İstişâre Ortak Akla Mürâcaat Etmektir
Yüce Allah, Âl-i İmrân Sûresi 159. âyette şöyle buyurmaktadır:
"…iş hususunda onlarla istişâre et!..."
İnsanoğlunun bilgisi sınırlıdır. Dolayısıyla insan, herhangi bir konuda doğru ve isâbetli karar verebilmek için konuyla ilgili bilgi ve tecrübeli insanlara danışıp onlarla istişâre etme ihtiyacı duyar. Nitekim Yüce Allah, “…eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun.”[1] buyurmak sûretiyle bilgi sahibi olunmayan hususlarda bilenlere mürâcaat edilmesini emretmektedir.
İstişâre önemli bir prensiptir. Herhangi bir konuda o konuyla ilgili bilgi, tecrübe ve ihtisas sahibi insanlarla istişâre etmek, onların fikirlerini almak daha isâbetli karar vermede önemlidir.
İstişâre, Arapça sözlükte; “danışma, görüş alışverişinde bulunma, danışan kimseye fikrini söyleyip onu yönlendirme” anlamına gelen “şvr” kökünden türetilmiş bir masdardır.[2] Terim olarak istişâre ise, “herhangi bir iş hakkında konunun uzmanlarının veya o konuda görüş bildirebilecek kimselerin görüşlerine başvurmak, onlarla görüş alışverişinde bulunmak demektir.”[3] İstişâre; şûra, müşâvere ve meşveret kelimeleri ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.
Kur'ân-ı Kerîm’de geçen şu olaylar istişâre tarihinin çok eskilere dayandığını göstermektedir: Belkıs, Hz. Süleyman’ın göndermiş olduğu mektup üzerine nasıl bir siyâset takip edilmesi gerektiğini belirlemek için devlet adamlarını toplayıp onlarla konuyu istişâre etmişti.[4]
Hz. Yûsuf kıssasında geçtiği üzere kral gördüğü rüya konusunda toplumun ileri gelenlerine “…Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumlamasını biliyorsanız, bu rüyamı bana yorumlayınız.”[5] diyerek onlardan bilgi talep etmesi, toplumda ileri gelenlerle istişâre ettiğini göstermektedir.
Fir’avun da Hz. Mûsâ’nın İsrâiloğullarını Mısır’dan çıkarmasına engel olmak için yakın adamlarıyla konuyu istişâre etmiştir.[6] Kur'ân-ı Kerîm’deki peygamber kıssalarında daha birçok istişâre örneklerini görmek mümkündür.[7]
Âl-i İmrân Sûresi 159. âyette Yüce Allah, Peygamber’i Hz. Muhammed (s.a.v.)’e, bir konuda karar vermeden önce, onu ashâbına danışmasını, onlarla istişâre etmesini ve istişâre sonunda Allah’a güvenerek varılan kararı uygulamasını emretmektedir. Aslında Allah Rasûlü’nün danışmaya ihtiyacı yoktur.
Ancak mü’minlere güzel örnek olması için işlerinde istişâre etmesi, Allah tarafından kendisine emredilmiştir.[8] Nitekim Allah Rasûlü de Allah’ın bu emrine uymuş, hayatında istişâreye çok önem vermiştir. Hayatı boyunca siyâsî, ticârî, cezâî, âilevî ve ferdî birçok konuda işin uzmanlarıyla istişâre etmiştir.[9]
Allah Rasulü, “İstihâre eden aldanmaz, istişâre eden pişman olmaz, iktisat eden (tutumlu harcayan) yoksul olmaz.”[10] buyurmak suretiyle istişâre yapmayı teşvik etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.), istişâre edilecek konu hakkında kimin bilgi ve tecrübesi varsa erkek-kadın, genç-yaşlı ayırımı yapmadan herkesin fikrine başvurmuştur.
