Mâverâunnehir Kültür Havzası
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in irtihâlinden sonra fetih hareketleri hız kesmeden devam etti. Asr-ı Saâdet Dönemi Müslümanları, İslâm’ın mesajını cihana duyurmak uğruna ve i’lâ-yı kelimetullah derdiyle dört bir yandan açılım gerçekleştirdi.
Kısa zamanda Kuzey Afrika’nın fethini sağlayan Müslümanlar, Endülüs’e geçip Avrupa’da İslâm kültür ve medeniyetinin en güzel örneklerini ortaya koydular. Kuzey Arabistan yoluyla Güney Asya’ya ulaşıp Türkistan topraklarında İslâm’ın meş’alesini yaktılar.
Hz. Ömer ve Hz. Osman Dönemlerinde başlayan fetih hareketleri¸ Emevîler devrinde bütün Horasan ve Mâverâünnehir bölgeleri Müslümanların hâkimiyeti altına girmiştir. Fetihler nedeniyle Horasan ve Mâverâünnehir bölgelerinin çeşitli şehirlerine birçok sahâbe gitmiş, oralara yerleşmiş ve oralarda vefat etmişlerdir.
Mâverâunnehir Bölgesine giden sahâbeler arasında; Bureyde b. el-Husayb el-Eslemî (ö.63/683), Hakem b. Amr el-Gifâr (ö.45-50/665-670)¸ Ebû Berze el-Eslemî (ö.65/685) ve Abdullah Hâzim el-Eslemî (ö.72/691) özellikle zikre değer isimlerdir.
Peygamber Efendimiz, Vedâ Hutbesi’nde yüz bin sahâbeye hitap ettiği halde, Arabistan Yarımadası’nda ancak on bin kadar sahâbenin kabri bulunmaktadır. Ashâb-ı kirâm en zorlu şartlar altında ve İslâm’ı yaymak uğruna uzak diyarlara hicret ettiler.
At sırtında yıllarca seyahatler yaptılar. Bu gerçek bizleri dünyanın pek çok yerinde sahâbe kabrinin varlığına şahitlik ettirmektedir. Çin’de, Anadolu topraklarında, Azerbaycan steplerinde, Türkmenistan diyarında çok sayıda sahâbe kabrine rastlamaktayız.
Türkmenistan’da Hakem el-Gıfârî ve Büreyde el-Eslemî gibi güçlü Peygamber sevdalılarının kutlu yürüyüşlerini öğrenmekteyiz. Önlerine çıkan uçsuz bucaksız deryalara, uçsuz bucaksız dağlara ve engin ovalara rağmen ashâb-ı kirâm, imkânsız addedilen o uzak mesafeleri kısa zamanda kat etmişlerdir.
Ashâb-ı kiram nehrin öbür yakasına ayak bastığı gün Mâverâünnehir’in doğumu gerçekleşmiştir. Bu fetih hareketleriyle sadece nehrin öte yakası fethedilmemiş, aynı zamanda İslâm tarihinin, İslâm düşüncesinin, İslâm ahlâkının ve İslâm medeniyetinin mâverâsı ortaya çıkmıştır.
Tarih boyunca Amuderyâ denilen Ceyhun Nehri’nin ötesini fetihler sürecinde Müslümanlar, “nehrin öte yakası” anlamında artık Mâverâunnehir olarak isimlendirmişlerdir. Mâverâünnehr Bölgesi, genellikle beş bölüme ayrılmaktadır. Birincisi, merkez bölge özelliğine sahip Soğd (Soğdiana) bölgesidir.
Buhârâ ve Semerkand’ı içine alan bu bölge, Mâverâunnehir coğrafyasının en büyük tarım ve ticaret merkezidir. İkincisi, Soğd’un batısında bulunan Hîve diyarıdır. Bu bölüm Amuderya ile Aral gölünün birleştiği delta bölgesini teşkil etmektedir. Üçüncüsü, Sagâniyan ve Huttal topraklarını kapsayan güney parçasıdır. Dördüncüsü Amuderya’nın yukarısında yer alan Bedehşan ve Vâhan’dır. Beşincisi, Fergana ve Şaş bölgelerinden oluşan kuzey bölgesidir.
