HULÛSİ EFENDİNİN TASAVVUFÎ EDEB ANLAYIŞI
Hulûsi Efendi¸ kendi dergâhını¸ "Somuncu Baba ocağı¸ yüce veliler yatağı¸ gönüllere ferahlık bahşeden feyz u rahmet bucağı¸ Taceddin-i Veli Hazretlerinin otağı¸ gamları giderip neşelere gark eden¸ zevk ü sürur kaynağı¸ Darende'nin yüz ağı¸ ilim ve hikmet menbaı ve güzeller oymağı" olarak nitelemiştir. O bu dergâhın kıymetini ancak gayb perdesini bilenlerin¸ güzellik kadrini idrak edenlerin fark edebileceğini söyleyerek dergâha yaraşır bir edep göstermek gerektiğini dile getirmektedir.
Hulûsi Efendi¸ kendi dergâhını¸ "Somuncu Baba ocağı¸ yüce veliler yatağı¸ gönüllere ferahlık bahşeden feyz u rahmet bucağı¸ Taceddin-i Veli Hazretlerinin otağı¸ gamları giderip neşelere gark eden¸ zevk ü sürur kaynağı¸ Darende'nin yüz ağı¸ ilim ve hikmet menbaı ve güzeller oymağı" olarak nitelemiştir. O bu dergâhın kıymetini ancak gayb perdesini bilenlerin¸ güzellik kadrini idrak edenlerin fark edebileceğini söyleyerek dergâha yaraşır bir edep göstermek gerektiğini dile getirmektedir.
Oğlu Mahmud Kemâl'e yazdığı mektubunda; "Kişinin hüsn-i nesebi¸ hüsn-i edebidir. Daima büyüklere karşı hürmet ve küçüklere karşı şefkat et. Tâ ki¸ hürmet ve şefkat gibi iki haslet-i cemîleye sahip olmuş olasın
Her zaman iyilere mukârin ol¸ kötülerden ictinâb et. Kişinin mi'yârımukârin olduğu kimsedir
"diye seslenen Hulûsi Efendi'ye göre¸ Âdemoğlunun insanlığını kemale erdirmesi ancak edep ile mümkündür. Hakk'ın âdâbını gözetmek kişiyi Hakk'a âşinâ kılar. İnsana âlemde en çok lâyık olan huy¸ güzel edeptir.
Osman Hulûsi Efendi bizleri insanlık¸ kulluk¸ kardeşlik ve dervişlik edebine şu şekilde davet etmektedir.
İnsanlık gerçeğine dikkat çeken Hulûsi Efendi¸ âlemin Âdem olamayacağını ama Âdem'in on sekiz bin âlemi câmî olduğunu söyler. O¸ insanı; Süleyman mührü¸ yaratılış gerçeğinin âb-ı hayatı¸ zamanın Mesîh'i¸ varlık âleminin Hızır ve İlyas'ı¸ "nefahtü" sırrının mazharı¸ "kerremnâ" tâcının sahibi¸ yaratılmışların ahseni ve "küntükenzen" sırrının yâdı olarak tanıtmaktadır.
Hulûsi Efendi'ye göre¸ insanın aradığı aslında kendindedir. Görmek istenilen yüz taşrada değil¸ aslında bizzat kendindedir. İnsan kendi aynasına nazar edecek olsa orada yâri görecektir.
Hulusî Efendi'ye göre kişi kimlik sahibi olmalı¸ şahsiyetinden ödün vermemeli¸ insanlığını takınmalı¸ haddini bilmeli ve kendini heba etmemelidir. Bu çerçevede bizlere şu tenbihlerde bulunmaktadır:
"Dünya pisliğine gönül veren karga değil¸ kol ve kanat açıp Kâf dağına uçan Anka ol!
Fir'avun nefsine râm değil Kelîmu'l-vakt ol!
Bütün gücünle nefsini Hakk'a davet edip Mûsâ ol!
Vatanın cennet bahçesi de olsa her şeyden soyutlanıp Âdem ol!
Cümle esmâyamüsemmâ ol!
Su gibi yüzünü toprağa sür¸ katreni denize katıp deryaya ulaşmaya bak!
Âb-ı hayatı içip Hızır ve İsa (a.s.) gibi ebediyen ölmemeye bak!
Dost mihrabının kaşına secde kıl ama mihrabı unutup Kâbe-i Ulyâ ol!
Aklına güvenip daire dışına çıkma¸ mânâ dergâhında istiğrâka bürünenlerden ol!"
