İlk Osmanlı Şeyhülislamı Müfessir Molla Fenârî
Şemsüddin Muhammed b. Hamza el-Fenârî 751/1350-834/1431 yılları arasında yaşamış bir Osmanlı âlimidir. Orhan Gazi (1281-1360), I. Murad (1360-1389), Yıldırım Bâyezîd, (1389-1402), Çelebi Mehmed (1413-1421) ve II. Murad (1421-1451) dönemlerini yaşamıştır. Tefsîr, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf, felsefe, mantık, Arapça ilimlerinde mâhir çok yönlü bir âlimdir.
Bursa/Yenişehir/İnegöl-Fenar kasabasında dünyaya geldiği için yahut babası fenercilikle meşgul olduğu için yahut da dedesi Maverâünnehir bölgesinde Fener adlı bir köyde doğduğu için Fenârî nisbesini almıştır.
Babası ve aynı zamanda hocası olan Hamza Bey, Sadrüddin Konevî’nin halîfelerindendir.
Bursa’da dünyaya gelen Fenârî, tahsil için Mısır’a gitmiş, Mısır dönüşü Bursa Kadısı, Mânâstır Medresesi Müderrisi olmuş (1415-1416), müftülük, kadılık ve müderrislik görevlerini birlikte yürütmüştür. II. Murad döneminde ilk Osmanlı şeyhülislamı olmuş ve bu görevi altı yıl sürmüştür. İki kez hac görevini îfâ etmiştir.
Yıldırım Bâyezîd’in Niğbolu Zaferi’nden sonra yaptırdığı Bursa Ulu Camii’nin açılışında cuma hutbesini okuyan hocası Somuncu Baba’nın Fâtiha Sûresi tefsîrine dair hutbesinden etkilenip Fâtiha Sûresi tefsîri ile ilgili meşhûr eserini tamamlamıştır.
Fenârî, seksen üç yıllık bereketli bir ömür sürdükten sonra h. 834 senesi Recep ayının ilk günü Bursa’da vefât etmiş, kendi yaptırdığı medrese ve camiinin ön tarafına defnedilmiştir. Vefâtına ‘Cennetü’l-Firdevs’ (جنة الفردوس) terkibi ile tarih düşülmüştür. Geride, içerisinde on bin ciltten fazla kitap bulunan zengin bir kütüphane ve yüzü aşkın eser bırakmıştır.
Gözde/Seçkinlerin Gözüyle Fâtiha Sûresi Tefsîri
Aynü’l-A’yân adlı Fâtiha Sûresi Tefsîri en meşhûr eserlerindendir. Gerçekten bu eser, ismiyle müsemmâ, gözde seçkin insanların mahâretli ve basîretli gözleriyle Fâtiha Sûresi’nin tefsîrini yapmaktadır. Eser, bir işårı tefsîrdir.
İşârî tefsîr, yalnız sülûk erbâbına açılan ve zâhir mânâ ile bağdaştırılması mümkün olan bir takım gizli anlam ve işaretlere göre Kur'ân'ın tefsîridir. İlk anda akla gelmeyen, fakat âyetin işaretinden kalbe doğan mânâlar söz konusudur, bu çeşit tefsîrde. Daha açık ifadeyle; Allahu Teâlâ’nın görüş ufuklarını aydınlatması ile Kur'ân'ın sırlarına vâkıf olan yahut Cenab-ı Hakk'ın ilham ve fetih yolu ile zihinlerine ince/dakîk mânâlar ilkâ ettiği sülûk ve mücâhede erbâbı ilim ehli kişilerin, zâhirine ters düşmeyecek şekilde, ama zâhiri mânâsının dışında Kur’ân’ı tefsîr etmesidir.[1]
İşârî tefsîr Kur'ân âyetlerinde zâhirî mânânın ötesinde bâtınî mânâlar arama teşebbüsünden ortaya çıkmıştır. Yani o, Kur’ân’ın bâtınî mânâlar yönü ile tefsîridir.
İşârî tefsîr, Kur’ân’ın kendi özünde mevcut olan zühd, takvâ, ihlâs ve ihsan gibi kavramlar üzerine binâ edilmiş; çeşitli mizaç, meşrep ve seviyelerdeki ilim erbâbının Kur’ân lafız ve mânâlarında yoğunlaşmaları sonucu gelişmiş bir tefsîr ekolüdür.