Buradan anlıyoruz ki istişârede esas ölçü liyâkattir. Konuyla ilgili liyâkatli kişilerle istişâre edilmelidir. İstişârede maksat sadece doğru bilgiye ulaşmak değil, isâbetli görüş ve kararların ortaya çıkmasıdır. Doğru bilgiye ulaştıktan sonra da onu uygulamak gerekir.
Nitekim bir sahâbî, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ “Bir şeye azmettiğin zaman, Allah’a tevekkül et.” âyetindeki “azm”in ne anlama geldiğini sormuştu. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Uzman kişilerle istişâre etmen ve sonra da ona uymandır.” diyerek cevap vermiştir.[11]
İstişâre edilecek kişi, hem liyâkatli hem de güvenilir bir kişi olmalıdır. İstişâre edilecek kişilerde şu şartların bulunması gerekir:
Hz. Peygamber (s.a.v.), gerek Bedir Savaşı’ndan önce gerekse Uhud ve Hendek Savaşlarından önce ashâbıyla istişâre etmiş ve onların tekliflerini kabul ederek ona göre hareket etmiştir.[16]
Hicretin altıncı yılında, mîlâdî 628’de Hz. Peygamber (s.a.v.), ashâbı ile birlikte umre yapmak için Mekke’ye doğru sefere çıkmıştı. Hudeybiye denilen yerde Mekke müşrikleri tarafından önleri kesilmiş ve Mekke’ye girmeleri engellenmiştir. Dolayısıyla orada Hudeybiye Barış Antlaşması yapılmıştır.
Umre yapılamadığı için kurban kesilmesi, başın tıraş edilmesi veya kısaltılması sonra da Medine’ye dönülmesi gerekiyordu. Hz. Peygamber (s.a.v.), ashâbına bunu üç defa tekrar ederek emretmesine rağmen hiç kimse emrin gereğini yerine getirmemişlerdi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) üzgün bir şekilde çadırına girdi. Ümmü Seleme (r.anhâ) annemiz Hz. Peygamber (s.a.v.)’i üzgün görünce sebebini sordu. Peygamber Efendimiz olayı kendisine anlatınca, Ümmü Seleme, Hz. Peygamber’e sahâbenin yanına çıkmasını onlara hiçbir şey söylemeden kendisinin kurbanını kesip tıraş olmasını tavsiye etti.
Allah Rasûlü de eşinin dediğini aynen uyguladı. Rasûlullah’ı gören sahâbîler de kurbanlarını kesip başlarını tıraş ettiler. Böylece Hz. Peygamber (s.a.v.), eşi Ümmi Seleme ile istişâresi sonucunda problemi hâlletmiş oldu.[17] Ebû Hureyre (r.a.), “Rasûlulah (s.a.v.)’den daha fazla adamları ile istişâre eden başka bir kimse görmedim.”[18] demek sûretiyle Hz. Peygamber (s.a.v.)’in istişâreye çok önem verdiğini ifade etmektedir.
İslâm kültürü ve yönetim anlayışı istişâre esası üzerine kurulmuştur. İslâmî yönetim Peygamberimiz (s.a.v.)’in bu özelliğiyle, bir şahsın diktatörlüğüne ve üstün azınlık sınıfının hâkimiyetine dayanan anlayışlarla, kendisinde ilâhî bir sıfat olduğu iddiasıyla ortaya çıkarak ve kendi duygu ve düşünceleriyle idare eden yönetimlerden kesin çizgilerle ayrılmıştır.
Allahu Teâlâ, Şûrâ Sûresi 38. âyette hakîkî mü’minlerin vasıflarını sayarken وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ “…Onların işleri aralarında istişâre iledir...” buyurmak sûretiyle istişâre yapmanın onların temel vasıflarından biri olduğuna vurgu yapmaktadır. Nitekim bu âyetin geçtiği sûrenin ismi de Şûrâ Sûresi olmuştur. Bu da İslâm dininde istişâre ve şûrâya ne kadar önem verildiğini göstermektedir.
