MEZARLIKLARA VE HAZİRELERE DAİR
Mezarlıklar bizim uhrevî definelerimiz, hazireler de manevî hazinelerimizdir. Bu mekânlar, şehirlerimizi, ilçelerimizi, kasabalarımızı, köylerimizi süsleyen bedestenlerdir âdeta. Süheyl Ünver’in tabiriyle onlar bizim “açık hava müzelerimizdir.” Bir tefekkür merkezi ve membaı olan mezarlıklar şairlere de ilham kaynağı olmuştur. Birçok iyi şairimizin kabristanlar hakkında yazdığı nefis şiiri vardır. Mesela Sultanü’ş-Şuâra Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in “Karacaahmet” şiiri ne kadar güzeldir? “Deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet/Al sana derya gibi sonsuz Karacahmet.” Yüce Allah, mukaddes kitabı Kur’an-ı Kerim’de, “Lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikrediniz.” buyuruyor. İşte bu zikri yapabilmek için ara sıra mezarlıkları ziyaret etmemiz, ölülerimizi ve ölümü hatırlamamız gerekiyor. Biz millet olarak ölülerimize büyük hürmet ederiz. “Ölülerinizi hayırla yâd ediniz.” emri zaten buna bizi mecbur kılıyor. Yahya Kemal’in yaygın olan tabiriyle “Biz ölülerimizle varız.” Hazreti Peygamber (s.a.v.)’in “ibret almak ve ders çıkarmak için” mezarlıkları ziyaret etmeyi tavsiye etmesi -hâşâ- boşuna değildir. Elbette kabristanlar ders alınacak mekânlardır. Nitekim büyük önder Hazreti Peygamber (s.a.v.), bir hadis-i şeriflerinde mü’minlere şu tavsiyede bulunmuştur: “Kabirleri ziyaret ediniz! Bu ziyaretler, sizlere ahiret gününü hatırlatır.” Biz yitiklerimize “öldü” deriz ama Yüce Nebi öyle demiyor, şöyle buyuruyor: “Mü’minler ölmezler, ölüm ancak bir mekân naklinden ibarettir.” Zaten bedenin çürüdüğüne ama ruhun ölmediğine ve yaşadığına kalben iman ediyoruz. İstanbul’da yaşayan ve hasbelkader kültürle, sanatla uğraşan biz birkaç dost, bir yakınımızın vefatı dolayısıyla sevdiğimizi ebediyete uğurlamaya gittiğimizde, defin işlemi bittikten sonra hemen dönmeyiz. Bir kutlu seyahate başlarız. O kabristanda yatan diğer büyüklerimizi de ziyaret eder, onlara da dua ederiz. Hatta yeni kabirler keşfederiz. Bilhassa kültür tarihçilerimiz Dursun Gürlek ve Muhsin Karabay ile birlikte yaptığımız bu kısa yolculuklar, bizi engin deryalara daldırır, tefekküre sevk eder ve hepimize unutulmaz vakitler yaşatır. Eyüpsultan, Karacaahmet, Topkapı, Edirnekapı, Merkezefendi, Küplüce gibi mezarlıklarda yaptığımız seyahatleri asla unutamayız. Zira buralarda birçok aşina isimle karşılaşır, hâlleşiriz. Lisân-ı hâlimizle onlara “Size selam olsun, biz de yanınıza geleceğiz.” deriz. Tefekküre Sevk Eden Levhalar Mezar taşları başlı başına bir sanat hadisesidir. Merhum Süheyl Ünver anlatmıştı. Bir gün bir yabancı araştırmacı, Hoca’ya gelir ve der ki: “Siz millet olarak bütün sanatlarda, bilhassa mimaride mahirsiniz, çok kıymetli eserler yaptınız. Ama heykel sanatında ortaya eser koymadınız. Niçin? Çünkü dininiz bu sanatı yasaklamıştır.” Adamın bu şekilde konuşması üzerine Süheyl Hoca şu unutulmaz cevabı verir: “Çok yanlış düşünüyorsunuz. Bizim heykel sanatına önem vermediğimizi