O ESKİ RAMAZANLAR
Kayseri'de ramazan hazırlığı aylar öncesinden başlardı eskiden. Üç ayların başlaması ramazanın en büyük ve en güzel habercisiydi. Üç ayların girmesiyle birlikte Recep ve Şaban ayına mücevher gibi serpiştirilen mübarek günlerde oruçlar tutulur¸ beden oruca hazırlanırken¸ ruhta manevi bir atmosferle huzura kavuşurdu.
Kayseri'de ramazan hazırlığı aylar öncesinden başlardı eskiden. Üç ayların başlaması ramazanın en büyük ve en güzel habercisiydi. Üç ayların girmesiyle birlikte Recep ve Şaban ayına mücevher gibi serpiştirilen mübarek günlerde oruçlar tutulur¸ beden oruca hazırlanırken¸ ruhta manevi bir atmosferle huzura kavuşurdu.
Ramazanın başlamasına doğru da bir çuval un ve yağ alınır¸ yufkalar pişirilir¸ keteler yapılırdı. Yapılan yufkalar tahtaların üzerine bizim boyumuzca konulur ve kurumaya bırakılırdı. Ramazanın başladığı ilk teravi akşamı ise camiler dolup taşardı. Babaannem ise o akşam gece yenecek yufkaları ıslatır¸ hoşafları hazırlar¸ soğuması için avluya bırakırdı. O zamanlar buzdolabı falan yoktu. Biz ise kardeşimle ben¸ gece bizi sahura kaldırması için babaanneme tembihlerdik. Ramazanın ilk günü olduğu için oruç tutmamıza müsaade edilir ve o gece uykulu gözlerle kalkar¸ yufka böreğinin başına kurulurduk. Uykulu gözlerle diyorum ama az sonra sahura kalkmamızın sevinciyle uyku falan kalmazdı.
Ertesi gün oruçlu olmamızın keyfini çıkarır¸ anneme canımızın istediği yemekleri sıralardık. Ama ramazanın ilerleyen günlerinde küçüklüğümüz bahane edilerek fazla oruç tutmamız yasaklanırdı. Hevesle oruç tuttuğumuz¸ sahura kalkmak için kardeşimle yarıştığımız o eski ramazanlar bir sinema şeridi gibi geçer hep gözlerimin önünden. Oruç tutmadığımız günler sahura kalkmak bir mesele olurdu bizim için. Akşamdan babaanneme yalvarır¸ annemi tembihler¸ sahura kalkmak için her türlü duygu sömürüsünü yapardık. Çoğu kez de atlatılırdık ama mutlaka ben hoşaf kasesinin şıkırtısına uyanırdım. Fakat babamın korkusuyla yerimden kımıldayamazdım. Yaşımızın küçük olması oruç tutmamızı engellerdi. Yalvaran gözlerle babaannemin gözlerine bakardım. Babaanneme kalsa gel diyecek ama babam yok derdi. Babam yok derdi fakat şıkırdayan hoşaf kasesinin¸ pişen yufka böreklerinin kokusu içimden giderdi. Sanırım bakışım yalvarışımdan üstün gelmiş olmalı ki¸ babaannem dayanamaz sofraya çağırırdı. Nedense sahura kalkmanın zevki bir başka olurdu. Kapının önünde maniler söyleyerek gezen davulcuya pişen böreklerden götürmek için adeta yarışırdık kardeşimle. Davulcu börekleri aldıkça daha bir iştahla sallardı çomağını.
Oruçlu olduğumuz günler¸ babaannem sırtında taşır¸ babam da iftara istediğimiz şeyleri alırdı. Ben en çok tatlı getirmesini isterdim. Akşama doğru babamın yolunu gözler bizim için getirdiklerini daha eve girmeden kapışırdık. Getirdiği tatlı türü şeyleri elimize alır¸ diğer komşu çocuklarıyla birlikte iftar topunun atılmasını beklerdik dışarıda. Top atıldığı zamanda elimizdekilerle oruçlarımızı açar¸ "top atıldııı" diye bağrışarak evlerimize koşardık. O gün akşama kadar büyüklere naz güttürür¸ akşamları da babamla karagöz oyunlarına giderdik. Çoğu kez de ben babamla birlikte teravi için lale camiine gider vaaz dinlerdim. O huzur dolu günlerin özlemini hâlâ içimde hissederim.
Bayram yaklaşırken bizim ailede bir kıpırdanma olurdu. Bayramlık elbiseler¸ hediyeler alınır¸ yahni için nohut ve pirinç birkaç gün önceden hazırlanırdı. Babaannem ise tahta oklavanın başına geçer bir güzel baklava açardı.
Bayram sabahı babamla erkenden camiye giderdik. Cami dönüşü yemekler hazırlanmış olur hemen sofraya otururduk. Yemek yerken benim gözüm hep o bol cevizli baklavada olurdu. Ama ancak bir iki dilim almama müsaade edilirdi. Çünkü gelen giden akrabalara ve eşe dosta ikram edilecekti.
Bir başka olurdu o eski ramazanlar¸ neşe içinde geçerdi bayramlar. Şimdi her ramazan bir evvelkine oranla daha yenilenmiş olarak ve eski geleneklerinden bir şeyler kaybetmiş olarak geliyor. O eski manevi huzuru ve neşeyi bir türlü bulamıyorum. Kim bilir belki de artık elinde iftarlıkla dönen bir baba¸ sırtında taşıyan bir babaannenin olmamasından mıdır nedir?
Ümit Fehmi SORGUNLU
YazarŞeyh Abdurrahman Erzincanî’nin soyu, Orta Asya’dan gelerek Erzincan’a yerleşmiştir. Evlâd-ı Rasûl’den ve Yıldırım Bâyezîd devri meşayihlerindendir. Zamanının gerekli ilimlerini memleketi olan Erzincan...
Yazar: Resul KESENCELİ
Son bir umutla iyi ama bende para yok ki' dediğimi de çok iyi hatırlıyorum. O ise beni kandırmayı çoktan kafasına koymuş olmalı ki¸ Gel bende var' dedi. Okul çantalarımızı onların evin...
Yazar: Ümit Fehmi SORGUNLU
"Çocuklar çikolata diye tutturdular. Tamam¸ alırım diye söz verdim¸ alamıyorum. Her gün çikolata gelecek diye yolumu gözlüyorlar. Onlara yalan çıkmamak için bebeler uyuyana kadar d...
Yazar: Ümit Fehmi SORGUNLU
Gazetedeki odamdan¸ pür telaş hızla içeri girdi. Girer girmez de nefes nefese ilk sözü: - Nihayet aradığımı buldum¸ oldu. Koltuklardan birine oturduğunda hâlâ derin derin soluyordu. Yüzüne baktım ha...
Yazar: Ümit Fehmi SORGUNLU