Kaybettiğimiz Değer: Kanâat
İnsan ne kadar büyük bir servete sahip olursa olsun, isteklerinin bittiğini söylemek mümkün değil. “Dünyada artık elde etmek istediğim bir nimet kalmadı, gönlümden geçen her şeyi yaptım.” diyenler bile aynı durumda. Çünkü her insanın önüne “Ona da sahip olsam.” diyebileceği yeni bir şeyler çıkar. İnsanda müthiş bir iştihâ var ve son ânında bile dünyadan kopamaz.
Pankreas kanserine yakalanan ve doktorların en fazla üç aylık ömrü kaldığını söylediği, bir deri bir kemik kalmış olan bir yakınımın, yanında bulunan ailesine işleriyle ilgili direktifler vermesi ve yeni aldığı arabasının sıklıkla yıkanmasını ve kuş pisliklerinin üzerinden temizlenmesini istemesi bana çok mânîdâr gelmişti.
Baş başa kaldığımız bir anda durumunu tatlı bir dille hatırlatarak artık bunlarla ilgilenmemesi gerektiğini söylediğimde, “İçimde bir umut var, sanki ben bunu atlatıp tekrar düzeleceğim, diye. Kalçalarımda et namına bir şey kalmadığını bilmeme rağmen yine de dünyalıklarımdan vazgeçemiyorum.” cevabını vermişti. Haftasına kalmadan da vefât etmişti. Hemen hemen hepimiz böyle değil miyiz?
Şu satırları okurken bir an yapmayı düşündüğümüz işleri ve ileriye dönük plânları bir gözümüzün önüne getirelim. Dünyaya ne kadar sıkı sıkıya bağlı olduğumuzu göreceğiz. Emekliliğe kadar yapmayı düşündüklerimiz, emeklilik sonrası hesaplarımız.
Hatta yüz yıl yaşayacaksınız dense on beş dakika içerisinde onun dahi planlamasını yaparız. Velhâsıl yaşadığımız şehirde yapacağımız o kadar çok işimiz vardır ki! Ya köyle ilgili düşüncelerimiz?! Babamızdan kalan eski evi onarmak, evin etrafına her türlü meyve ağaçlarını dikmek ve dünyada kendimize bir cennet inşâ etmek… Bitmeyen projeler…
Esasında insanın ileriye dönük hesaplarının ve hedeflerinin olması güzel bir şey. Çünkü hayata artı bir değer katmak istiyor. Müzmin bezginler gibi yatıp uzanmıyor. Önüne hedefler koymuş. Hayalleri var. Bu istekler ve plânlar onu zinde tutuyor. Onları gerçekleştirmek için çalışıyor. İnsan özellikle yaşlandıkça tutunacak bir şeyler arar.
Hayallerinin olması ise onu ayakta tutan sebeplerden biri olur. Böyle olmayanlar ise hayattan çok çabuk kopup çöküyor. Nitekim emeklilik günlerinde kendilerini meşgul edecek meşgale bulamayan insanların hastanelerden çıkamadıklarını ve hayatlarından bezdiklerini görüyoruz.
Çünkü kendi başlarına kalıp arkadaşları da olmadığında zamanı geçiremezler ve içlerine kapanırlar. Böyle olunca da hastanenin yolu her zamanki güzergâhları olur. Bu sebeple hayattan kopan yaşlı yerine yaşama bir yerinden tutunan ve kendi varlığını hisseden daha yeğdir.
İnsanın hedefleri olmasında, planlar yapmasında elbette bir problem yok, ancak yeter ki bunlar onu âhiret yönünden çevirmesin. Ahlâk kitaplarımızda insanların tûl-i emel sahibi olmamaları tavsiye edilir. Bununla kastedilen âhiretten kopuk bir dünya hayatıdır.
Geleceğe ve elde edilmesi gerekenlere yönelik plânlar yapılırken unutulmaması gereken bir gerçek daha vardır. O da şudur: Allah herkese aynı maddî imkânları sunmamıştır. Zaten herkes eşit konumda olsaydı bazı işleri yaptırabilecek kişi bulunmazdı.