Hulûsi Efendi'nin ifadesiyle kul¸ bu dünyada ne büyüklük taslaya ne de gafil yata. "Ne kerâmetimiz var ne velâyetimiz¸ dost kapısında kuru kulluğumuz var." diyen Hulûsi Efendi¸ bizleri kerâmet ve velâyet iddiasından kaçınmaya davet etmektedir. Ona göre gönlümüzdeki huzurun gerçekleşmesi¸ dilimizdeki söz gururunun terkine bağlıdır.
Kulluk edebinin en güzel göstergesi kalb huzuru ile kılınan ve mü'mininmîracı olan namazdır. Namazı huzur ile kılanlar "mîraç" olayının sırrına mazhar olurlar.
Namaz ve diğer ibadetlerle donanıma ermenin yolu¸ günahkâr hâlimizi idrak edebilmektir. Günahlarının karanlığını fark eden kişi¸ Rabbine yakarıp ihsan talebinde bulunmalı. İki cihan huzurunun Allah'ın ulûhiyetine inanmak olduğunu bilmeli. Artan günahlarına af dilemeli.
Sıdk ile Rabbimize bağlanmak¸ yoluna baş koyup yüz sürmek¸ lutfunucelbedecekefgâna bürünmek¸ gece gündüz ağlayıp gözyaşı dökmek¸ gözyaşımıza ilâhî nazarın eşlik etmesini sağlamak¸ tövbenin âdâbındandır. Diğer yandan perişan gönlün derdine derman¸ ancak fecr-i sâdıkta olur. Bütün halkın derdine devâlar¸ ancak seher vaktinde bahşedilir.
Nefis terbiyesi¸ kulluk gayreti ve iman kuvveti sahibini muhabbet eri haline getirir. Kulluk edebi muhabbeti şiâr edinmeyi gerektirir. Zira sevdiğinin muhabbeti ile dolan kişide gama yer kalmaz. Muhabbet tesirleri gönülde tecellî edecek olsa muhabbet sevdalısı onunla yâr olmaya başlar. Muhabbet nuruna bezenenlerin başı Arş'a¸ ayağı Kürs'e değecek hale gelir. Gözlerde muhabbet ışıltısı olsa bakılan her yer dosta şahitlik eder. Canan uğruna can veren dostlar muhabbet pazarından ezelî muştular elde eder.
Âşığın aç ve susuz¸ her dem uykusuz¸ gamsız ve kaygısız¸ yâra yâr olması gerekir. Âşık olan post olur¸ Mevlâ ile dost olur¸ gece gündüz mest olur.
Nefislerine bendelikten kurtulup Hakk'a dost olanlar¸ yârenlik edenler ve ibadetlerini aşkla gerçekleştirenler her daim Hakk'ı zikretmenin tadına varırlar. Sevene yakışan sevdiğini unutmamasıdır. Mü'minin kulluk edebi ancak zikirle tamama erer. Allah'ı zikir bir edep dersidir. Allah'ı zikir kulluk bilincine eriştirir. Çünkü esrar hazinesine nail olanlar Hakk'ı can u gönülden zikredenlerdir.
Sağa sola dönmekten kurtulup tam bir dikkate koyulmak¸ irfan elde etmeye niyet etmek¸ her an ve her nefes gayra meyletmekten kaçınmak¸ düşünceden hevâyı ve gönülden riyâyı çıkarmak¸ rmâsivâdan alakayı kesmek¸ seherde kalkmak¸ derde düşmek¸ gafletten kurtulmak¸ bir eteğe tutunmak¸ ballı peteğe konmak¸ has ve ihlas ehli olmak¸ mânâ deryasına dalmak zikrin âdâbındandır.
Kulluk¸ aşk ve zikirden gaye nedir? Gaye vuslata ermektir. Zira hicran hastalığının devâsı vuslat merhemiyledir. Yâr ile vuslatın adı ise candan geçmektir. Âşığın gönlüne safâdan gayrı hiçbir şey huzur kılmaz. Sıradan işlere âşığın can verdiği ise asla söz konusu değildir. Aşk müftüsünün fetvası şudur: Can verene yar ile vuslat hâsıl olur¸ yar ile vuslat can fedâ kılmayı gerekli kılar. Âşık olanlar ne can ne de cihan kaygısı çekmiştir. Can mülküne aşktan öte bir bayrak dikmemiştir asla. Yârin cevri bile canana zevk u safadır.
