Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Anadolu’daki İrfan Geleneği
Bir gelenek ve kültür dairesinde devam eden marifetullahta ömrü boyunca ilerleyen Arabî, büyük bir marifet ehlidir ve yorgunluk nedir bilmeyen irfan yolcusudur.
Hayatının önemli bir kısmı hakikati aramak gayesiyle seyahatlerde geçen İbnü’l-Arabî, Endülüs’ten başlayarak hemen hemen bütün İslâm ülkelerini dolaşmış, Anadolu, Suriye, Mısır, Kuzey Afrika ve Arabistan bölgelerindeki dinî ve kültürel merkezlerde kalarak ilmî, fikrî ve tasavvufî önderlerle müzakerelerde bulunmuştur.
Kendi ifadesiyle ilahî bir işaretle başlayan ve ömrü boyunca devam eden bu seyahatler O’nun fikirlerinin oluşup olgunlaşmasına katkı sağladığı gibi, ilim ve irfan yoluyla geliştirdiği fikirlerini ve öğretilerini yaymasına da yardımcı olmuştur.
Kuvvetli bir sezgi gücüyle ilk halvetinde tüm bilgilere ulaşarak Arabî; sadece irfan sahibi olmakla kalmamış, öğrendiklerini pekiştirerek daha yeni bilgiler edinip bildiklerini öğretmek adına ömrü boyunca mekânda ve maneviyatta yolculuğuna devam etmiştir.
Tarih gösteriyor ki, onun bu yolculuğundaki çok büyük öneme sahip olan durak Anadolu’dur. Bu bakımdan Arabî, irfan geleneğinin temsilcisi ve yaygınlaştırıcısı olmakla birlikte gerek eserleriyle gerek yeni keşifleriyle ve gerekse fikirleriyle dünya düşünce hayatını etkilediği gibi Anadolu’daki Türk irfan geleneğinin de canlılık kazanmasına katkıda bulunan büyük bir şahsiyettir.
Elbette, Arabî’nin, Anadolu’daki Türk irfan geleneğine katkılarından bahsederken, öncelikle, yaşadığı dönemdeki Anadolu’nun dinî hayatına kısaca bir göz atmakta fayda vardır.
Anadolu’nun Türkleşmesi ve Türk Selçuklu Devleti’nin kurulması her ne kadar Malazgirt Savaşı’yla Alparslan’a bağlansa da Malatya’da kurulup tarihte Danişmendliler olarak geçen devletin önemine de vurgu yapmakta fayda vardır. Bu devletin kurucusu Azerbaycan’da yaşadığı bilinen bir Türkmen ailesinden gelen Danişmend Gazi’dir.
Milâdî 1064 yılından itibaren Sultan Alparslan’a tâbi olup Malazgirt savaşında onun yanında savaşan ve asıl adı Ahmed olan Danişmendliler Devleti’nin kurucusu ve ilk hükümdarına, harp eğitimini almakla kalmayıp aynı zamanda dinî ilimlerde de âlim mertebesine ulaşan bir büyük zât olmasından ötürü Danişmend Gazi denilmiştir.
Ortaçağ’ın en güvenilir tarihçilerinden İbnü’l-Esîr, Danişmend’in asıl adının Taylû olduğunu, Türkmenlere öğretmenlik yaptığını ve zamanla hükümdarlığa kadar yükseldiğini; İbn Bîbî, Danişmendli hanedanı hakkındaki rivayetlerin ihtilaflı olduğunu; Kerîmüddin Aksarayî, Danişmend’in Malazgirt Zaferi’nden sonra Niksar, Tokat, Sivas, Elbistan ve civarını ele geçirdiğini; Reşîdüddin Fazlullah-ı Hemedanî de onun Malazgirt Savaşı’na katılan ve zaferin kazanılmasında önemli rol oynayan kumandanlardan biri olduğunu söyler.
Danişmend Gazi harp eğitimini aldığı Battal Gazi’nin torunu Sultan Turasan ile arkadaştır. İlmi, cesareti ve gazaları çeşitli menkıbe, rivayet ve destanlara konu olan bu âlim komutanın başında bulunduğu toplumun Türk kökenli olduğu bilinmektedir.
Tarihî vesikalarda etnik kökeni kesin belli olmayan ve adı Melik-i Muazzam Danişmend Ahmed Gazi (Taylû) b. Ali et-Türkmanî olarak kaydedilen bu büyük âlim ve komutanın hayatı hakkında yeterli derecede bilgi olmadığı gibi doğum tarihi de bilinmemektedir.
