyor?” diye sormuştu. “Hocam, ailem bana neden ayakkabı almıyor?” diye sorsa buna kolaylıkla cevap verilebilirdi ve o da anlardı. Ancak on üç yaşındaki bir kız çocuğuna ‘aslında seviyor’ diyerek getireceğiniz her açıklamanın anlaşılmaz olduğunu hem siz bilirsiniz hem de o bilir. Şefkatimize, himayemize muhtaç olan yakınlarımızı mahrum bıraktığımızda, onların acılarına, ihtiyaçlarına kör sağır kesildiğimizde ne kadar mutlu olabiliriz? Sevgi, güven, aidiyet para ile satın alınamayacak en temel insanî ihtiyaçlardır. Biz bu değerleri en yakınlarımızdan başlayarak çevremizdeki insanlara veremediğimizde hem biz hem de içinde hayata tutunmaya çalıştığımız toplum çürür. Sevgiden, ilgiden mahrum bırakılan kişi, bu ihtiyaçlarını temin etmek için, sahte olduğunu bilse dahi aldanır zalim, hoyrat ellerin sunduğu sevgilere, aidiyetlere. Ve biz sonra aldandığı için onu suçlar, biraz daha iteriz zalim ellere. Böylece, yerine getirmediğimiz sorumluluklara kör bahaneler üretip umursamazlığın konforu içinde biraz daha ölürüz. Sıla-i rahim, akrabalık bağı demektir. Peygamberimiz (s.a.v.) “Rahim, Rahman’dan uzanmış bir ağdır ve arşa bağlıdır. Rahim, Rahman’dan bir bağdır.” buyurmuşlardır. Bu öylesine önemli bir değer, öylesine önemli bir bağdır ki onu koparan, Allah ile bağını koparır; onu koruyup gözetmeyen Allahu Teâlâ’nın rahmetinden mahrum kalmakla yüz yüze kalır. Peygamberimiz (s.a.v.) Allahu Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu bize haber verir: “Ben Rahman’ım. O (akrabalık bağının adı) da Rahim’dir. Ona kendi ismimden türeyen isim verdim. O’nunla ilişkiyi sürdürenle ben de ilişkimi sürdürür, onunla ilişkiyi kesenle ben de ilişkimi keserim.” Attar’ın anlattığı hikâyede olduğu gibi, her birimiz kendi özümüzde sevgi, ilgi, merhamet, yakınlık, şefkat, güven gibi değerlere sahip olsak da onları başkalarına vermediğimiz, yakınlarımıza göstermediğimiz sürece faydalanamayız. Kendimize sakladığımız, yakınlarımızdan esirgediğimiz her sevgi, ilgi, şefkat, merhamet, güvenlik duygusu bizi katılaştırır, yalnızlaştırır, kendimizden dahi usandırır. En tehlikelisi de Rabb’imizden uzaklaştırır. Biz, bağları kopararak değil, sağlamlaştırabildiğimiz ölçüde güçleniriz.
Halide YENEN
YazarÜmmü Sinan Hazretleri ne güzel der: Seyrimde bir şehre vardım Gördüm sarayı güldür gül Sultanının tâcı tahtı Bağı duvarı güldür gül Gül alırlar gül satarlar Gülden terazi tu...
Yazar: Hilal OTYAKMAZ
Üzerinde yaşadığımız, gezip tozduğumuz, yiyip içtiğimiz, ağlayıp güldüğümüz, yuva kurduğumuz, evlatlar yetiştirdiğimiz bu toprakları bu mukaddes vatanı, cennet Anadolu’muzu bize emanet eden tüm şehitl...
Yazar: Halide YENEN
Aile ve şiddet; son zamanlarda bu iki sözcüğü ne kadar da sık kullanmaya başladık; üstelik de yan yana. Sevgi, güven, sadakat temeli üzerinde yükselen, içine aldığı bireylerine huzur bahşeden, cennett...
Yazar: Halide YENEN
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ismini değiştirdiği bahtiyar bir hanım sahâbî… Hazreti Hatice (r. anhâ) Validemiz’in samimi arkadaşı idi. Arada bir buluşur, bir araya gelir ve sohbet ederlerdi. ...
Yazar: Nagehan Nida DURAN