Mü’minlere Özgü Bir Kardeşlik
Kur’ân, mü’minlerin kardeşliğinden bahsederken şöyle buyurur: “Şüphesiz ki ancak mü’minler kardeştirler. Öyle ise kardeşlerinizin arasını düzeltin; Allah'tan sakının ki merhamet olunasınız.”[1]
Âyet, kardeşliği mü’minlere hasretmektedir. Yani yalnızca ve sadece mü’minler kardeştirler, mü’minlere düşmanlık değil, kardeşlik yakışır buyurmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v.) de, “Allah’ın kulları kardeş olun.” derken, mü’minlere ancak kardeşliğin yakıştığını bildirir.
Düşündüğümüz zaman görürüz ki, Müslüman olmayanlar arasında da kardeşlik vardır, onlar da birbirleriyle akrabâdırlar, birbirlerini severler, birbirleriyle yardımlaşırlar. Ne var ki, onların kardeşliği dünya ile sınırlıdır ve bu hayatın sona ermesiyle dostluk-kardeşlik biter.
Zira onlar, inanmadıkları için âhirette cehenneme atılacaklar; hesap günü birbirlerinden kaçacaklar ve birbirlerini suçlayacaklar, cehennem azabına karşı da herhangi bir yardımlaşmaları ve azap içerisinde birbirlerine karşı gösterecekleri bir dostluk-muhabbetleri olmayacaktır. Onların âhiret hâlleri âyetlerde şöyle açıklanır:
“O gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından, kaçar. O gün, herkesin kendine yeter derdi vardır.”[2]
“Hesap günü Bizim huzurumuza gelince arkadaşına (karîn); ‘Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arasındaki kadar uzaklık olsaydı, sen ne kötü arkadaş imişsin!’ der; ‘Nedâmetin bugün size hiç faydası dokunmaz; zira haksızlık etmiştiniz, şimdi azapta birleşiniz.’ denir.”[3]
“O gün, zâlim kimse ellerini ısırıp; ‘Keşke peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı dost (halîl) edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen Kur’ân'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor.’ der.”[4]
“İnkâr edenler; ‘Rabb’imiz! Cinlerden ve insanlardan, bizi saptıranları göster, onları ayaklarımızın altına alalım da en altta kalanlardan olsunlar.’ derler.”[5]
“Allah, ‘Sizden önce geçmiş cin ve insan gruplarıyla beraber ateşe girin.’ der. Her ümmet girdikçe kendi yoldaşına (üht/kardeş) lânet eder. Hepsi birbiri ardından cehennemde toplanınca, sonrakiler öncekiler için, ‘Rabb’imiz! Bizi sapıtanlar işte bunlardır, onlara ateş azabını kat kat ver derler, Allah, ‘Hepsinin kat kattır, ama bilmezsiniz.’ der.”[6]
“Allah şüphesiz, inkârcılara lânet etmiş ve onlara içinde sonsuz olarak temelli kalacakları çılgın alevli cehennemi hazırlamıştır. Onlar bir dost ve yardımcı bulamazlar. Yüzleri ateşte çevrildiği gün; ‘Keşke Allah'a itâat etseydik, keşke Peygamber'e itâat etseydik!’ derler.”[7]
Yine Müslüman olmayanların kardeşliği, dünyevî bir kısım beklenti ve çıkarlar gözetilerek yapılır. Karşılıklı beklentiler bittiğinde kardeşlik-dostluk da biter. Dünyada bunun örnekleri çoktur. Aynı işte birlikte dostça anlaşıp koşturanlar, hasılat paylaşımında birbirlerine düşebilmekte, birbirlerinin düşmanı olabilmektedirler.
Buna karşılık, mü’minlerin kardeşliği mü’minlere özgüdür. Bir kere onlar kan bağı olsun olmasın inanan kardeşlerini Allah için kardeş bilirler, onları sever sayarlar. Onların kardeşliği dini yaşamada birbirine yardımcı olmayı gerektirir. Onun için Peygamberimiz, “Kişi arkadaşının dini üzeredir, sizden her kim kiminle arkadaşlık/dostluk kurduğuna dikkat etsin.” buyurmuştur. Yine O, “Müttakî kimse ile arkadaş ol, yemeğini müttakî kimse yesin.” buyurmuştur.
Mü’minlerin kardeşliği, herhangi bir çıkar beklentisiyle olmaz. Onun için onlar, bir iyilik görmeseler, hatta kötülük görseler bile kardeşlerini affederler; onlara duâ ederler, onların hayrını isterler, onlara yardımlarını kesmezler. Nitekim namaz kılan her Müslümanın her namazda okuduğu, “Rabb’im, beni, anne babamı ve mü’minleri bağışla.”[8] duâsı her Müslüman için gıyabında yapılan bir Kur’ân duâsıdır.