Mâverâunnehir, ilk çağlardan itibaren çeşitli sosyal ve siyâsî sebeplerden dolayı Asya’nın iç kısımlarından gelen göçebe Türk boylarının önemli bir yerleşim bölgesi olmuştur. Kaşgarlı Mahmud (467/1072), Saka Hükümdarı Afrasyab (Tunga Alp/Tonga Alper)’den bahsederken Mâverâunnehir’in her tarafının Türk ülkesi olduğunu belirtir.
Sonraki dönemde yerleşen İranlıların burayı bir Acem memleketi havasına soktuğunu kaydeder. Ortaçağ Müslüman yazarlarının eserlerinde yer alan Arzu’l-Guziyye, Arzu’l-Becnakiye, Dîz-i Alanân ifadelerinin ve Strabon ve Batlamyus’ta geçen yer adlarının benzerlik göstermesi dolayısıyla buranın ilk sakinlerinin Türkler olduğu belirtilmiştir.
Verimli topraklara sahip bulunan Mâverâunnehir coğrafyası, başka ülkeden herhangi bir gıda maddesi ithal etmeye ihtiyaç duymadan hayatını idâme ettirebilecek verimliliğe sahiptir. Havası, suyu, meyveleri, eti bol ve çok güzeldir. Bütün dünya birkaç defa kıtlık yaşasa da bu bölge bolluk içinde olmuştur.
Mâverâunnehir’de tarih boyunca değişkenlik ve nüfus hareketliliği göze çarpmaktadır. Bölgenin tarım, ticârî ve stratejik açıdan büyük öneme sahip olması dolayısıyla, bazen büyük bazen de küçük devletçikler bölgede hâkimiyet yarışına girmişlerdir.
Buhârâ ve çevresinin hâkimiyeti Sâmânîlerin elindeydi. Sâmânîler hâkim oldukları bölgelerde âlimlere büyük hürmet gösterdiler. Hükümranlıkları döneminde sağlam bir siyâsî ve askerî teşkilat kurdular. Ticareti geliştirerek ülkelerinde iktisâdî refahı sağladılar. Türkler arasında İslâmiyet’in yayılmasına hizmet eden Sâmânî hükümdarları mîmârî, resim, metal işçiliği ve seramik gibi sanat eserlerinde önemli eserlerin verilmesine imkân ve ortam hazırladılar.
Ülkede geniş çapta bir ilmî hareketliliğin başlamasına ve devam etmesine büyük katkıda bulunan Sâmânîler, bütün imkânlarıyla ilmî çalışmaları desteklediler. Bunun sonucu olarak ülkede tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf, kelam, dil ve edebiyat gibi ilmin her alanında uzman büyük âlimler yetişti.
Buradaki âlimlerin ilmî faaliyetlerinin bir sonucu olarak bütün ülkeye Ehl-i Sünnet mezhebi sür’atle yayıldı. Sâmânîler Devri’nde Buhârâ büyük bir ilim merkezi oldu, devlet ve hükümdarlar şairleri ve edipleri himâye ettikleri için Buhârâ’da çok sayıda edip ve şair toplandı.
Buhârâ’da ilmî tedrîsât için mektebler, ev ve mescidler kullanılmaktaydı. İlkokul çağındaki çocuklar, eğitim öğretim için mektep veya küttab adı verilen yerlere gitmekte; burada on yaşına kadar okuma yazma ve dinî bilgiler öğrenmekteydi. Burada okuma yazma ve temel dinî bilgileri öğrenen talebeler âlimlerin evlerinde verdikleri derslere katılabiliyordu.
Mescidde verilen derslere Küttab’dan mezun olanların yanında dışardan insanlar da dinleyici olarak katılabilmekteydi. Mescid İslâmiyet’in ilk yıllarında olduğu gibi, eğitim öğretim çalışmalarının merkezini oluşturmaktaydı. İlmî faaliyetler, hoca öğrenci ilişkisi şeklinde devam ediyordu. Büyük oranda da ezbere dayanıyordu.