size kim söyledi? Galiba mezarlıklarımızı hiç gezip görmediniz. Gidiniz kabristanlarımızı dolaşınız, her mezar taşımız bambaşka bir heykel sanatıdır. Her kabristanda binlerce heykelimiz vardır.” deyince adamcağız susuvermiş. Mahcup olmuş ve bundan sonra mezarlıkları dolaşacağına söz vermiş. Kabristanlar, çok anlamlı bir yakıştırma ile bizim “manevî istirahat bahçeleri”mizdir. Sanatların Ortak Sergisi Kabir taşları birçok sanatın buluştuğu ve bir araya geldiği ilgi çekici bir alan. Taş işçiliği, hüsn-ü hat, şiir, edebiyat, biyografi ve tezhibin ortak olarak icra edildiği belki de tek mecra, kabir taşlarıdır. Üstelik mezarlar bir bakıma vefat edenin statüsünü de belirliyor. Mevta, asker, esnaf, memur, işçi vs. hangi mesleği icra etmişse onunla ilgili bir emare de görülür. Denizciyse bir gemi resmi, karacıysa bir kılıç, müellifse bir kalem ile merhumun mesleği zaire, yani ziyaretçiye hatırlatılmış olur. Kadın mevtaların kabirleri zaten hemen anlaşılıyor. Daha zarif, ince bir işçilik vardır bu mezar taşlarında. Birer Hazine Olan Hazirelerimiz Bilhassa İstanbul, Bursa, Edirne gibi tarihî şehirlerimizde büyük camilerin hemen yanında hazireler vardır. Bunlar âdeta küçük mezarlıklardır. Kimisinde 30, kimisinde 50, kimisinde de 100 civarında mezar bulunur. Başta o semtin uleması, üdebası, hükeması ve ileri gelen şahsiyetleri defnedilmiştir o hazireye. Meselâ en meşhur hazirelerimizden biri bilindiği gibi Fatih Camii’nin hemen arkasındadır. Fatih Haziresi’nde başta İstanbul’un aziz komutanı Fatih Sultan Mehmed’in türbesi bulunmaktadır. Sonra onun ailesi, yakınları, askerleri ve devrin ileri gelenleri yatmaktadır. Ali Emiri Efendi, Ahmed Mithat Efendi de burada yatıyor. Bu bereketli hazireye bugün de birçok meşhur tarihçi, ilim adamı gömülmektedir. Hazire huzur kaynağıdır ve her ziyaretimizde ayrı manevî lezzet alırız şükürler olsun. Anadolu’da Da Aynı Hassasiyet Sadece büyük ve tarihî şehirlerimizde kabristanlara değer verilmez. Anadolu’da da bu konuda büyük bir hassasiyetin, titizliğin gösterildiğini biliyoruz. Umumiyetle büyük camilerde ömür boyu ders veren, hizmet eden, talebe yetiştiren âlimler, hocalar ve şeyhler vefatlarından sonra da manen ihya ettikleri camilerin hazirelerine defnedilmişlerdir. Bir bakıma irtibatlarını cemaatle ve talebeleriyle bu şekilde devam ettirmişlerdir. Vefalı olan halkımız da kendilerinden istifade ettiği bu gönül sultanlarını her zaman ziyaret etmiş, kendilerine dua edip Fatihalar okumuşlardır. Anadolu’da şehirler kısmen tenha nüfuslu olduğu için mezarlıklar da yerleşim alanına yakındır. Dolayısıyla ziyaretler, daha sıkı ve düzenli yapılmaktadır. Hatta Anadolu’da perşembeyi cumaya bağlayan akşamla cuma günleri mezarlıklar dolup taşmaktadır. Herkes yakınlarının, akrabalarının, hürmet ettiği zatların kabirlerini ziyaret etmekte, başlarında Kur’an okumakta ve dinî görevini ifa etmektedir. Mezarlıkları Gündemde Tutmak Mezarlıklar ve ölüm medeniyetimiz hakkında zaman zaman neşriyat yapılıyor. Bu