Sevme sanatını becerenler kin ve kavgadan bîzârdırlar. Sevenler yıldırmaz kaldırır¸ taşlamaz bağrına basar¸ imhâ etmez ihyâ eder. Dolayısıyla sevgiyi şiâr edinmesi gereken mü'minin günahkâr kesimlere hor hakir bakması yaraşmaz. Belki de bir gün onlar affedileceklerdir. Zira hepsine Hakk'ın bağışlaması vardır. Dervişlik eğitimi başkasını incitmekten kaçınmaktır. Edebî güzellikle takınılması gereken bu tavrı Hulûsi Efendi şu şekilde dile getirmektedir:
Sakın nefsine uyup bir cân incitmeyesin
Hüsn ü edebi koyup bir cân incitmeyesin
El ile döğseler de dil ile söğseler de
Bin kez incitseler de bir cân incitmeyesin
Hepsi kardeşlerindir yolda yoldaşlarındır
Hâlde hâldaşlarındır bir cân incitmeyesin
Beyhûdecânın sıkıp insanlığından çıkıp
Dil Kâ'besini yıkıp bir cân incitmeyesin.
Ötekileştirmekten kaçınmanın yanında atılması gereken bir diğer adım dostluk köprüsü kurmak¸ dost ve yâr edinebilmektir. Gönül ehline düşen yârin vefasını ummak değil¸ cefâsını çekmektir. Yâri terk edip vefasız olmamak gerekir. Zira yârin cefâsı bir gün âşıklara ihsan olur. Dostluk mihnet yükünü yüklenmeyi gerektirir. Dostluk âşığın ciğerini kebaba dönüştürür¸ İbrahim Edhem gibi bütün varını verip harap olmayı gerektirir¸ vuslat demini basit duygulara fedâ eylememeyi öğretir¸ o ânı yakalayabilmek için bin canı fedâ kıldırır. Dostluğun gerçekleşmesi¸ kalb temizliğine ve dosta olan teslimiyete bağlıdır. Gönül dostu bulunca dost buna engel ve perde olmaz. Gönülsüz posta oturmak kişiyi dosta götürmez. Dostluğun Allah için yapılması esastır. Aksi takdirde gönül safâya ermez.
Kardeşlik¸ dostluk ve yârânlık terbiyesi hizmete koyulmayı gerektirmektedir. İsmimizin sevdiklerimiz¸ dostlarımız ve ihvanımız arasında yâd edilmesi¸ geçici olan bu dünya evinde gücümüz nispetinde ortaya koyacağımız eserlere bağlıdır. Mü'minin kapısı herkese açıktır. Hizmette ve cömertlikte Müslüman paylaşma ruhuna sahiptir. Kapısına gelen düşmanı bile olsa sonuna kadar kapısını açık tutar. Ancak ne kadar çok dostu da olsa dört dörtlük dost bulması zordur. Dolayısıyla mü'min derdini dost bildiklerine değil sadece Hakk'a açıvermelidir.
Mürşid-i kâmillerin dergâhı birer edep mektebidir. Bu mektebe girebilmek için iştiyaklı olmak gerekmektedir. Bu mektepte deruhte edilen sohbet meclisleri aklını kullananları insanlık hakîkatine vakıf kılmaktadır. Sohbet geleneği Peygamber ashabının âdetidir. Mânâyı elde etmek için can fedâ edilmez mi? Sohbet meclislerindeki her bir dem için can bahşetmek gerekir. Can zevkine koyulanlar nefisten geçer¸ Hakk'a iştiyâk duyar¸ sohbetin iyileştirici vasfı ile her derdine derman bulmuş olurlar.
Âlemi kendimizin kulu ve kölesi sanmamamızı öğütleyen Hulûsi Efendi¸ Allah için âlemin kölesi olmaya¸ nefsin hevâsı ile mağrur olup aldanmamaya¸ her ayağın basacağı yol olmaya¸ garazsız ve ıvazsız her canlıya hizmet etmeye¸ kimsesizin ve düşkünün eli ve ayağı olmaya¸ Allah için herkese hürmet etmeye¸ sevip sevilmeye¸ hiçbir göze diken olmamaya¸ gözlere gül ve sümbül olmaya¸ kimseden incinip kimseyi incitmemeye¸ güler yüzlü ve tatlı dilli olup her ağzın balı olmaya¸ nefse uyup Kâbe yıkılsa dahi hiçbir gönlü incitip yıkmamaya¸ güneş gibi şefkatli¸ toprak gibi mütevazı ve su gibi sehavetli ve merhametli olmaya¸ yoksul ve bay/zengin herkese karşı gökçek olmaya¸ suçluların suçundan geçip hoşgörülü olmaya¸ varlıktan boşalıp yoksula erişmeye¸ sözün gerçeğini söyleyip Hulûsi'nin kalbi olmaya davet etmektedir.