Batı toplumlarında “danışmanlık” olarak ifade edilen ve kurumsallaştırılan istişâre kavramı, bir sektör ve iş alanı olarak kişisel, kurumsal ve toplumsal ölçekte büyük öneme sahiptir. Üstelik uluslararası, çok büyük kuruluşların istişâreye akıl almaz bütçeler ayırması ve bu denli önem vermesi özellikle dikkat çekicidir. Bu kuruluşlar istişâreyi “temelde bilgi alıp vermenin ve/ya karar almanın ötesine taşıyarak hep daha ileriye götüren ve öğrenmeyi sürekli ve kalıcı kılma” noktasına götürmeyi hedeflemektedir.
Tarih; siyâsî, sosyo ekonomik ve kültürel değişimlerde dinin etkisini ortaya koymuştur. Bir yanda engizisyon mahkemeleriyle bilimi ve özgür düşünceyi baskı altına almaya çalışan bir dinî dogma varken, Batı toplumlarının ilim ve istişâre kültürünü İslâmiyet’ten model aldığı çok açıktır.
İşlerde istişâre ile daha güzel sonuçlara ulaşmak, askerî, siyâsî, içtimâî vs. bütün alanlardaki problemleri çözüme kavuşturmak mümkündür. İnsan ne kadar akıllı, zeki ve tecrübeli olursa olsun mutlaka Allah ve Rasûlü’nün tavsiye ettiği müşâvere prensibine uymalıdır. Müşâvere esasına uyulmadığı müddetçe problemleri kolay bir şekilde çözmek mümkün olmayacaktır. Nitekim Allah Rasûlü üstün akıl ve zekâ sahibi olmasına rağmen Allahu Teâlâ ona işlerinde müşâvereyi emretmiştir.
Netice olarak diyebiliriz ki, günümüz insanı ferdî, ticârî, siyâsî ve ilmî bütün konularda istişâre mekanizmasını canlı tutmalıdır. İstişârede amaç, kolektif aklı önce çıkararak problemin çözümünde değişik fikirlerden istifade edip doğru sonuca ulaşmaktır.
İstişâre öyle önemli bir prensiptir ki, Yüce Allah, “Eğer ana-baba aralarında istişâre ederek ve anlaşarak (çocuklarını daha önce) sütten kesmek isterlerse kendilerine günah yoktur.”[19] buyurmak sûretiyle çocukların sütten kesilmesinde dahi ana babanın aralarında istişâre etmeleri gerektiğine işaret etmektedir.
Buradan aile hayatında gerek karı kocanın kendi aralarında gerekse ebeveynin çocuklarıyla âilevî konularda istişâre etmeleri gerektiğini anlamaktayız. Ailede gençler de alacakları kararlarda aile büyüklerine fikirlerini sormalı, onların tecrübelerinden istifade ederek onlarla istişâre etmelidir. Bu açıdan istişâre bireysel olmanın yanı sıra aileden başlayarak ticârî, siyâsî ve sosyal bütün ilişkilerde İslâmî yaşam kültürünün temel ve belirgin bir unsuru olarak yerini almalıdır.
[1] 16/Nahl, 43; 21/Enbiyâ, 7.
[2] Ebu’l-Fadl Cemâluddîn Muhammed b. Mükerrem İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, (Beyrut: ts.), “şvr” md.; Ebü'l-Feyz Murtazâ Muhammed b. Muhammed b. Muhammed ez-Zebîdî, Tâcü’l-ʿarûs min cevâhiril-kâmûs, Thk. Ali Hilâlî, Abdüsselâm Muhammed Harun vd., (Kuveyt: 2004), “şvr” md.
[3] Hayrettin Karaman vdğrl., Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, (İstanbul: D.İ.B. Yay., 2007), 1/700.
[4] 27/Neml, 29-33.
[5] 12/Yûsuf, 43.
[6] 7/A’râf, 109-112.