Mekke ve Medine’ye akan bilgi nehri Mâverâunnehir’de usul âlimlerinin büyük kısmının yetişmesini sağladı. Yunan felsefesini, Bizans medeniyetini, Sâsânî kültürünü yakından tanıyan Müslümanlar, onların içlerinde var olan ve kendisine uygun lü’lü’ ve mercanı topladı. Kendisini bozmadan ve onlarla mesâfesini koruyarak onlardan alacaklarını alıp Mâverâunnehir’e ulaştılar.
Bu inci ve mercanlar İslâm’ın nehri ile beraber Mâverâunnehir’e ulaşınca Kindî (ö. 256/873), Fârâbî (ö. 339/950), İbn Sînâ (ö. 429/1037) gibi zatlar yetişti. Fıkıh, hadis, kelam, tasavvuf, felsefe, tarih, siyer, edebiyat, matematik, astronomi, geometri, tıp âlim ve filozofları yetişti. Yoldaki inci ve mercanları ve bilgiye ait hikmeti karşı tarafa taşıyınca rasathâneler kuruldu, Uluğ Beyler yetişti.
Mâverâunnehir’de İslâm ahlâkı en güzel tecrübelerini yaşadı. Müslümanlar arzın mâverâsından, semâ’ın mâverâsından da önemli olan kalbin mâverâsını incelemeye başladılar. Tasavvuf ilmi orada doğdu. İslâm’ın Mekke’de doğan bilgi çeşmesi bir nehre, bir okyanusa dönüşerek Mâverâunnehir’i geçtikten sonra bilginin mâverâsı keşfedildi.
Bu bilgi usûle, felsefeye ve ahlâka dönüştü. Mâverâunnehir, Müslümanlara ve dünyaya bilginin mâverâsını öğreten bir coğrafyadır. İslâm medeniyetini Mâverâunnehir’siz düşünmek, İslâm medeniyetini mâverâsızlaştırır.
İmam Buhârî (ö. 256/870), İmam Tirmizî (ö. 279/892), Hakîm-i Tirmizî (ö. 320/932), İmam Maturîdî (ö. 333/944), Ebu’l-Leys es-Semerkandî (ö. 373/983), Ebû Kaffâl Şâşî (ö. 365/976), Necmüddîn-i Kübrâ (ö.618/1221), Seyyid Burhâneddin Muhakkık-ı Tirmizî (ö.639/1241), Muhammed Pârsâ (ö. 822/1419), Bahâeddîn-i Nakşbend (ö. 791/1389), Ubeydullah Ahrâr (ö. 895/1490), Alâuddîn-i Attâr (ö. 618/1221), Ali Râmitenî (ö. 715/1316) gibi isimler bölgenin ilim ve irfan diyârı hâline gelmesini sağlamıştır.
Doğuya ve batıya gerçekleşen bu fetih hareketleri salt askerî mücâdele değildi. Fetih süreciyle birlikte İslâm kültür ve medeniyeti en temel husûsiyetiyle gelişim göstermiştir. Gittiği coğrafyalarda İslâm kültür ve medeniyetinin şu üç unsuru egemen olmuştur: İlim ve irfan, fikir ve felsefe, güzel sanatlar. İlim, felsefe ve sanat boyutuyla İslâm medeniyetinin kurucu guruplarından biri de tarih boyunca dervişler olmuştur.
Fetih hareketlerinin gönüllü katılımcıları olan dervişler ordulardan önce hedef coğrafyalarda gönül fetihleri gerçekleştirmişlerdir. İlim, irfan, fikir, felsefe ve güzel sanatlar alanındaki uğraşılarıyla dikkat çeken derviş kitleler fethedilen coğrafyalarda örülmekte olan kozaya güçleri oranında güzellik ve sağlamlık katmışlardır.
Türkistan coğrafyasında ilim, fikir, felsefe ve sanat çabalarının neşv ü nemâ bulmasına katkı sağlayan çok sayıda öncü sûfî yetişmiştir. Telif edilen tasavvuf klasikleriyle sûfîler yeni bir medeniyetin kuruluşuna öncülük etmişlerdir.
Hakîm-i Tirmizî’nin (ö. 285/898) Hatmu'l-Evliyâ isimli eseri, Ebû Nasr es-Serrâc et-Tûsî’nin (ö. 378/988) el-Luma' isimli çalışması, Ebû Saîd Ebu'1-Hayr (ö. 440/1049) hakkında yazılan Esrârü't-Tevhîd isimli menâkıbnâme, Abdülkerim el-Kuşeyrî’nin (ö. 465/1072) er-Risâle klasiği, Kelâbâzî’nin (ö. 385/995) et-Taarruf’u, Hucvirî’nin (ö. 470/1077) Kesfu'l-Mahcûb’u, İmam-ı Gazâlî’nin (ö. 505/1111) İhyâu Ulûmi’d-dîn’i, Abdullah el-Herevî’nin (ö. 481/1089) Menâzilü’s-Sairin’i, Ebû Abdurrahman es-Sülemî’nin (ö. 412/1021) risâleleri Türkistan coğrafyasında kaleme alınan kurucu metinlerdir.
Türkistan coğrafyasının yeniden dirilişi İslâm medeniyetinin fetret dönemini ortadan kaldırmasına yol açacaktır. Bir iki yüz sene süren Çarlık ve yüz yıl devam eden komünizm esâretinin yıkımlarını ve tahribatını giderebilmek için Farab’da Medînetü’l-Fâzıla’nın işlevselliğini sağlamak, Türkistan’da Dîvân-ı Hikmet’in diriliş muştusuna ermek, Buhârâ, Taşkent, Tirmiz ve Semerkant’ta İbn Sînâ (ö. 429/1037), Şâh-ı Nakşbend (ö. 791/1388), İmam Buhârî (ö. 256/870) ve İmam Tirmizî’nin (ö. 279/892) geleneğini ihyâ etmek, Özgen’de Ebû Bekr Şemsü’l-eimme Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed es-Serahsî’nin (ö. 483/1090) külliyâtına sahip çıkmak gerekmektedir.
Şu bir gerçek ki, Mâverâunnehir havzası mâverâsını kaybettiğinde esâret ve zillet başlamıştır. Tıpkı ilk günlerinde Mâverâunnehir’e ulaşan ashâb-ı kirâmın getirdiği inci ve mercanlara sahip çıktığımız zaman Mâverâunnehir anlam dünyasına kavuşacaktır.
Kendi yetiştirdiği evlatlarına, âlimlerine ve büyüklerine sahip çıktığı zaman Mâverâunnehir yeniden tarih yazacaktır. Ne zaman yeniden Dîvân-ı Hikmet’ler yazılır, Medînetü’l-Fâzıla’lar yeniden keşfedilir. Şâh-ı Nakşbendlerle İmam Buhârîler yeniden birleştirilir, ne zaman tekrar mâverâya sahip çıkarsak Mâverâunnehir tekrar ihtişamına kavuşacaktır.
Kadir ÖZKÖSE
YazarKüfrün taşkınlığı, şer odaklarının pervâsızlığı, ahlâksızlığın yaygınlaşması, hak ve hukukun çiğnenmesi karşısında Müslümanın sessiz ve tepkisiz kalması kadar yersizlik olamaz. Kötülüklerle mücâdele e...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Seyyid Yahyâ-Yı Şirvânî (ö. 870/1466)Azerbaycan’ın Şamahı kentinde doğan Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî’nin tam adı; es-Seyyid Cemâleddîn Yahyâ bin es-Seyyid Bahâeddîn eş-Şirvânî eş-Şamahî el-Bakuvî’dir. İma...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Yüce Allah Kalem Sûresi 4. âyette şöyle buyurmaktadır:“Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.”Yüce Allah, peygamberleri insanlara örnek olarak gönderdiği gibi son peygamber Hz. Muhammed’i de en güzel ör...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
Biter mi dünyanın işiBu acele, telâş niyeRezzak olan verir aşıBu boğuşma,dalaş niyeÇocuklar var, gözü yaşlıEla gözlü, kalem kaşlıTanklar ezer, çelik başlıBu dövüşme, savaş niyeIsınıyor her gün küreDay...
Şair: Ramazan PAMUK