Mutlu ve Mütebessim Bakışın Ardında
Doğu’ya, bizim kültür coğrafyamıza yaptığım her yolculukta, hep şu sorunun eşliğinde seyâhat ederim: Ne olacak bu Müslümanların hâli?
Mimarî yapıları temaşa eder, tarihe dokunurum. Çarşıda pazarda halkın arasına karışır, çayhanelerinde yöresel çaylarını yudumlar, yemeklerini tadarım. Mabetlerinde birlikte secdeye varır, niyâz ederim. Kitabevlerine uğrarım. Parklarında gezinir, meydanlarında seyre çıkar, dar sokaklarından modern semtlerine geçerim. Nereye gitsem, kime dokunsam, neyle alâkadar olursam olayım, aklımda hep o soru vardır.
Bir tek soru; Arap baharı, arayışlar, çıkış yolları, şiddete varan çatışmalar ve maalesef devlet millet düşmanlığına sebep olan hâller... Bu soru, geçilen dar sokaklardan çıkıp bütünüyle kültür coğrafyamızı betimleyen, bu coğrafyanın hemen her köşesine uğrayan bir zihni sıçrayış vesilesidir. Nereye gidersem gideyim, aradığım huzurun bir bütün halinde meseleler yumağı içinde kaybolduğunu görürüm. Neden? Çünkü soru yüktür. Huzur önce o yükten kurtulmakla mümkün olacaktır.
İslam Tarihçileri Derneği’nin organize ettiği bilim ve kültür gezisi çerçevesinde geldiğim Marekeş’in dar sokaklarında dolaşırken, yanımdaki dostlarım belki farketmediler, ama bendeniz yine o soruyla gezindim. Gezinirken, bu sorunun son iki yüz yıldır İslâm dünyasının kaderi olduğunun da ayrımına vardım. Meselâ birden oracıkta, o dar sokakta, Musa Cârullah aklıma geliverdi. Geçen asrın sonlarında İslâm coğrafyasının büyük bir bölümünü gezen, gözlemler yapan ve bu coğrafyanın yeniden aslî misyonunu yüklenecek yetkinliğe gelmesi için tefekkür eden bir dertli mütefekkir ve gezgin. Belki fikirlerinin bir kısmına katılmamakla birlikte Muhammed Abduh ve Cemalettin Afgânî de çıkıverdi önüme. Sonra Mehmet Akif merhûm.
O dar ve otantik sokaklarda dolaşırken, neredeyse iki asırdır içine düştüğümüz hâlden kurtulmanın, yeniden kendi toprağımızda insan hak ve hürriyetlerine dayalı bir varoluş mücâdelesi içinde ilerleme çabasının kısa tarihini tefekkür ettim. Bir şeyler eksikti.
Evet, bir şeyler eksik. Eksiklik iki şekilde olur; birincisi var olanı kaybetmektir. Kaybettiğiniz şeyin eksikliğini hemen hissedersiniz ve onu yeniden bulma çabasına girersiniz. İkincisi ise, sizde olmayan şeydir; ötekinde görürsünüz ve eksikliğini hissedersiniz. Gördüğünüz bu eksikliği tamamlamak için tedarik yollarını ararsınız. Hırslanır, çabalar, çalışır, telafi yollarını keşfe çıkarsınız. Eslâf, gördüğü eksiklikleri dile getirdi, dertlendi, hâl çareleri aradı. Günümüzde ise, günübirlik meselelere anlık ve moda çözümler, düşünceler revaçta. Bir bütün olarak kültür coğrafyamızın sorunlarını analiz edecek ve uzun vadeli stratejiler geliştirecek, ufuk açacak düşüncelerden, sanat ve siyaseti motive edecek yol haritalarımızdan söz edebilir miyiz?
Soru yeni soruları beraberinde getiriyor. Kasablanka’da kitapçı dükkânlarında gezinirken, kültür coğrafyasına bir bütün olarak bakılamasa bile, yerel çapta sorunları entelektüel seviyede ele alan düşünürlerimizin olmasına şükrediyorum. Münevver, önce kendi toprağının dertleriyle yoğrulmalıdır. Bu anlamda Nurettin Topçu, Mumtaz Turhan ve Erol Güngör’e fatihalar okuyorum. Ve Tarık Ramazan’ın kitapları önünde durup, şükrediyorum.
Mağrip’te entelektüel birikim makûl seviyede olsa gerek. Hem Mağrip ve Endülüs tecrübesini de tevârüs eden, hem de Paris kapısıyla Batı’ya açılan bir birikim. Ama bu bir düşünce geleneği oluşturdu mu? Bunu bilemiyorum. Fakat bizde birkaç kitabı tercüme edilen Tarık Ramazan örneğinden yola çıkarak şunu söylemek mümkün: Fas’ta düşünen insanlar var. Düşünen, dertlenen. Lâkin bu sokağa yansıyor mu? Bilemem; ama sokaklara, dükkânlara ve meydana yansıyan cephesiyle, ahali görünürde halinden memnun. Ne var ki, bu bize yansıyan görüntü; hakikat nasıldır, tahkik etmek lazım.
Marakeş’in dar sokaklarından Jama el-Fenâ Meydanı’na ki biz o meydanı Kıyamet Meydanı olarak isimlendirmişiz- geçerken, Tanpınar’ın şark oturup beklemenin yeridir tanımını hatırlıyorum. Batı’daki bu şark ülkesi, oturup beklerken, bu bekleyişi eğlenceye döndürmeyi de bilmiş. Lâkin bendenizin aklındaki o soru, açıkça söyleyeyim, oryantalist bakışla eğlencenin keyfini çıkaran gezginlerden uzağa düşmeme sebep oluyor. Bize mahsus kanaatin ve hale rızanın simalara yansıyan şavkı. Ve fakat o mutlu ve mütebessim bakışın ardında nice dertler saklandığını görüyor gibiyim.
Bilal KEMİKLİ
YazarBilmedi Mekke halkı Rasûl’ün kıymetiniNihayet emretti Hak Habîb’in hicretiniAliyy-i Murteza’yı yatırıp yatağınaArttırdı müşriklerin korku ve hayretiniÇıktı gece yarısı Hane-i saadettenDevretti hem Ali...
Şair: Ekrem KAFTAN
Öncelikle şu soruyu soralım: Pîr-i Türkistan kimdir? Pîr-i Türkistan; Yol inşâ eden kurucu bir muhakkik… Yesevîliğin bânîsi. Türkistan toprağını Muhammedî muhabbetle yoğuran bir ermiş… Sözü kelâma t...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Osman Hulûsi Efendi (k.s.), sûfîlerin toplumu bir arada tutmaya vesîle olan misyonlarını, 20. asırda etkili bir şekilde gözler önüne seren isimlerden biridir. Hulûsi Efendi, Somuncu Baba olarak tanına...
Yazar: Fatih ÇINAR
BirKonuşma melekesi insana sunulan bir nimettir. Evvela kelâm nimetini var edene şükretmeli… Çoğu kez bize sunulan nimetlerin farkına varamıyoruz. Onu nimet olarak görüp şükrünü eda etmek yerine, kibr...
Yazar: Bilal KEMİKLİ