Ama 1064’te Sultan Alparslan’ın, Kafkasya seferinde sergilediği yiğitliği, mahareti ile güvenini kazanıp emiri olması, daha sonra Malazgirt’te de yanında gazaya iştirak etmesi göz önünde bulundurulursa, en azından tecrübe kazanmış, yaşını almış olduğu söylenemese de 20 yaşını geçmiş olduğu tahmin edilebilir.
Ayrıca annesinin Malatya Emiri Ömer’in kızı olması, Battal Gazi’nin torunu Sultan Turasan ile arkadaşlık ettiği düşünülürse, özellikle Malatya’daki dolayısıyla da Anadolu’daki Müslüman ahalinin (çok daha önceden beri) varlığından söz etmek mümkündür. Zira XIII. yüzyıl Anadolu’sunda Türkler arasında tanınan menkıbevî kahraman Battal Gazi’nin VIII. yüzyılda yaşadığı bilinmektedir.
Kaynaklardan edinilen bilgiler ışığında, Arabî’nin geldiği yıllara (13. yüzyılın başına) kadar Anadolu’da Müslümanlar yaşamaktaydı ancak tasavvufî açıdan çok büyük kanaat önderlerinin başında bulunduğu topluluğun varlığından söz etmek mümkün olmasa da halk tarafından Danişmend adını alıp Malatya’yı fethederek devletini kuran bir Türkmen beyinin Anadolu’daki fetih hareketlerinin semeresi; bu topraklardaki ehlisünnet ahâliyi kutsal davada birleştirebilecek güce sahip bu komutanın İslâm kültürünün şuurlu bir temsilcisi olabileceğine işaret etmektedir.
Ayrıca Buhara’nın 30 km. yakınlarında bulunan Gucdüvan köyünde dünyaya gelen ve Yusuf Hemedanî’nin halifesi Abdülhalik Gucdüvanî’nin (ö. 575/1179 veya 617/1220) babasının, “düşmanları tarafından şehirden çıkarılan Malatya sultanının tahtına dönmesini sağlayan” kanaat önderi ve İmam Mâlik neslinden gelen “zahirî ve batınî ilimlere vâkıf âlim Malatyalı Abdülcemil İmam” olduğu bilinmektedir.
Gucdüvanî’nin ölüm tarihiyle ilgili farklı görüşler mevcut ise de Milâdî 1048~49-1140 yılları arasında yaşayan mürşidi Yusuf Hemedanî’nin kendisine 20 yaşına kadar babalık ettiği göz önünde bulundurulursa, doğum tarihi ile ilgili olarak en azından XII. yüzyılın ilk yarısında dünyaya geldiği söylenebilir.
Yine Gucdüvanî’nin kendi ifadesine göre, babasının 113 yaşında evlendiği eşinden dünyaya geldiği düşünülürse, o zaman babasının XI. yüzyıl Malatya’sının siyasî hayatında da önemli bir role sahip din adamı ve kanaat önderi olduğu açıkça anlaşılacaktır.
Bu bağlamda Arabî’nin gerek Anadolu seyahati gerekse hayatının son yıllarına kadar yaşadığı Şam’a taşınmadan önce uzun süre kaldığı Malatya’da duraklamasının farklı boyutunun olabileceği gibi münferiden araştırılacak konuyu teşkil ettiği de düşünülebilir.
Keza, Yusuf Hemedanî’nin halifelerinden olup XI. yüzyılın ilk yarısında dünyaya geldiği düşünülen Hoca Ahmed Yesevî’nin (ö. 562/1166) de Anadolu irfan geleneğinin XI. yüzyıl ve sonrası için çok büyük ehemmiyete sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Zira “Hoca Ahmed Yesevî, Hz. Muhammed (s.a.v.) verdiği hurma menkıbesine bağlanan altın silsilenin Buhara, Bursa ve Balkanlar devam eden kolunun fikir babası olarak yetiştirdiği 99 bin alperenini Anadolu’ya göndererek Anadolu’nun Türk yurdu olarak kalmasında, İslâm’ın güçlenmesinde çok büyük rolü olan, bu yönleriyle gerek İslâm gerek Türk Kültür tarihinde çok büyük katkılarda bulunan bir şahsiyettir.”