Hulûsi Efendi'nin diliyle derviş olan âgâh olur¸ bütün kazancı zikrullah olur¸ her türlü varlık iddiasından geçer¸ Allah'a vasıl olur.
Dervişlik ikiliği birliğe dönüştürme¸ gönülleri dirliğe kavuşturma¸ aşkla ünsiyet peyda etme¸ dost meclisine konma çabasıdır.
Mürşid eli tutmayan¸ ikrarlığa yetmeyen/erişmeyen ve varını terk etmeyen derviş olamaz. Tarikat kapısına ayak basmadan¸ ihlaslı amel çabasına bürünmeden derviş olunmaz.
Coşkun seller gibi coşan¸ gonca güller gibi kokan¸ rüzgâr ile tozan toprak gibi savrulan dervişlerin ne nâmı ne de nişanı olur. Çünkü dervişe şan gerekmez¸ yokluk yolcularına başka nişan gerekmez. Dervişin kulluk vazifesi¸ yokluk şiârıdır. İyi kötü diye adam tefrik etmeyen dervişler¸ güzellik muştusu ve mükemmellik arzusu içindedirler.
"Dervişlik nasıl olur?" sorusuna cevap sadedinde Hulusî Efendi¸ derviş olmak için varlıktan soyunmak¸ ârdan sıyrılmak¸ aşka yanıp tutuşmak¸ düz yokuş dememek¸ kâli terk edip hâli kesbetmek¸ pişmek¸ cedel eylememek gerektiğinden bahsetmektedir.
Sûfîlerin tasavvufî âdâb ve erkâna riâyet ile elde ettiği kazanca dikkat çeken Hulûsi Efendi¸ ferâgat ehlinin ulaştıkları fakr ve fenâ devletini bin Süleyman mülküne değişmeyeceğini¸ âşığın sevgilisinin bir tecellîsini bin hûrî ve gılmâna değişmeyeceğini¸ feryat eden bülbülün gördüğü gülün cemâlini gülistana değişmeyeceğini¸ zahidsûfînin sevgiliye ait zülfü merâsimden ibaret binlerce din ve imana değişmeyeceğini¸ gam ehlinin beytü'l-hazeni (Hz. Yakub'un Yusuf (a.s.) hasretiyle yandığı yer) bin saray ve eyvana değişmeyeceğini söylemektedir.
Asrımızın acı gerçeği olarak "doğruların dostu yoktur" diyen Hulûsi Efendi¸ Hak Teâlâ'dan bu densizlere haddini bildirmesini niyaz ederken¸ kimseden bir umut ve vefa görmediğini¸ kime yöneldiyse kendisine cefâ kıldığını¸ halinin Hakk'a ayan olduğunu¸ iyi kötü bütün ahvalini Hakk'ın bildiğini söylemektedir. Herkese iyi niyet besleyip huzur ve güveni tesis etmeye çalıştığından¸ gece gündüz çabalayıp emek sarf ettiğinden ve emanet bilincine sadakat gösterdiğinden bahsetmektedir. Hüneri¸ marifeti ve edebi olmayanın iyilik ve güzellik timsali haline gelmesi mümkün değildir. Dolayısıyla kişinin edebi şiâr edinmesi¸ ilim ve irfan yolunda çabalaması¸ marifet kazanımına ermesi gerekmektedir.
Kadir ÖZKÖSE
Yazarİbâdet; kulluk yapmak, itâat etmek ve boyun eğmek demek olup Rabb’imizin bildirdiği ölçüler dâhilinde yaşarken bütün hareketlerimizde, sözlerimizde, duygu ve düşüncelerimizde ilâhî ölçülere riâyet etm...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
“Sâde” yazmak, “basit” yazmak değildir. Çoğu kimse sâde kelimesini basit kelimesiyle aynı anlamda kullanır. Oysa sâde, içinde derinlik barındıran bir kavram… Fakat basit, sathîdir; yüzeysel, üstünkörü...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Tonton tavşan yavrularını gezdiriyordu. Onlara ormanı tanıtmaya çalışıyordu. - Yavrularım, ağaçlara, yapraklara, otlara bakın ne güzel. Kelebekler uçuşuyor dört yanda. Pamuk: - Evet. Kır çiçe...
Yazar: Emine Yılmaz DERECİ
Ahmed-i Yesevî, hikmetlerinde bizlere Kur’ân’ın öngördüğü zikir ibâdetini gündemde tutmakta, inananların zikirle uyanışa ermelerini öngörmektedir. Ahmed-i Yesevî, konuyu özellikle şu beş ana noktada e...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE