Kara Afrika’nın ve Osmanlı’nın Kahraman Evladı Zenci Musa
Aslen, Kara Afrika’nın kuzeydoğusundaki Sudan’dan olan Zenci Musa, 1880 yılında Girit’te doğmuştur. Babası Girit’te erken yaşta ölmüş; dedesi tarafından büyütülmüştür. Mısır’da yaşayan ve katıksız bir Osmanlı hayranı olan dedesi, daha iyi yetişmesi, İslâmî bir eğitim alması ve Osmanlı’yı yakından tanıması için Musa’yı Kahire’ye götürmüştür. Türk Mahallesinde ihtimamla büyüyen Zenci Musa, Türkçesini de çok iyi geliştirmiştir.
Arkadaşları tarafından kendisine “Zenci Musa” lakabı takılmış ve bundan sonraki hayatında da hep bu lakapla anılmıştır. Dedesi gibi tam bir Osmanlı hayranı olarak kişiliğini bulmuş, ilaveten İslâm mücâhidi misyonunu da kendisine dâvâ edinmiştir.
İki metre boyunda dev yapılı, güçlü kuvvetli adam gibi bir adam olan Zenci Musa, her işin altından hakkıyla kalkabilecek kudret ve dirayete sahip yiğit bir Osmanlı-İslâm evladı vasfıyla artık tarihteki rolünü üstlenmeye hazırdı.
Kahire’deyken Mısır Hidivi’nin kuzeni Prens Ömer Tosun Paşa’nın hizmetine girdi. Bu esnada, 1911 yılında Trablusgarp Savaşı patlak verdi ve İtalyanlar, Osmanlı’nın Kuzey Afrika’daki son toprak parçasına çıkartma yaptılar.
Zenci Musa da, Osmanlı’nın Türk subaylar ve Şeyh Sunusî önderliğinde Trablusgarp’ta oluşturduğu milis kuvvetlere gönüllü olarak katıldı. Libya çöllerindeki yerel direnişi örgütleyen Teşkilât-ı Mahsûsa’nın başında olan Yüzbaşı Kuşçubaşı Eşref Sencer, İtalyanlara karşı Derne’de mücâdele ederken Zenci Musa ile bir tâlim sırasında tanıştı. 2,10 santimlik dev cüssesiyle onu sevdi ve emir eri tayin etti. İleriki yıllarda bundan; “Kuşçubaşı Eşref’in emir eri olma şerefine nail olduğum andan itibaren Çerkez Komutanımı babam bildim.” diye söz edecektir.
Eşref Bey, Trablusgarp’taki başarılarından ötürü bir altınla mükâfatlandırılmasını istediğinde, Zenci Musa bunu hiç çekinmeden geri çevirdi; “Ben altın veya şöhret için savaşmaya gelmedim. Hak için, adalet için, Müslümanlık için, Halife için savaşan biri altını veya mükâfatı kabul etmez. Ben Halife-i Zişân Hazretleri’ne yardımım olsun diye geldim.”
Zenci Musa, Trablusgarp’ın ardından Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale ve Filistin cephelerinde de Kuşçubaşı Eşref’in hizmetinde bulunmayı ve birlikte çarpışmayı sürdürdü. Çanakkale Cephesinde Sudanlılar ve Araplardan oluşturulan 19. Tümen’e bağlı 77. Alay’da vazife aldı. 1915’te İngilizlere karşı Süveyş Kanalı’nda girişilen taarruzda büyük kahramanlıklar gösterdi ve haklı bir şöhrete erişti. Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın pek çok defa iltifatlarına mazhar oldu.
Kuşçubaşı Eşref ve Zenci Musa’nın Birinci Dünya Savaşı’ndaki son görevleri, 60-70 kişilik bir ekiple Yemen’deki Osmanlı birliklerine götürülen yardımdı. Böylece, Haziran 1916’da isyan eden hem Hicaz Emiri Şerif Hüseyin’in hem de İngilizlerin birlikleri güneyden sıkıştırılıp püskürtülecek ve Kuzey Arabistan’daki kuvvetlerimizin işi kolaylaşacaktı.