Bu bağlamda yine, Hemedanî’nin önde gelen müritleri arasında başta Ebu Salih Abdullah et-Tabakî er-Rumî olmak üzere “meşhur şair Senai, Radıyyüddin Ali Lala’nın babası Şeyh Saîd Lala” isimleri de çok büyük önem arz ettiği gibi ayrıca araştırılması gereken önemli isimlerdendir.
Burada, XII. yüzyıl Anadolu’sunun siyasî durumunu da özetlemekte fayda vardır:
12.yüzyılın büyük bir bölümünde Anadolu tarihinin karakteristik özelliğini oluşturacak yapı şu şekildedir; Bizans, özellikle Batı Anadolu ve Karadeniz’in verimli sahil şeridini elinde tutmaktaydı. Danişmendliler devletlerini kuzeydoğuda kurmuşlardı.
Bunun batısında Konya Sultanlığı uzanmaktaydı. Güney’de Toroslarda Ermeniler ve aynı şekilde Doğu’da Kafkaslarda Gürcüler kendi devletlerinin varlığını sürdürebilmişlerdi. Bunlara, Kuzey Suriye’de kurulan Haçlı devletleri (Antakya ve XII. yüzyılın ortalarına kadar Urfa kontlukları) eklendi. 1140’lı yıllarda Urfa kaybedilmiş ve 1170’lerde Danişmendliler, Konya Selçukluları tarafından ortadan kaldırılmış olsa da bu siyasî yapı, XII. yüzyıl boyunca az ya da çok durumunu korumuştur.
Görülüyor ki, Arabî geldiğinde Malazgirt Zaferi’nin üzerinden çeyrek asır geçmiş, Anadolu Selçuklu devleti kurulmuş ancak bitmeyen Haçlı saldırılarıyla Moğol İstilası’nın kıskacı altında kalan bir Anadolu’da Türkler; adaletin ve İslâmiyet’in savunucuları olarak varlıklarını sürdürüyorlardı.
Sonuç itibariyla Arabî’nin Anadolu’ya ayak basması; Anadolu Türklüğünün, Ahmed Yesevî’nin gönderdiği 99 bin alperenin Anadolu’daki misyonlarını hakkıyla yerine getiriyor olmalarına rağmen üç ateş arasında -Haçlı Seferleri, Bizans oyunu ve doğudan batıya doğru ilerleyen Moğol saldırılarıyla- sıkıştığı zor bir döneme rastlamaktadır.
Daha önce de belirtildiği üzere, her ne kadar ilahî bir lütufla Anadolu’ya ayak basan Arabî’nin ikinci kez Konya’ya gelişinin sebebinin Selçuklu sultanını Hıristiyanlara karşı kışkırtmak olduğunu iddia etseler de asıl meselenin kışkırtmak değil, çok geçmeden ateş çemberi içinde kalacak Anadolu topraklarının sultanlarına Haçlıların ele geçirdikleri beldelerdeki Müslümanların derhal hicret etmelerini belirtmek için geldiği bilinmektedir. Bu da Müslümanların zulümden kurtulmalarının yanı sıra ileride baş gösterecek olumsuzluklara, saldırılara karşı hazırlıklı olmalarına yol açacaktı.
Arabî’nin, Anadolu topraklarındaki en önemli misyonunun, birçok fetihlerin müjdesini verdiği gibi hem seferlerle hem manevî olarak gerçekleştirecek fetihler için alperenlere aksiyon kazandırıp tasavvufî hayatı canlandıracak öğretileriyle müritler yetiştirmek olduğunu da söyleyebiliriz.
O, Anadolu’da daha çok Konya ve Malatya civarlarındaki bölgelerde kalmış ve kaldığı bölgelerde “ilim ve irfan meclisleri düzenlemiş, istidat gördüğü bazı kimseleri talebeliğe kabul etmiştir.”
İlim irfan meclisinde hoş sohbet
Tasavvufi hayat örnek bir hizmet
Sözleri kayıtlı manevi ziynet
Hem zikri dilinde İbnü’l-Arabî
Sadreddin Konevî’yi yetiştiren, Mevlâna’ya ilham kaynağı olan ve “Malatya’nın irfanî geleneğinin müessisi” olarak anılan Arabî’nin; Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ile çöküşünü de önceden görerek haber verdiği rivayet edilir. Osmanlı’nın kuruluşunun manevî önderi Şeyh Edebali’nin hocası/mürşidi olması gerçeği ise bu rivayetin doğruluğunu kanıtlamaktadır.
Ayrıca yazdığı eserleriyle de Osmanlı Devleti’nin sosyokültürel ve manevî hayatını etkilediği söylenebilir. Bu bağlamda, “Fusûsü’l-hikem” adlı eserini şerh eden Davud-i Kayserî’nin devletin ilk resmî baş müderrisi olması, Miftâhu’l gayb’ı şerh eden Molla Fenarî’nin ilk şeyhülislam olması en parlak örneklerden sayılır.
Kitabı var Şecere-i Nu’mani
Tarihiyle fid- devletil-Osmanî
Müjde vermiş tebşirat-ı manevi
Hikmetin selinde İbnü’l-Arabî
Osmanlı’da, Ekberî çizgide gelişen bir temayülün varlığı ve bu temayülün ilk temsilcisinin ilk baş müderris Davud-i Kayserî olması ise Arabî’nin Osmanlı topraklarında devam eden irfan geleneğindeki bir başka önemli etkisi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Arabî ekolünün Konevî’den sonraki silsilesindeki önemli şahsiyetlerden önde gelenleri şunlardır:
Davud-i Kayserî, Molla Fenarî, Muhammed Kutbuddin İznikî, Yazıcızâde Muhammed Efendi, Cemal Halvetî, İdris Bitlisî, Sofyalı Vali Efendi, Üftade Muhammed Muhyiddin, Aziz Mahmud Hüdayi, Nureddin Musliheddin Mustafa Efendi, İsmail Ankaravî, Abdullah Bosnevî, Sarı Abdullah Efendi, Karabaş Veli, Atpazarî Osman Fazlı İlahî, Niyazi-i Mısrî, İsmail Hakkı Bursevî, Nasuhi Mehmet Efendi, Abdullah Salahi-i Uşşakî, Haririzâde Seyyid Muhammed Kemaleddin, Muhammed Nuru’l-Arab, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Salahaddin Yiğitoğlu, Ahmed Avni Konuk, Nuri Gençosman.
Ayrıca Osmanlı şairleri arasında Arabî’nin itibar gördüğü ve övgüyle anıldığı bilinmektedir. Bu tür övgülerin en parlak örneği Nabî’nin şu mısralarında yankı bulmuştur:
“Sürmedir hâk-i deri Hazret-i Muhyiddin’in
Kimyâdır nazarı Hazret-i Muhyiddin’in
Sâf envâr-ı hakâyıktır onun âsârı
Zerre yoktur kederi Hazret-i Muhyiddin’in”
Kaynaklardan edinilen bilgiler doğrultusunda hayatı boyunca Kur’an’ı kendine rehber edinen Arabî’nin; Anadolu irfan ehilleri gibi Nur-ı Muhammediye nazariyesinden etkilenen ayrıca vahdet-i vücut felsefesi ve düşünceleriyle Anadolu irfan geleneğini şekillendiren Türk-İslâm filozoflarından en önemlisi olup genel itibariyla Selçuklu, Osmanlı Devletleri başta olmak üzere günümüze kadar sosyokültürel hayatı etkisi altına alan ve İslâm geleneğiyle Türk İslâm düşüncesinin yapı taşlarından biri olduğu anlaşılmıştır.
Anadolu’da Konya ve Malatya’nın dışında Erzincan, Erzurum, Sivas gibi irfan merkezlerinde de bulunmuştur.
Oğuzhan AYDIN
YazarHz. Peygamber (s.a.v.)’in Medine’de en önem verdiği hususların başında insanların mescide devam etmeleri gelmekteydi. Gözü mescidde herkesi arardı. Buna önem verirdi, çünkü mü’minlerin sorunlarıyla il...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
İsrail güçleri, uzun yıllardır Filistin'de gerçekleştirdikleri katliamları artık alenen ve dünyanın gözleri önünde sürdürmeye devam etmektedir. Filistinlilere tahammül edemeyen İsrail, aslında hedefin...
Yazar: Oğuzhan AYDIN
Mustafa Nehcî Efendi, Halvetiyye Tarikatı’nın Cihangiriyye kolunun önemli isimlerindendir. O, hakîkat yolcusu bir mürşid-i kâmil ve topluma yön veren gönül erlerindendir. Nehcî Efendi, velûd bir müell...
Yazar: Fatih ÇINAR
Evlât, ömür sermayesi,Geçer gider anlamazsın...Seçilmez ölümün sesi,Seçer gider anlamazsın...Yarınımız meçhul zaman,Bugün belli ayan-beyan,Yelkovan sır, akrep tırpan,Biçer gider anlamazsın...Her lâhza...
Şair: Halil GÖKKAYA