kitaplar şüphesiz büyük medeniyetimizin kaybolmaması adına sevindiricidir. Gerek büyükşehirlerde gerekse Anadolu’da tarihî kabristanlar hakkındaki bu eserlerin büyük değer taşıdığını söylemeye gerek var mı? Bunlar bizim hem maneviyat birikimimiz hem de sanat envanterimizdir. İnşallah 81 ilimizin ve ilçelerimizin mezarlıkları bu anlamda ciddi araştırmalara konu olur. Bu yolda şüphesiz herkes üzerine düşen görevi yapabilir. İstanbul’da bir avuç gönüllü ile kurduğumuz Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği, yıllar önce İstanbul’da bir panel düzenlemişti. 7 Kasım 2009 tarihinde Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde gerçekleşen o toplantıda Dursun Gürlek, Nazan Sezgin, Nidayi Sevim, Ömer Faruk Dere ve Mehmet Burak Çetintaş konuşmacı olarak katılmış ve çok değerli bilgiler vermişlerdi. O toplantıda olmasını arzu ettiğimiz başka uzmanlar da vardı şüphesiz. Meselâ Ekrem Çoktan, Ekrem Işın, Ethem Elden, Süleyman Berk gibi. Bu konulara merak salan yeni isimler de var şimdi. Doğan Pur, Muhsin Karabay gibi. Darende Örneği Anadolu ermişler, erenler ve dervişler toprağıdır. Hangi şehre varsanız bir Allah dostuna rastlarsınız. Onun manevî ikliminden istifade eder, yaşadığı hâller ile hâllenirsiniz. Bu gönül sultanlarından birisi de “Somuncu Baba”dır. Malatya’ya bağlı Darende ilçemizdeki “Darende Şeyh Hamid-i Veli/Somuncu Baba Külliyesi”nde bulunan kültürel değerlerimiz dikkat çekici. Bu konuda Rasul Kesenceli ve Musa Tektaş’ın yaptığı kıymetli araştırma, bize önemli ipuçları vermektedir. Zâhir ve bâtın ilimlere vakıf olan, kurduğu otağ ve açtığı yol ile büyük manevî hizmetlere rehber olan Somuncu Baba Hazretleri, bugüne kadar gelen manevî kervanın yol açıcısı ve rehberi olmuştur. Anadolu’nun gönül erlerinden ve sultanlarından olan Somuncu Baba, muhtelif coğrafyalarda bulunduktan sonra büyük oğlu Baba Yusuf Hakiki’yi Aksaray’da bırakıp kendisi, diğer oğlu Halil Taybi Hazretleri’yle birlikte Darende’ye yerleşir. Burada manevî çilesini tamamlayan Hazret, irtihal-i dâr-ı bekâ eyledikten sonra Darende’de Zaviye Mahallesi’nde kendi isimleriyle anılan Şeyh Hamid-i Velî Camii’nde güzel bir türbe içinde oğlu Halil Taybi ile medfun bulunuyor. Bu cami ve türbe başta Türkiye’deki Müslümanların olmak üzere bütün dünyanın ziyaretine açık bulunuyor. Cami ve türbe asırlardan beri Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri’nin evlatları tarafından korunmuş, yaşatılmıştır. Bu manevî yapı, 1945 senesinden itibaren Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin hususi gayretleri ile günümüze kadar getirilmiştir. Caminin mükemmel biçimde restorasyonunu ve çevre düzenlemesini ise, kendisinin 13. nesilden torunu olan Hamid Hamideddin Ateş Efendi yaptırmıştır. Hani Yahya Kemal bir şiirinde der ya: “Bir meş’aledir, devredilir elden ele.” Aynı bu ruh hâli içinde bu kutlu hizmetler dünden bugüne taşınmış, bugünden de yarına emanet edilmiştir. Mekânı ziyaret edenler, Anadolu’da yüzyıllar önce esmeye başlamış olan tasavvuf ikliminin güzel kokularını bütün benlikleriyle hissederler. Öğrendiğimize göre Şeyh Hamid-i Veli Camii Haziresi’nde 21 kabir bulunuyor. Buraya ilk defnedilen kişinin Hazret’in talebelerinden Şeyh Bedreddin Efendi olduğu biliniyor. Daha sonra ise şeyhin ahfadından olanlar buraya defnedilir. Tespit edilemeyenlerin dışında burada yatanlar arasında şu isimler de bulunuyor: Şeyh Bedreddin Efendi, Şeyh Hasan Efendi, Ahmed Nuri Efendi, Karabaş Hüseyin Efendi, Hafız Mustafa Efendi, Şeyh Mahmud oğlu Hafız Abdullah Efendi, Halil Taybi oğlu Ahmed Veli, Muhyiddin Paşa b. Ahmed Veli, Seyyid Efendi, Hacı Mahmud Efendi, Hatib Hasan Efendi, Şeyh Ali Efendi, Nuri Beyzâde Halid-i Yekta, Şeyh Süleyman Efendi, Osman Hulûsi Efendi. Velhasıl mezarlıklar, hazireler bizim en çok ziyaret etmemiz gereken özge mekânlardır. Bu davranış, dinî bir vecibe olduğu gibi, insanî bir vazifedir aynı zamanda. Şüphesiz vefat etmiş kişileri ziyaret ettiğimizde bir gün bizim de bu dünyayı terk edip ahiret yurduna göç edeceğimizi düşünürüz. Bu hayalin hakikat olacağını yakinen idrak eder, kendimize çeki düzen veririz. Bunun için ecdadımız, bilhassa Selçuklular ve Osmanlılar mezar taşlarına ve mezarlıklara çok önem vermiş ve bir bakıma en yüksek sanatla bunların gelecek asırlara intikal etmesini sağlamışlardır. Bugün başta Ahlat olmak üzere birçok Anadolu beldesinde ayakta duran Selçuklu mezar taşları, 1000 yıllık mazileriyle bize bir ibret, hikmet ve tefekkür abidesi olarak görünüyor. Bu vesile ile de şunu hatırlatmakta fayda var. Mademki Osmanlı tarzı büyük camiler yapmaya başladık. Bu külliyelerde artık hazireler için de yer ayrılmalı ve çevrenin mühim ilim, fikir, sanat ve devlet adamlarının kabirleri bu hazirelere defnedilmelidir. Bu da şüphesiz “ölülerimizle birlikte yaşadığımızı” gösteren en büyük alametlerden olacaktır. Zira büyük medeniyetler, geçmişten taşıdıkları değerler ve manevi birikimleriyle yaşar ve ayakta durur.
Mehmet Nuri YARDIM
Yazarİslâmiyet dini akla büyük önem vermiştir. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim, pek çok ayetinde, insanı göklerin ve yerin yaratılışını düşünmeye davet ederek şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz göklerin ve yerin yarat...
Yazar: Aydın BAŞAR
Milletlerin kültür hayatında büyük yazarlar, romancılar ve şairler kolay yetişmiyor. Peyami Safa, edebiyat tarihçilerimizin büyük çoğunluğuna göre Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatının en büyük romancıs...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Bugün modern dünyada unuttuğumuz birçok âdap ve davranışlardan biri olan yemek ve yemek âdabını yeniden hatırlamak maddî ve manevî anlamda hayatımıza birçok zenginlik katabilir. Bu yazımızda, Osmanlıc...
Yazar: Vedat Ali TOK
Lügatte “sağlam ve muhkem olmak” anlamına gelen “ve-sâ-ka” ya da “güvenmek, itimat etmek” manasındaki “si-ka/vüsûk” kökünden türemiş bir isim olan mîsâk kelimesi “antlaşma ya da kuvvetli ahid” anlamla...
Yazar: Gökhan ÖZBEK