Kuşçubaşı Eşref, Zenci Musa ve beraberindekiler, yanlarında Enver Paşa’nın gönderdiği 300 bin altın olduğu hâlde iki ayrı kola ayrılarak Medine’de buluşmak üzere yola koyuldular. Sözleştikleri üzere bir sıkıntıyla karşılaşmadan ilk menzilleri olan Medine’ye ulaştılar. Fakat Hicaz Cephesi Komutanı Fahreddin Paşa, Eşref Bey’e şu uyarıda bulundu: “Medine’den bir adım dâhi dışarı çıkamazsın çünkü İngiliz istihbaratı 300 bin altınla sizin Yemen’e gittiğinizi öğrendi. Sizi ben ordumla Hayber’e kadar götürürüm. Hayber’de ordumla uğurlarım ancak sizi orada bıraktığım anda, daha birkaç kilometre dâhi ilerlemeden kuşatırlar.” Eşref Bey, vazifesini canı pahasına ifa etmeye kararlıdır; “Neye mal olursa olsun bunu yapacağım!”
Ardından Eşref Bey ve adamları, Fahreddin Paşa’nın yanlarına verdiği kuvvetlerle birlikte Hayber’e gittiler. Hayber’den dışarı çıkalı, daha 10 kilometre olmadan Cembele mevkiinde 20-25 bin kişilik İngiliz-Bedevî birliği, Eşref Bey ve adamlarının etrafını kuşattılar. Bir gün boyunca şiddetli bir çatışma yaşandı. Kuşçubaşı Eşref ve üç asker dışında herkes şehit düştü. Kuşçubaşı Eşref ağır yaralı bir vaziyette tutsak edildi. İngilizler onu bir kafes içerisinde Mekke sokaklarında dolaştırarak teşhir ettiler.
Emir eri Zenci Musa ise, gecenin karanlığından faydalanarak yaralı şekilde kurtulmayı ve altınları develere yükleyerek kaçırmayı başardı. Aslında Kuşçubaşı Eşref kendisini yem etti; İngilizleri oyalayarak emir erinin kaçması için fırsat ve zaman kazandırdı. Altınların kaçırıldığını anlayan İngiliz kuvvetleri, Zenci Musa ve iki arkadaşının peşine düşseler de yakalayamadılar.
7.Kolordu, gelen yardımdan tam umudunu kesmişken Zenci Musa sahneye çıktı ve zeki, kurnaz ve gözü pek bir kahraman olduğunu bir kez daha ispatladı; getirdikleri yardımı, çatışmadan birkaç gün sonra tek başına Sana’daki 7. Kolordu’ya ve komutanı Ahmet Tevfik Paşa’ya teslim etmeye muvaffak oldu.
Emaneti verirken Paşa’ya, buruk bir ses tonuyla ağlayarak şöyle dedi: “Çok şükür başardık, hazine kurtuldu, bedbaht Musa kurtuldu; fakat Eşref Bey’imizi düşmana terk ettik. Babam gitti, velinimetim gitti. Onu hiç değilse, omzuma alıp getirebilseydim!”
12 Ocak 1917’de, Ramazan’ın 23. gününde gerçekleşen bu olay, London Times gazetesinin sekiz sütununa manşet olmuştur. İngilizlerden kaçarak 300 bin altını Ali Said Paşa’ya teslim eden Zenci Musa’yı, artık tüm İngilizler yakından tanımışlar; kahramanlığı dilden dola dolaşıp adı efsaneleşmiştir.
Zenci Musa, yardım görevi bittikten sonra gönüllü olarak Yemen’deki direnişe katıldı. Büyük kahramanlıklar gösterdi; ama İngilizlere esir düştü. Birinci Dünya Savaşı nihayet bulunca serbest bırakıldı. 1919’a kadar Yemen ve Medine’de kaldı; ancak Anadolu’da Millî Mücadele Hareketi’nin başladığını duyar duymaz adeta koşarak İstanbul’a geldi.
Lâkin ne bir kuruş parası ne de kalacak bir yeri vardı. Bir ikindi vakti Bâyazîd Camii’nde, namaz çıkışı Aden’den tanıdığı, oradaki birliklerimizin komutanlığını yapan Ali Said Paşa ile karşılaştı. Paşa, “Musa, bu vatana çok hizmet ettin. Tekaütlüğün/emekliliğin için hemen bir istida yaz (dilekçe ver); tasdik edeyim, seni tekaüdiye/emekli maaşına bağlatalım.” teklifine Zenci Musa, acı içerisinde şu ibretlik muhteşem cevabı verdi: “Paşam, ben bu fakir milletten tekaüdiye alamam. Zaten vatan elden gitti, bu fakir hazinesinden bir de bana mı bakacak? Elim ayağım tutuyor şükür!”
Aradan birkaç gün geçtikten sonra Ali Said Paşa, Hamallar Kâhyası Ferit Bey ile anlaştı ve Zenci Musa’ya Galata Gümrüğü’nde kâhyalık teklif etmesini söyledi. Kâhyalık teklifi iletildiğinde de, bembeyaz bir vicdan, yufka bir yürek taşıyan Musa’nın cevabı aynıyla şöyle oldu: “Beyim, benim gücüm kuvvetim yerinde hamdolsun. Kâhyalığı siz yaşlı bir Müslümana verin, eğer hamallık lazımsa yapayım.” Böylelikle Galata Gümrüğü’nde hamal olarak alnını terletmeye ve günlük nafakasını kazanmaya koyulur.
Bu süreçte, İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harrington’ın işbirliği teklifini de hâliyle şiddetle reddetmiştir. Harrington, Galata Gümrüğü’nü teftiş ettiği sırada, kendisine “İşte 300 bin altını Yemen’e kaçıran Zenci Musa bu!” denildiği vakit, hemen yanına gidip şunu demiştir: “Eğer bizimle çalışırsan seni altına boğarım!”
Zenci Musa’nın verdiği cevap, sadece bir kişinin değil; haysiyetin, asliyetin, şahsiyetin ve bin yıldır İslâm’a bayraktarlık etmiş asil bir milletin toplu cevabıdır: “Her teklif herkese yapılmaz. Bu sözleriniz beni ancak rencide eder. Benim bir devletim var; Devlet-i Osmanî. Bir bayrağım var; ay-yıldızlı bayrak. Bir kumandanım var; Eşref Bey. Bu iş daha bitmedi, sizinle mücâdelemiz devam edecek.”
Öyle ki, Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarındaki hizmetlerine karşılık Osmanlı Devleti’nin kendisine bağlamak istediği emekli maaşını bile kabul etmemiştir. Bu denli fedakâr, hasbî ve diğerkâm ruha sahip, âbide gibi bir şahsiyettir.
İstanbul’da kendisine Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi kapılarını açtı ve Şeyh Mehmet Ata Efendi tarafından misafir edildi. İki metre on santim boyu ve her daim yerinde olan kuvveti ile gümrükte kimselerin kaldıramadığı yükleri kaldırmayı (seksener kiloluk iki çuvalı, iki koltuğunda aynı anda taşıyabiliyordu) bıkmadan yorulmadan sürdürdü. Ancak Osmanlı’nın ve Hilafet’in payitahtı İstanbul’da işgal kuvvetlerini görmek, ona kaldırdığı en ağır yükten dâhi daha ağır geliyordu.
Uzunca bir müddet gündüz gümrükte hamallık, gece ise Millî Mücadele için Anadolu’ya silah kaçırma operasyonlarına iştirak etti. Afrika’nın mahzun ve mazlum çocuğu, o koca yüreğini son olarak Anadolu’nun istiklâl davası için ateşledi. Ne var ki Zenci Musa’nın Afrika sıcağına alışan ve onca savaş gören bedenini hasta etmeye, vereme yakalatmaya da fazlasıyla yetti. Kendisini tanıyanlar ve Ali Said Paşa, hastalığı sebebiyle bir sanatoryuma yatmasını ve tedavi olmasını defaatle teklif etseler de hep şu karşılığı aldılar: “Oraya gücü olmayan fakirler yatırılsın, ben inşallah iyileşirim.”
Sudanlı Zenci Musa, 1919 yılında İstanbul’da vereme yenik düştü. Din, vatan ve devlet için hayatını ortaya koyan Zenci Musa, nihayetinde vatan ve devletin bağımsızlığını yeniden kazanması uğrunda seve seve canını feda etti. Yorgun ve mübarek bedeni, Özbekler Tekkesi içerisindeki mezarlığa defnedilerek ebedî yolculuğuna uğurlandı.
Vefat ettiğinde Zenci Musa’dan geride, yalnızca tahta bir valiz kaldı. İçinden Kur’ânı Kerim, ay yıldızlı bayrak, Osmanlı haritası, Kuşçubaşı Eşref’in fotoğrafı ve kefen bezi çıktı.