Bununla birlikte asıl olan, mâkul ölçüler içerisinde hayatını devam ettirebilecek kadar bir geçimliğe herkesin sahip olmasıdır. Ancak bütün bu hengâmede insan elde edebildikleri ile yetinebilmelidir. Bunu sorun hâline getirmemelidir. Çünkü kişi ne kadar çabalarsa çabalasın, iş sonunda olacağı yere varır. Hedeflerini çok yüksek tutsa da işler her zaman dilediği gibi gitmez ve bir noktada tepetaklak olabilir. Veyahut da emelinin yarısında tıkanır kalır ve daha ileriye geçemez.
Her istediğini gerçekleştirememe noktasında esasında insanlar müşterektir. Başta değindiğimiz üzere, bütün hedeflerini gerçekleştirmiş bir insan bulmak mümkün değildir. İnsan ne kadar servete erişirse erişsin veya ne kadar yüksek makamlara çıkarsa çıksın, yapmak isteyip de yapamadığı ve gerçekleştiremediği hedefler arasında pek çok şey bulunur. İşte bu noktada kanâat, yani elde ettiğiyle yetinme ve hâle şükretme devreye girmelidir.
Şayet insan elde ettiklerine şükretme ve avucundakilerle mutlu olma yolunu tutmazsa, önce kendisine sonra ailesine ardından da çevresine negatif enerji yaymaya başlar. Aksi ve geçimsiz biri hâline gelir, sürekli asık suratlı olur. Bunu yaptığında ise eline hiçbir şey geçmez. Olan bu sıkıntıya ve strese dayanamayan kalbine olur, moral bozukluğunu yansıttığı ailesi ve çevresi huzursuz olur. Sonuçta hiçbir şey değişmez.
İşin özeti, insan dünyaya bir sınanma için geldiğini ve asıl olanın ölüm ötesi olduğunu düşünmediğinde elde edemedikleri yeise düşmesine sebep olur. Belki isyana bile sürüklenir. Oysa bir imtihan içindedir ve neyin nefsi için daha hayırlı olduğunu bilemez. Kendisine düşen, sorumluluklarını yerine getirmek ve işin âkibetini Allah’a havale etmektir, tevekküldür. Sonuçta görevini yerine getirmiş, ancak işler kendisinin istediği gibi gitmemiştir.
İnsanın hayatta tıkandığı yerlerden birisi de burasıdır işte. Çabalamasına ve hayaller kurmasına rağmen istediğini elde edemediğinde önünde iki yol vardır: Ya isyan edip kahredecektir. Ya da “Ne yapalım olmadı, buna da şükür.” diyerek olan biteni kabullenecek, hayatı kendisine zindan etmeyecektir.
Birinci yolu benimseyen insanın esasında Allah’a olan güvenci de tam değildir. Çünkü Allah mülkü dilediğine vereceğini bizzat kendisi haber vermektedir. Ayrıca her şey onun takdirindedir. Kul işin bu tarafını düşünmeyip sadece “Elde edemedim.” diye isyana yöneldiğinde, bir anlamda Allah’ın buyruklarını karşısına almakta, belki farkında olmadan yaratana isyan etmiş olmaktadır.
Nice insanlar görmüşüzdür, çabalayıp elde edemedikleri bir nimet sebebiyle kahretmişlerdir. Ancak bir süre geçtikten sonra gördükleri karşısında, “İyi ki o nimeti elde edememişim.” noktasına gelmişlerdir. Çünkü Allah onlara ya daha iyi bir nimet ihsan etmiş ya da “Elden kaçırdık.” diye üzüldükleri nimetin pek de hayırlı bir şey olmadığını göstermiştir. Nitekim Rabb’imiz şöyle buyurmuştu: “Eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artıracağım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.”[i]
Bütün bu anlattıklarımızdan, haksız yere elimizden alınanların peşine düşmeyelim, kaybettiğimiz yerde oturup ağlayalım sonucu elbette çıkmaz. Ancak bütün çabalarımıza rağmen elde etmek istediklerimizi aslâ elde edemeyebiliriz. Bunu mutlaka düşünmek durumundayız. Ayrıca kanâati “bitmeyen bir hazine” olarak benimseyen insan, yetindikleriyle mutlu olmasını bilir. Ötesine tamah ettiğinde eline bir şey geçmeyeceğinin idrakinde olduğundan kalbini gereksiz yere kasmaz.