Bir defasında Hz. Ali (r.a.), “yalnız Fâtiha Sûresi hakkında yetmiş deve yükü kitab yazabileceğini” söyleyince, yanında bulunan Ebu Cuhayfe, “Yanınızda Kur'ân’dan başka bir vahiy mi var?” diye sormuş, o da şöyle cevap vermiştir: “Hayır, ancak Allah bir kula, kitabı hakkında üstün bir anlayış verirse o başka.”[2] Hz. Ali'nin bu sözü, biraz mubâlâğalı bir ifade olsa bile, onun Kur'ân âyetlerini son derece veciz ve anlamlı bularak, Kur’ân’ın kısa bir sûresinden bile pek çok şeyi anlayabildiğini söyleyebiliriz.
Büyük müfessir Fahrüddin er-Razî de tefsîrinin başında şunları söyler: “Bir zamanlar ben, şu Fâtiha Sûresi’nden on bin faydalı husus ve önemli mesele çıkartılabilir, demişim. Bazı hasetçi, câhil, geri zekâlılar bunu imkânsız görmüşler. Ben bu kitabı yazmaya başladığımda, yukarda bahsettiğimiz işin mümkün ve kolay olduğuna dikkat çeksin diye bu mukaddimeyi yaptım.”[3] Bu sözleri söyleyen büyük imam 32 ciltlik tefsîrinde bu sûreye tam bir cilt ayırmıştır.
1325’te Dersâadet Rifat Bey Matbaası’nda ilk baskısı yapılan Fenârî’nin Aynü’l-A’yân adlı bu eseri 376 sayfadır. İki bölümden oluşan eserin Birinci bölümünde, tefsîr ilmi, tanımı, tefsîre duyulan ihtiyaç, tefsîrin konusu, Kur’ân’ın tanımı, hükümleri, tesbiti, isimleri, sûreleri, âyetleri ve harfleri gibi konulardan oluşmuştur. İkinci bölüm ise Fâtiha Sûresi tefsîrine ayrılmıştır. Eser, Ali Akpınar tarafından özetlenerek tercüme edilmiş ve vakfımız yayınevi olan Nasihat yayınlarınca 2012 ve 2014’de iki defa basılmıştır.
Müellif eserinde ele aldığı âyetleri de çok yönlü bir şekilde incelemiş ve âyetlerin zâhirî yorumları yanında işârî yorumlarına da yer vermiştir. Tefsîrinde fıkhî konulara ve tartışmalara da yer verdiği görülür. Bu yorumlarında Kur’ân âyetleri ve hadislerden çokça istifade eder. Kendisi Hanefî mezhebine mensup olduğundan daha çok bu mezhebin görüşlerine öncelik verir. Ancak Şafiî mezhebi başta olmak üzere diğer mezheplerin görüşlerine ve delillerine de yer verdiği olur.
Onun Fatiha Sûresi tefsîrini yazmayı düşündüğü sıralarda Bursa’da yaşadığı şu olay, tefsîrin özellik ve güzellikleri hakkında bilgi vermektedir:
Molla Fenarî, Bursa kadısıdır. Dönem Yıldırım Bâyazîd’ın sultan olduğu devirdir. Sultan Niğbolu Zaferi’nden (799/1396) sonra Bursa Ulu Camii’ni inşâ ettirmiş ve açılışında Cuma hutbesini Somuncu Baba nâmıyla meşhur Şeyh Hâmid-i Velî okumuştur. Fenârî’nin de hocası olan Somuncu Baba, hutbede Fâtiha Sûresi’ni tefsîr etmiştir. Onu dinleyen cemâatin arasında Fenârî de vardır. Fenârî izlenimlerini şöyle anlatır: “Somuncu Baba, öyle bir hutbe îrâd etti ki, herkes hayran kaldı. Fatiha Sûresi ile ilgili bizim de bir kısım müşküllerimizi hâlletti. Sûrenin yedi türlü tefsîrini yaptı. Birinci tefsîrini bütün cemâat anladı, ikinci tefsîrini cemâatin bir kısmı anladı, üçüncü tefsîrini ise anlayanlar pek az kimselerdi. Dördüncü ve sonraki yorumlarını ise pek anlayan yok gibiydi!”
Fenârî’nin hazırladığı Fâtiha Sûresi tefsîrinde de sûre çok farklı açılardan ele alınmış olup bu açıklamaların bir kısmı ancak erbâbının anlayabileceği açıklamalardır. Müfessir, tefsîrinde önce sûre hakkında genel bilgiler verir. Sûrenin indiği yer, iniş sebebi, isimleri, fazîleti gibi konularda açıklamalar yapar. Ardından sûrenin her âyetini tek tek ele alır. Âyetle ilgili kırâat ve îrâb bilgilerini verir. Âyetteki kelime ve kavramların açıklamalarını yapar, Kur’ân’daki kullanımlarını örnekleriyle açıklar. Sonra bazı faydalı bilgiler, âyetle ilgili bazı hükümler, âyetin tefsîri, bazı hakîkatler, mârifetler, hatırlatmalar, lâtifeler peş peşe gelir. Bunlar, çoğu zaman birbirinin içinde onlarca maddeyi bulabilir.
Fenârî’nin Fâtiha Sûresi tefsîri, bir bakıma Anadolu’da işârî tefsîrin büyük temsilcisi olan Sadrüddin Konevî’nin Fâtiha Sûresi tefsîrinin şerhi mesâbesindedir. Ancak Fenârî’nin tefsîri çok daha kapsamlı ve zengin muhtevâlıdır.
Müellif, tefsîrinde şöyle bir yöntem izler: Önce Kur’ân’ın nazım ve beyan konumunu özetler. Sonra şu başlıklar altında açıklamalar yapar. Âyetin Kırâati: Âyetle ilgili mütevâtir kırâatları açıklar. Âyetin Lüğatı: Kelime bilgisi verir. Âyetin İ’râbı: Dilbilimsel açıklamalar yapar. Âyetin Beyanı: Edebî sanat ve nüktelere dikkat çeker. Bu bilgilerden sonra, rivâyet ve dirâyet yoluyla çıkarılan dinî yükümlülükleri açıklar. Ardından sûre hakkında genel bilgiler verir. Sûrenin diğer sûrelerle münâsebeti, âyet-harf-kelime sayısı ile ilgili bilgiler, âyet/sûrenin iniş sebebi ve iniş yeri, muhtevâsı, sûrede nâsih-mensûhla ilgili sözkonusu edilen açıklamalar, sûrenin isimleri, fazileti hakkında bilgiler. Bu giriş bilgilerinden sonra zâhirî ve bâtınî açıklamalar yapar, tefsîr ve te’vîl eder.
Eserinde o sûre ve âyeti şöyle tanımlar:
Sûre: Kuvvet, sur, mertebe, şeref, parça mânâlarına gelir. Kur’ân sûreleri, içerisinde âyetleri, kelimeleri, onların ihtivâ ettiği güçlü ilim ve irfan hakîkatlerini çepeçevre kuşattığı ve okuyucusunu yüce mertebelere çıkardığı için bu ismi almıştır.
Âyet: Alâmet, cemâat mânâlarına gelir. Sözün bittiğine alâmet olduğu için yahut Kur’ân harflerinden bir cemâatten oluştuğu için Kur’ân cümlelerine bu isim verilmiştir.
İstiâze Tefsîrinden Seçmeler:
Onun istiâze/eûzü hakkındaki uzun tefsîrinden seçtiğimiz birkaç cümlesi şöyledir:
Eûzü, duâ ve talep mânâsına olup, “Ben Sana sığınırım, Sen koru beni.” demektir. Vahiy meleğinin Peygamberimiz’e indirdiği ilk iki cümle eûzü-besmele olmuştur. Eûzü ile bütün insan ve cin şeytanlarından, bütün îtikadî ve amelî şerlerden Allah’a sığınılmaktadır.
Kul, eûzü çekerek sanki şöyle demektedir: Rabb’im, beşerî zâfiyetlerimle ben kulluk ahdimi yerine getiriyor ve diyorum ki: “Eûzü billah v’estağfirullah (Allah’a sığınır ve Allah’tan af dilerim). Sense, kerem ve lütfunla Rubûbiyet ahdini yerine getirmeye çok daha lâyıksın!”
Şeytanı def için yapılması gerekenleri yapmak vâciptir, bu vecîbe eûzü ile tamamlanır. eûzünün hikmeti, Allah dışındaki bütün her şeyden ayrılıp Yüce Allah’a yönelmektir.
Dilin eûzüyü söylemesi sözün zâhirî, organların Allah’tan başkasından kurtulması ise sözün bâtınî mânâsıdır. Şeytandan sıyrılıp Allah’a sığınmak sözün zâhirî, nefisten sıyrılıp Allah’a sığınmak ise sözün bâtınî mânâsıdır. Artık bu makamda olan bir kimse her şeyden ve her şeyinden sıyrılmış Yüce Rabb’in olmuş, demektir. Sığınma dilde başlar, diğer organlarda son bulur. Artık Allah’ı unutmaktan, söz-fiil Allah’ın hoşlanmadığı bütün her şeyden sığınmış olur.
Eûzü çekmek, halktan Hakk’a yükselmektir. Nefsin muhtaçlığından kurtulup Hakk’ın zenginliğine başvurmaktır. Eûzü’de “Allah’a kaçın!”[4] ilâhî emrinin sırrı vardır. Eûzü, Allah deyip gayriyi terk etmektir. Acziyet içerisinde Yüce Rabb’in huzurunda durmaktır. Nefsin acziyetini itiraf edip Rabb’inin erişilmez kudretini itiraf etmektir. Nefsini bütün yönleriyle tanıyan bir kimse, Rabb’ini lâyığı ile tanımış olur. Zaten nefsinin acziyetini bilen, Rabb’ini de kemâliyle bilmiş olur. Acziyeti bilmeden, huzurda kendinden geçmek mümkün değildir.
Yüce Yaratıcı’nın kâğıtlarda yazılı isimlerine temizlenmeden abdestsiz dokunmanın caiz olmadığı gibi, Allah’a iman ve O’nun sevgisinin yazılı olduğu âşıkların gönüllerine de dokunulamaz. Bu yüzden hevâ ve heves necâsetinden temizlenmek için ise istiâze ile abdest almak gereklidir. İsitâze, şeytandan kaçıp Rabb’e itaat etmekle gerçekleşir.
Mevlâ, Osmanlı’nın ilk Şeyhülislamı Müfessir Molla Fenarî’ye gani gani rahmet etsin.
[1] Zehebî, et-Tefsîr ve’l-Müfessirûn, III,18.
[2] Gazzâlî, İhyâu Ulûmi'd-Dîn, II, 301-302; Zehebî, et-Tefsîr ve’l-Müfessirûn, I, 59 ve III, 39
[3] Razî, et-Tefsîrü’l-Kebîr/Mefâtîhu’l-Gayb, I, 3.
[4] 51/Zâriyât, 50.
Ali AKPINAR
YazarHak, “mutâbakat ve muvâfakat” anlamına gelir.[1] “Hak”, vâkıaya (realiteye) uygun olan hükümlerdir. Hak ihtivâ etmesi itibâriyle sözlere, inançlara, dinlere, mezheplere de hak adı verilir. Hak söz, ha...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
-LeMan dergisinin 26 Haziran 2025 tarihli sayısında Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed ile Hazreti Musa’yı aşağılayan bir karikatür yayınlandı.-Gül Resul’e kin kusandaTükürecek surat mı var?Çirkef...
Şair: Yusuf DURSUN
HAPİSHÂNELERDE ESERLER YAZAN BİR ÂLİM: Âlimlerin Güneşi İmam SerahsîOnun unvanı, Şemsüleimme yani Âlimlerin Güneşi’dir. Bugün Türkmenistan-İran sınırında bir kasaba olan Serahs’ta doğmuştur. Vefât tar...
Yazar: Ali AKPINAR
Akşemseddîn veya kısaca Akşeyh adıyla şöhret bulan Muhammed b. Hamza, Şam’da doğmuş, 1459’da Göynük’de vefât etmiştir. Şihâbuddin Sühreverdî'nin torunlarından Şeyh Hamza'nın oğludur. Baba tarafından n...
Yazar: Ali AKPINAR