Komutanı Kuşçubaşı Eşref o vakitler, esir tutulduğu Malta zindanlarından kurtulup İstanbul’a yeni avdet etmişti. Millî Mücadele için hizmet etmeye başlayacağı bir sırada, emir eri Zenci Musa’yı da yanına istemiş, fakat vefat ettiği bilgisi kendisine bildirilince de çok üzülmüştü. Sadık ve vefakâr emir erini, hatıratına şu notu düşerek yâd etmişti: “Ben Malta’dan kurtulup Millî Mücadele’nin bayrağını açma şerefine mazhar olduğum sıra, o benim kahraman Arap’ım veremden ölmüş.”
1916’da Arabistan’da Necid Çöllerinde Teşkilatı Mahsusa adına vazifeliyken Zenci Musa ile tanışan istiklâl şairimiz Mehmet Akif, zatında bıraktığı güzel intibaı; “Ona bakıp da hayran kalmamak imkânsız. Hem boyu posu hem de kalbi ve sadakatiyle tam bir insan.” sözleriyle kelimelere dökmüştü. Ardından da onun için şu mısraları kaleme almıştı:
Eşref Bey’in emir eri, Zenci Musa,
İsa Peygamber’e omuzlarını ödünç verir,
Ve Peygamber bu sayede göğe tırmanabilir!
Bugün Zenci Musa’nın mezar yeri tam olarak bilinmemektedir. 2012 yılında Üsküdar Belediyesi ve bazı vakıfların girişimiyle, temsili bir mezar yeri belirlenmiş ve oraya hayatını konu alan bir kitâbe dikilmiştir.
Zenci Musa’yı yıllar sonra Türk kamuoyuna tanıtan, yapıp ettiği kahramanlıkları okura aktarmayı mukaddes bir görev addeden kişi, hassaten Tarihçi-Yazar Mehmed Niyazi’dir. 2004 yılında yazdığı “Yemen! Ah Yemen!” isimli romanla, Zenci Musa karakterini ölümsüzleştirmiş ve ait olduğu yere tekrar Fâtihalarla yükseltmiştir.
Fedakârlık ve yiğitlik dolu hayatı ve feragat timsali kişiliğiyle, toplumumuzun vicdanında ve tarihimizin belleğinde iftiharla ağırlanmaya lâyık bir kahraman, Osmanlı’nın ve İslâm’ın son vefakâr evlatlarından biri olarak “Sudanlı Zenci Musa” adının, ilelebet yaşamaya devam edeceğine zerrece şüphemiz yoktur.
Kaynaklar: Cemal Kutay, I. Dünya Harbi’nde Teşkilat-ı Mahsusa ve Hayber’de Türk Cengi, İstanbul, 1962; Mehmet Niyazi, Yemen! Ah Yemen!, İstanbul, 2004; Yazılamamış Destanlar, 10. Baskı, İstanbul, 2018; İsmail Bilgin, Zenci Musa, İstanbul, 2018; Can Alpgüvenç, Osmanlı’da Abidevî Şahsiyetler, İstanbul, 2008; Cem Sökmen, “Zenci Musa: Mazlum Milletlerin Vicdanı”, Biyografi Analiz, Şubat 2005, Sayı: 13.
İsmail ÇOLAK
YazarHayat birçok yönüyle akıp giden bir macera… Bir sürü olaylar silsilesi ile yoğrulan ve yine yaşam dediğimiz kavram içinde karşımıza nelerin çıkacağını bilmediğimiz bir denklem. Acısı ve tatlısıyla bir...
Yazar: Erol AFŞİN
Köyde, erkeklerin bile kalmadığı zor ve kara günler yaşanıyordu.Bir gün Balıkesir’in İvrindi Köyü’ne bir grup subay ve asker, cepheye yine asker toplamaya gelmişti.Köylüleri, muhtar kanalıyla meydana ...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Afrika coğrafyası geçmişten günümüze pek çok tarîkatın etkinliğine sahne olmaktadır. Afrika’da tarîkatlar hayatın bir gerçeğidir. İslâm’ın yayılması ve yaşaması tarîkatların bizzat öncülük etmesiyle g...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
23 Nisan 1857’de Sibirya’nın Tobolsk iline bağlı Tara kasabasında dünyaya geldi. Aslen Buharalı bir Özbek ailenin evladı olup, babası Ömer Efendi, annesi Başkurt Türklerinden Afîfe Hanım’dır. Tahsil h...
Yazar: İsmail ÇOLAK