İstanbul Dedeağaç İskeçe
Geçtiğimiz günlerde bir hafta sonu ablam ve iki kızıyla Yunanistan’a gittik. Yeni yerler görüp farklı kültürlerden insanları tanımak hep ilgimi çekmiştir. Arabayla ilk kez yurt dışına çıkmanın biraz heyecanı vardı üzerimizde. İpsala sınır kapısından geçerek ilk durağımız Dedeağaç’a ulaştık.
Dedeağaç, görüntü itibarıyla Ege’de bir sahil kasabasına benziyor. Bir geceliğine kiraladığımız ev 2+1’di ve oldukça sevimliydi. Türk lirası olarak gecelik kirası 3000 TL’ye denk geldi. Para birimi olarak Euro kullanıldığından gerek çarşısında gerek restoranlarda her şeyi 32 ile çarpmak haliyle biraz pahalı geldi. Sahilde çok sayıda restoran var ve bunların çoğunluğu balık restoranı. Sahilde bir de Sultan II. Abdülhamid Han’ın 1880 yılında yaptırdığı bir deniz feneri var ve halen aktif olarak kullanılıyor.
Dedeağaç’tan sonra ikinci durağımız İskeçe oldu. İskeçe Dedeağaç’a arabayla bir saat mesafede. Yol boyunca belirli aralıklarla bir cami ve etrafında evlerden oluşan Türk köylerini görmek çok güzeldi. Tarihî kaynaklarda kuruluşu MÖ 879’a kadar uzanan İskeçe, 26 Eylül 1371 tarihinde Çirmen Zaferi’yle Osmanlı hâkimiyetine geçmiş ve oraları Türkleştirmek adına Anadolu ve Konya’dan birçok Türk aile getirilerek buralara yerleştirilmiştir. İskeçe’de Türk nüfusu yoğunluktadır fakat kaynaklar, 1920 yılında halk oylamasıyla Yunanistan’a bağlandığını yazar.
İskeçe’de meydanda büyük bir saat kulesi vardı. Gelen turistlerin önünde mutlaka fotoğraf çektirdiği bu kuleyi 1870 yılında, şehrin köklü ailelerinden birine mensup Hacı Emin Ağa yaptırmış ve kitabesinde de bu bilgi belirtilmiş. Ancak Balkanlarda yıkılan, tahrif edilen ya da dönüştürülen (camilerin kiliselere dönüştürülmesi) birçok Osmanlı eseri gibi bunu da Yunanistan Hükûmeti yıkmaya çalışmış ama halkın mücadelesi sonucu başarılı olamamış. Ancak kitabesi parçalanarak sökülmüştür.
İskeçe sokaklarında gezerken ve alışveriş yerlerinde Türkçe konuşan insanlarla karşılaşmak çok güzeldi. Zaten öteden beri Balkanlardaki Türkler, ecdadın oraları yönetirken gösterdiği incelik ve adaleti hatırlatır bize ve onlara ayrı bir sevgi duyarız.
İki günlük gibi görünse de aslında 24 saatlik bir Yunanistan gezisinden sonra, üçüncü durağımız olarak Edirne’ye geçtik. Edirne izlenimlerimi bir dahaki yazımda paylaşacağımı belirterek şunu söylemek isterim ki bu yazıyı kaleme alırken İsrail’in Gazze’yi işgal ve eşi görülmez soykırımının 88. günündeydik. Bir söz vardır: “Gülüyorum, oynuyorum; eski yâr aklımdan çıkmıyor.” Sevdiklerimizle birlikte gezip yeni yerler görmek şahaneydi ama gönlümüzün bir tarafı hep kırık ve acıyla dolu olarak dualarımızda yine hep Filistin vardı. Allah onların ve tüm mazlumların yardımcısı olsun.
Raziye SAĞLAM
Yazar
Sevgili çocuk dostlarım;Çok hareketli günler içindeyiz. Öğleden sonra, yakınımızdaki ormandan birden alevler yükselmeye başladı. Alevleri görünce Uzun Kulak’la birbirimize baktık ve aynı anda;“Ormanda...
Yazar: Raziye SAĞLAM
Sevgili çocuk dostlarım;Orman yangınından kurtulan dostlarımız Kadife Kuyruk, üç geyik kardeş, kaplumbağa ve sincaplar için çiftlikte yer yapıldı. Yangından kaçarken yaralanan geyik tedavi edildi. Öme...
Yazar: Raziye SAĞLAM
Sosyal medyada, genç bir Amerikalı kadın doktor ağır yaralı bir Gazzeli çocuğa gözyaşları içinde “Nefes aldığım sürece sizin için, Gazze için savaşacağım. Çünkü bu adil değil.” diyordu. Çocuğun vücudu...
Yazar: Raziye SAĞLAM
Ben sekiz yaşındayken, Vefa’dan Fatih’e, otuz altı dairelik büyük bir apartmana taşınmıştık. Komşularımızın çoğu Karadenizli olduğu için, bizim adımız Malatyalılardı. İlk tanışırken, komşumuz Hafız Ha...
Yazar: Raziye SAĞLAM