Affedilmek İçin Affetmeyi Bilmek Gerekir!
Hz. Ebû Bekir (r.a.), kızı ve Peygamber (s.a.v.)’in mübârek eşi Hz. Âişe’ye iftirâ atıldığında, iftirâ furyasına katılan, akrabâsı da olan Mistah’a, bir daha yardım etmeyeceğine dair yemin eder. Yüce Allah bunun üzerine şu âyeti indirir:
“İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek/yardım etmemek için yemin etmesinler, affetsinler, hoş görsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah çokça bağışlayandır, pek merhametli olandır.”[9]
Âyet inince Hz. Ebû Bekir, Mistah’ı çağırarak kendisini affettiğini söyler ve o zamana kadar yaptığı gibi bundan sonra da yardım etmeye devam edeceğini ona haber verir. Evet, Mistah, kızına, Peygamber (s.a.v.)’in eşine, mü’minlerin annesine iftirâ atanların arasına karışmıştır, ancak Mistah, pişman olan bir mü’min olarak Ebû Bekir’in kardeşidir.
Kardeşin, kardeşinden beklediği ise yanlış yaptığında affedilmektir. Dünyada ümmetin bir ferdi olmanın, âhirette cennetin bir sâkini olmanın yolu da budur. Zor olanı başaranlar, dünya ve âhirette büyük mertebelere ereceklerdir. Hz. Ebû Bekir de bu zoru başarmış, nitekim hakkında inen bu âyet de onun fazilet sahibi bir mü’min olduğunu tescil etmiştir.
Mü’minlerin Sokak Kavgası Allah Katında Savaş Gibidir!
“Şüphesiz ki ancak mü’minler kardeştir.” âyetinin Medine’de iki Müslüman grubun arasında çıkan bir kavga üzere inen şu âyetten sonra gelmesi de oldukça anlamlıdır:
“Eğer mü’minlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltiniz; eğer biri diğeri üzerine saldırırsa, saldıranlarla Allah'ın buyruğuna dönmelerine kadar savaşınız; eğer dönerlerse aralarını adâletle bulunuz, âdil davranınız, şüphesiz Allah âdil davrananları sever.”[10]
Âyetin iniş sebebi ile ilgili şöyle bir olay anlatılır: Medine’de baş münâfığın Müslümanları tahrik ederek Peygamberimiz aleyhine konuşması üzerine, o münâfığın kabîlesinden olanlarla diğer Müslümanlar arasında bir tartışma, ardından da kavga çıktı. Kavgaya karışanlar birbirlerine ellerindeki değnekler ve ayaklarından çıkardıkları nalınlarıyla saldırdılar. Bunun üzerine âyet indi. Başka bir rivâyette ise karısına baskı uygulayan bir adamın yakınları ile karısının yakınları arasında çıkan sokak kavgası üzerine âyet inmiştir.[11]
Aslında Allah Rasûlü hayatta iken Müslümanların birbirleriyle herhangi bir savaşı olmamıştır. Yalnızca bu anlatılan sokak kavgaları vukû bulmuştur. Ne var ki âyette, “Mü’minlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa.” buyurulmuştur. Bu mü’minlerin birbirleriyle yaptıkları kavgalar, Yüce Allah katında savaş sayılmıştır.
Zira kanlı savaşların çıkış sebebi, çoğu zaman basit ve küçük görülen bir kısım olaylardır. Onun için âyet, birbirleriyle kavgaya tutuşsalar da onları mü’minler olarak nitelemiş, diğer Müslümanları kavga eden kardeşlerinin arasını adâletle bulmaya çağırmıştır. Bir sonraki âyette de “Ancak mü’minler kardeştir.” buyurularak Müslümanlara düşenin birbirleriyle kavga etmek değil, Allah için kardeş olmak ve bu kardeşliğin gereğini yapmak olduğu belirtilmiştir.
Nitekim bir defasında Allah’ın Rasûlü, “Zâlim olsun, mazlûm olsun kardeşine yardım et.” buyurmuştu. “Ey Allah'ın elçisi, mazlûm olana yardımı anladık; zâlim olduğu hâlde ona nasıl yardım edeceğiz?” diye sordular. “Onun iki elini tutarak zulmetmesine engel olursun, böylelikle ona yardım etmiş olursun.” buyurdu.
Mü’minlerin kardeşliği ve bu kardeşlik hukukunun gerekleri ile ilgili pek çok hadis vârit olmuştur. Onlardan bir kaçı şöyledir:
“Kul, kardeşine yardım ettiği sürece Allah kula yardım eder…
Müslüman, kardeşine gıyâbında duâ ettiği zaman melek, ‘Âmin, bir misli de sana olsun.’ der…
Birbirlerini sevme, birbirlerine acıma ve gelip gitmede mü’minlerin misâli; tek bir cesedin misâli gibidir: Onun bir uzvu dertlenince cesedin diğer tarafları ateşinde ve uykusuzlukla ona katılırlar…
‘Mü’min, mü’min için birbirini destekleyip güçlendiren bir bina gibidir.’ buyurmuş sonra da parmaklarını birbirine geçirmiştir.”
Peygamberimiz hedeflediği bu hasbî kardeşliği kısa sürede gerçek hayata taşımış, yıllar boyu süren Ficar Savaşlarıyla Mekke’de ve Buas Harpleriyle Medine’de birbirleriyle kanlı bıçaklı olan kişilerden Saâdet Çağı’nın tarihe örnek olacak kardeş neslini yetiştirmiştir. Öyle ki, onlar arasında Câhiliye düşmanlıkları son bulmuş, rengi/ırkı, konumu ne olursa olsun mü’minler namaz saflarında dizildikleri gibi bir tarağın dişleri gibi olmuşlar, birbirlerini kardeş bilmişler ve kardeşlik hukukuna aykırı davranışlardan hep kaçınmışlardır.
Müslümanlar, ne zaman ki o Saâdet Çağı’nın kardeşlik rûhundan uzaklaşmaya başlamışlar, bu sefer kendi aralarında iktidar kavgaları başlamış. Sonuçta İslâm tarihinde Müslümanların İslâm düşmanlarıyla yaptıkları savaş zâyiatından çok daha fazlası, kardeşleri arasındaki savaşlarda verilir olmuştur.
Peygamberimiz vefât ettiğinde İslam Devleti’nin yüz ölçümü iki milyon kilometre kareyi aşmış bulunmaktaydı. Peygamber Efendimiz’in Vedâ Haccı’nda yüz binden fazla insan seli güven, huzur ve düzen içerisinde Arafat Meydanı’nda toplanmıştı. Bu tablonun gerçekleşmesi dört yüz kadar insana mâl olmuştur.
Onun bizzat katıldığı 27 gazvenin sadece dokuzunda savaş olmuştur. Yine o kırka yakın (38) askerî birlik (seriyye) göndermiştir. Kaynakların tesbitine göre bu savaşlardaki insan kaybı yaklaşık yüz elli şehid ve iki yüz elli kadar maktul olmak üzere toplam dört yüz kişidir.[12]
Peygamberimiz’in vefâtı üzerinden daha elli yıl geçmeden Müslümanların birbirleriyle yaptıkları savaşlardan yalnızca Cemel Savaşı’nda 13000 (on üç bin) kişi[13], Sıffin Savaşı’nda da 70 000 (yetmiş bin) Müslüman öldürülmüştür.[14]
O hâlde Allah ve Rasûl’ünün bizden istediği İslâm kardeşliğini, Kur’ân ve Sünnet’teki kardeşlik ruhunu yeniden yaşatarak ulaşacağımızı unutmayalım.
[1] 49/Hucurât, 10.
[2] 80/Abese, 34-37.
[3] 43/Zuhruf, 38-39.
[4] 25/Furkân, 27-29.
[5] 41/Fussılet, 29.
[6] 7/A’râf, 38.
[7] 33/Ahzâb, 64-66.
[8] 14/İbrâhîm, 41.
[9] 24/Nûr, 22.
[10] 49/Hucurât, 9.
[11] İbn Kesîr, Tefsîr.
[12] Bkz. Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, s, 20-21.
[13] Ahmed Cevdet, Kısas-ı Enbiya, III, 54.
[14] Ahmed Cevdet, Kısas-ı Enbiya, III, 120.
Ali AKPINAR
YazarÂlim, Arapçayı ve bu dilin özelliklerini, Yüce Allah’ın yaşam kılavuzu olarak gönderdiği Kur’ân-ı Kerimi ve Kur’ân ilimlerini, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadislerini ve Nebevî sünnetini iyi derecede bi...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Yüce Allah’ın son kitabı Kur’ân-ı Kerim, bütün zamanlara ve bütün coğrafyalara gelmiş bir kitaptır. O’nun son peygamberi Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in 23 yıllık emeğinin sonlarına doğru gerçekleştir...
Yazar: Ali AKPINAR
Her zaman ve mekânda, gücünü Hak’tan alanHem çağdaş hem de dindar, bir gençlik bekliyoruz.Siyâsi ferâsetle, resmi doğru okuyanHem çağdaş, hem de dindar, bir gençlik bekliyoruz.Hafif bir sarsıntıda, dâ...
Şair: Hanifi KARA
Gönül dünyası, insanı şekillendiren merkezdir. İnsanın iyi-güzel olması öncelikle gönlünün iyi-güzel olmasıyla mümkündür. Aynı şekilde bugün özlemini çektiğimiz toplumsal birlik ve beraberliğin gerçek...
Yazar: Ali AKPINAR