Yaşadığımız dünyanın kanâat anlayışımızı yok ettiğini hepimiz biliyoruz. Bizden önceki dönemlerde insanlar bir iki adet giysisi olduğu zaman bununla yetinebiliyordu. Ancak günümüzde marka hastalığı bir yana her birimizin elbise dolabında o kadar çok giysi birikiyor ki, bazı zamanlar bunları hayır kurumlarına vermek zorunda kalıyoruz.
Her çıkan yeni model sebebiyle eski elektronik eşyamızı elden çıkarmaya bakıyoruz. Bu sebeple de cep telefonu değiştirmede dünyada hatırı sayılır bir başarı elde etmiş (!) durumdayız. Televizyonlarda seyrettiğimiz diziler ile ünlülerin evlerinin görüntüleri özellikle çocuklarımızın akıllarını başlarından alıyor, onları gözleri doymaz yapıyor. Yetinme duyguları zayıflıyor.
Allah Rasûlü şöyle buyurmuştu: “İslâm hidâyeti nasip edilen ve yeterli miktarda maîşeti olup buna kanâat edene ne mutlu!”[ii] “Sizden her kim rûhen ve bedenen sağlıklı ve güvende olup günlük yiyeceği de mevcut ise sanki dünyalar onun olmuştur."[iii] "Zenginlik mal çokluğuyla değildir. Bilakis zenginlik göz tokluğuyladır."[iv]
"Sizden biri, mal ve yaratılışça kendisinden üstün olana bakınca, bakışını bir de kendisinden aşağıda olana çevirsin. Böyle yapmak, Allah'ın üzerinizdeki nimetini küçük görmemesi için gereklidir."
Avn b. Abdullah b. Utbe son hadisle ilgili olarak şöyle demiştir: "Ben zenginlerle düşüp kalkıyordum. O zaman benden daha heveslisi yoktu. Bir binek görsem benimkinden daha iyi görürdüm; bir elbiseye baksam, benimkinden daha iyi olduğuna hükmederdim. Ne zaman ki bu hadisi işittim, fakirlerle düşüp kalktım ve rahata erdim."[v]
İnşallah kanâat sınavını başarılı şekilde verenlerden oluruz.
[i] İbrâhim, 7
[ii] Tirmizî, 2272
[iii] Tirmizî, 2268
[iv] Buhârî, 5965
[v] Tirmizî, 1702
Enbiya YILDIRIM
Yazarİslâm, herkesin kendi başına yaşayacağı ve bir başkasını umursamayacağı bir din değildir. Mutlak surette toplu olarak, bir arada yaşanması gerekir. Bir anlamda cemâat dinidir. Ferdî yapılacak ibâdetle...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Bir mü’minin İslâm’la bağını daima güçlü tutan tek ibâdet namazdır. Çünkü namaz her gün kılınır. Gündelik hayatın içine serpiştirilmiş olduğundan, kulun Rabb’ini sürekli hatırlamasını sağlar. Onu kont...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Hak aramak adına son yıllarda sokaklara dökülen insanların yaptıklarına bir bakınız. Molotof kokteylleri rastgele atılıyor, kaldırım taşları yerlerinden sökülüyor, çöp konteynırları kullanılamaz hâle ...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Bir gün zulüm dağlarınıAşacağız güzel Kudüs.Gül kokulu yollarındaKoşacağız güzel Kudüs.Dua dua elimiziAçacağız güzel Kudüs.Göklerinde bir kuş olupUçacağız güzel Kudüs.Kurşun kirini silmeyeGeleceğiz gü...
Şâir: Ahmet Sami BENLİ