İstiklal Madalyalı İlk Çocuk Savaşçı: Nezahat Onbaşı
1909 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Babası bir subaydı; hem Osmanlı Ordusu’nda hem de TBMM’nin kurduğu Düzenli Ordu’da önemli görevlerde bulundu, birçok savaşa katıldı.
Nezahat, çocukluk çağını hiç yaşayamadı. Zira çocukluğu, Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve İstiklâl Savaşı’na rastladı. Babası vasıtasıyla, daha çocuk yaşlarda büyük savaşlarla tanıştı. Asker olarak doğdu; çok erken yaşlarda askerlik ruhuna büründü. Büyük savaşların içinde büyüdü ve cephede babası ve onun yaşındaki askerlerle omuz omuza düşmanla boğuşa boğuşa olgunlaştı.
Babası Albay Hafız Halit Bey, Anadolu’da bağımsızlık hareketi başlayınca, komutasındaki 70. Alay’la birlikte Millî Mücâdele saflarına katıldı. Eşi Hadiye Hanım, daha 24 yaşındayken vereme kurban gittiğinden ve o yıllarda İstanbul işgal altında bulunduğundan dolayı, zevcesinin aziz hatırası olan küçük kızı Nezahat’i de yanında götürmek zorunda kaldı.
Böylece kader küçük Nezahat’i, daha 9 yaşına yeni adım atmışken cepheyle tanıştırdı. Küçük Nezahat, 12 yaşına kadar tam üç sene müddetle o körpe bedeniyle cephelerde bilfiil babasının yanında savaştı.
Kendisine “Onbaşı” rütbesi verilen 12 yaşındaki Nezahat, asker kıyafeti giyip elinde silahıyla İstiklâl Savaşı’nda çeşitli muhârebelere iştirak etti.
Ata binmesini ve silah kullanmasını çok iyi bilen bu cesur savaşçı kız, Millî Mücâdele boyunca 70. Piyade Alayı’nın bir mensubu olarak tam bir asker gibi cepheden cepheye koştu. Hatta alayın sembolü oldu ve onun varlığından ötürü bu alaya, o bölgede “Kızlı Alay” dendi.
Bağımsızlık mücadelemizde emsalsiz bir yere ve mazhariyete kavuşan Nezahat Onbaşı’nın kahramanlık öyküsünü tarihler şöyle kaleme almıştır:
Nezahat, ateş hattında kurşunların adeta yağmur gibi yağdığı, cephenin cehenneme döndüğü anlarda bile yaşından beklenmedik korkusuzca hareketleri ve sözleriyle göz dolduruyordu.
Çatışmaların en heyecanlı ve kritik dönemlerinde büyük bir yüreklilikle askerlerin yardımına koşuyordu. Kimine cephane taşıyor, kiminin silahını dolduruyor, kiminin yarasını sarıp tedavisine yardımcı oluyordu. Çok defa da moral, cesaret ve azimlerini kamçılıyordu. Bazen o da, düşmana ateş ediyor, sıcak çarpışmalara katılıyordu.
Küçük Nezahat iyi bir nişancı sayılırdı. Kolu kısa geldiğinden tüfeğin dipçiğini ya sağlam bir yere dayıyor ya da tetiğine bir ip bağlayarak ateş ediyordu. Savaş olmadığı zamanlarda da alayın neşe ve eğlence kaynağı hâline geliyordu. Kahramanlıkları, söz ve davranışları dilden dile dolaşıyor, herkes ondan söz ediyordu.
Nezahat Onbaşı, babasıyla birlikte Geyve Savaşı, Konya İsyanı, Birinci ve İkinci İnönü Savaşları ile Sakarya ve Gediz Muharebelerinde yer aldı. Gösterdiği kahramanlıklarla, 70. Alay’ın simgesi oldu. Hatta Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa’nın dahi dikkatini çekti.
Türk Ordusu’nun, Yunan saldırısı karşısında zor duruma düştüğü Gediz Muharebesi, yaklaşık 600 kişilik alayı ile Albay Halit’e sıkıntılı anlar yaşattığı ve umudunu tükettiği bir esnada küçük kızı Nezahat, atıyla paniğe kapılan askerlerin önünü keserek babasının imdadına koştu.
Küçük Nezahat, artan düşman hücumu üzerine cesaret ve maneviyatı kırılıp, cephe gerisine kaçmaya çalışan askerlerin karşısına, vatan sevgisiyle dolu büyük yüreğiyle adeta duvar gibi dikildi ve bir çocuktan beklenmeyecek muhteşemlikteki şu müthiş sözü haykırdı: “Ben babamın yanına ölmeye gidiyorum, siz nereye gidiyorsunuz?”
Atın üstündeki küçük kız, askerlerin yüzüne vatan sevgisini ve şahâdeti tokat gibi indirince, beyninden vurulmuşa dönen Mehmetçiğin hepsi geri dönmüş; yeniden şahlanan askerlerin çoğu o muharebede şehit düşse de büyük bir bozgunun önüne geçilmişti.
Ama küçük Nezahat, bu büyük imtihanı kazanmış; o artık elinde oyuncakla askerlerin arasında gezinen bir kız çocuğu değil, 70. Alay’ın yıldızı “Nezahat Onbaşı” payesine erişmişti.
Nezahat Onbaşı’nın kahramanlık hikâyesi, Cumhuriyetin ilânından hemen sonra 30 Ocak 1921’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin en hararetli görüşmelerinden birine konu oldu. Bir milletvekili, Meclis Başkanlığı’na, Nezahat Onbaşı’ya İstiklâl Madalyası verilmesini teklif etti.
Meclisteki görüşmeler sırasında Küçük Nezahat, Fransız İhtilâli’nin simge ismi, 16 yaşındaki Jan Dark (Jeanna D’Arc) ile özdeşleştirildi. Daha sonraları ona, bağımsızlık savaşımızın kahraman çocuk askeri anlamında, “Kurtuluş Savaşı’nın Jan Dark’ı” dendi.
Bolu Mebusu Tunalı Hilmi Bey, İstiklâl Madalyası’nın da ötesinde Nezahat Onbaşı’nın asker yapılmasını, tuğgeneral rütbesiyle ödüllendirilip, “Paşa Hanım” olmasını önerdi.
Sonunda, Bursa Mebusu Emin Bey’in teklifi gereği minik kızın, İstiklâl Madalyası ile onurlandırılmasına karar verildi. Böylece Nezahat Onbaşı, TBMM’nin İstiklâl Madalyası ile ödüllendirdiği “ilk çocuk” olma unvanını elde etti.
Nezahat, savaştan sonra babası Halit (Uzel) Bey ile birlikte İstanbul’a yerleşti. Önce Bursa Amerikan Kız Koleji’nde, ardından Kumkapı’da açılan Jan Dark Enstitüsü’nde öğrenim gördü.
Babasının ikinci evliliği üzerine aile kararıyla okuldan alındı. Dolayısıyla ortaokulu tamamladıktan sonra eğitimini yarıda bırakmak zorunda kaldı. Yarım kalan eğitimini, ancak 1936’da Ankara’da, İsmet İnönü Kız Enstitüsü’nü bitirerek tamamlayabildi.
1931 yılında, İstiklâl Madalyası sahibi genç bir subay olan Yüzbaşı Mehmet Rıfat Bey ile evlendi. Çift, soyadı kanunu ile “Baysel” soyadını aldı. İki kız çocuğuna sahip olan Nezahat Hanım, eşinin görevi vesilesiyle Tokat, Amasya, Bursa, Ankara ve İstanbul’da yaşadı. Eşini, 1974 yılında kaybetti ve bir daha da evlenmedi.
Kamuoyu, 1944 yılında Samet Ağaoğlu’nun “Kuvayı Milliye Ruhu” adlı kitabıyla, Nezahat Onbaşı’nın hikâyesinden yeniden haberdâr oldu. Kendisi ile görüşen gazeteci Kadri Kayabal, ondan İstiklâl Savaşı günleri ile ilgili belgeleri ödünç aldı; fakat daha sonra kaybetti.
Böylece onbaşılık belgesi kaybolduğu için maalesef, kendisine İstiklâl Madalyası verilmesi gecikti. Ancak 2013’te Meclis Başkanı Cemil Çiçek eliyle, gecikme için özür dilenerek torunu Şebnem Üçok’un kızı Gizem Ünaldı’ya, 95262. İstiklâl Madalyası olarak takdim edildi.
6 Temmuz 1986’da Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenen bir törenle, TBMM başkanı Necmettin Karaduman tarafından Nezahat Onbaşı’ya, Takdir Beratı/Şükran Belgesi verildi.
Nezahat Baysel, 24 Eylül 1994 tarihinde tedavi gördüğü Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde hayatını kaybetti. Cenazesi, İstanbul’daki Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi.
Nezahet Onbaşı’nın son günlerinde yeniden Millî Mücâdele günlerini yaşamaya başladığını söyleyen büyük kızı İnci Üçok (Baysel), annesinin ölüm anını şöyle anlatmıştır: “Çok rahatsızlanmıştı. Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne kaldırdık. Hastanede, ‘Bak gördün mü alay geldi. Karşıda askerler. Bak kızım babam beni almaya geldi. Alayın hepsi burada.’ diyordu. Onlar son sözleri oldu.”
İnci Üçok (Baysel) bir röportajında, annesi hakkında şu anlamlı sözleri de beyan etmiştir: “Askerler onun her şeyiydi. Ay yıldızlı bayrağı ve askerleri gördüğünde gözleri dolardı.”
İstanbul Özel Saint-Joseph Fransız Lisesi’nde Felsefe öğretmenliği yapan küçük kızı Oya Baysel ise, tek bir isteğini yerine getiremediklerini dile getirmiştir: “Onun son dakikasına kadar hep yanında olduk. Tek isteği var yapamadığımız. ‘Öldüğümde, Türk bayrağına sarın!’ demişti. Bir takım asker geldi, cenaze törenine... Ama tabutuna al bayrağı koyamadık. O günün telâşıyla birileri, ‘Bayrak Kanunu var...’ deyip engellemişti. Biz de unuttuk.”
Kaynaklar: Hayat Tarih Mecmuası, Ekim 1967, Sayı: 9; Gazeteci Kadri Kayabal’ın 1945 yılında Nezahat Bayel ile yaptığı röportaj; Çibir, Şaban, Onlar da Çocuktu, İstanbul, 1990; TBMM Zabıtları, C.7, Ankara, 1924; İnci Enginün, M. Cumbur, C. Özdemir, Millî Mücadelede Türk Kadını, Ankara, 1983; Aynur Mısıroğlu, Kuvayi Milliyenin Kadın Kahramanları, İstanbul, 1976; Cemile Şahin, Mustafa Şahin, “Osmanlı Son Dönemi ile Millî Mücâdele Yıllarında Türk Kadınının Sosyal, Siyasi ve Asker Faaliyetleri”, Nevşehir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 2/2013; “Türk Jan Dark’ı Onbaşı Nezahat: İstiklâl Madalyası’nı Bana Çok Gördüler”, Hürriyet gazetesi, 31.03.2013.
İsmail ÇOLAK
YazarSiyonistlerin, Osmanlı’yı inkıraza uğratma ve Filistin’de Siyon devletini inşâ etme projesinin hayata geçmesi açısından patlak veren Birinci Dünya Harbi, en elverişli ortam ve altın bir fırsat mesabes...
Yazar: İsmail ÇOLAK
1.BeyitEy gönül hâk idi aslın sen yine hâk olagörDerd-i Hakk ile yanuban cümleden pâk olagör(Ey gönül! Senin aslın toprak idi, sen yine (aslına dönerek) toprak ol, Hak (Allah’a kavuşma) derdiyle yanar...
Yazar: Resul KESENCELİ
Tıp tarihine dâir kaynaklarda X Işınlarını, ilk defa 8 Kasım 1895’de Alman fizikçi Wilhelm Conrad Röntgen’in (1845-1923) keşfettiği kaydedilmektedir. Daha sonraları bu ışınlar, “Röntgen Işınları” olar...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Tevbe, en güzel bir biçimde günahları terk etmektir. Tevbe, bir çeşit, itirafta bulunarak, yapılanlardan özür dileme şeklidir. Aynı kökten gelen ‘tevvâb” ise, pişmanlık işini çok yapan kimse dem...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