[7] Bu konuda başka örnekler için bk., 20/Tâhâ, 29-32; 12/Yûsuf, 4-5, 8-10, 80-81; 27/Neml, 29-35; 7/A’râf, 109-112; 26/Şuarâ, 34-37.
[8] Celâluddîn Suyûtî, ed-Dürru’l-mensûr fi’t-tefsîr bi’l-me’sûr, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî, (Kahire: 1424/2003), 4/87.
[9] Bu konulardaki Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayatından istişâre örnekleri için bk., Recep Aslan, “İstişârenin Önemi ve Hz. Peygamberin Uygulamalarından Örnekler”, Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt, 2, Sayı 1, Haziran 2014, 229-238.
[10] Taberânî, Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb, el-Mu’cemu’l-Evsat, Thk. Târık b. İvazullah, Abdulmuhsin b. İbrahim, (Kahire: Dâru’l-Haremeyn, 1995), 14/394, H. No: 6816.
[11] Suyutî, ed-Dürru’l-mensûr, 4/90.
[12] Maverdî, http://islamilimleri.com/AnaSayfa/34/02/16/310/topics/2.15.htm (Erişim T: 27.8.2024)
[13] Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 10/112; Muttakî, Alâüddîn el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl fî Süneni’l-Akvâl ve’l-Ef‘âl, I-XVIII, (Beyrut: 1979), 3/410.
[14] Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Evsat, 8/181; Beyhakî, el-Câmi‘ li Şuabi’l-Îmân, Thk. Muhtâr Ahmed en-Nerevî, (Riyâd, Mektebetü Rüşd, 2003), 10/39; Heysemî, Ali b. Ebî Bekr, Mecmeu’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevâid, Thk. Abdullah Muhammed ed-Dervîş, (Beyrut: Dâru’l-fikr, 1994), 8/181; Suyûtî, Abdurrahmân b. Ebî Bekr, Câmiu’s-Sağîr fî Ehâdîsi’l-Beşîri’n-Nezîr, (Beyrut, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2004), 2/511; Muttakî, Kenzü’l-Ummâl, 2/409.
[15] Tirmizî, “Edeb”, 57; Ebû Davûd, “Edeb”, 114; İbn Mâce, “Edeb”, 37; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/274.
[16] Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer b. Vâkıd el-Vâkıdî, Kitabu’l-megâzî, Thk. Marsdan Cons, (Beyrut: Âlemü’l-kütüp, ts.), 1/209-214; İbn Hişâm, Abdülmelik b. Hişâm, es-Siretü’n-nebeviyye, Thk. Taha Abdurrauf sa’d, (Beyrut: Dâru’l-ciyl, 1411), 3/67-68.
[17] İbn Cerîr et-Taberî, Târîhu’l-umem ve’l-mulûk, (Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1407), 2/124; Buhârî, “Şürût”, 15.
[18] Tirmizî, “Cihâd”, 34.
[19] 2/Bakara, 233.
Mehmet SOYSALDI
YazarDün olduğu gibi bugün de dünyanın en muhteşem şehirlerinden biri olan İstanbul deyince hepimizin aklına, bu şehri Bizans'tan kurtararak İslâm toprağı yapan II. Mehmed, nâm-ı diğer Fâtih gelir. Fakat h...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Allahu Teâlâ, Zümer Sûresi 53. âyette şöyle buyurmaktadır: “De ki; ‘Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüph...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
Asıl adı Şemseddin Muhammed b. Hamza olan Akşemseddîn kısaca Akşeyh adıyla şöhret bulmuştur. 792/1390 yılında Şam’da doğmuştur. Şeyh Şihâbüddin es-Sühreverdî’nin (ö.632/1234) torunlarından Şeyh Hamza’...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Allahu Teâlâ, Âl-i İmrân Sûresi 31. âyette şöyle buyurmaktadır:“(Rasûl’üm!) De ki: ‘Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışla...
Yazar: Mehmet SOYSALDI