Hastalıklar Bize Ne Anlatır?
Hastalıklar bize ölümü hatırlatır, hesap gününün yaklaştığını kulağımıza fısıldar... Bedenimizin Sahibi’nin dilediği zaman emanetini alabileceğini, kabirden hiç de uzak olmadığımızı söyler. Her an filmin yarıda kalabileceğini, bir an evvel yapmamız gerekenleri yapmamız gerektiğini hatırlatır. Abdesti, namazı, zekâtı, haccı, iyi insan olmayı geciktirmememizi öğütler.
Hastalıklar yürüyeni durdurur, koşanı yavaşlatır. En yüksek binaların bir gün yıkılacağını, en büyük ağaçların bir gün devrileceğini söyler. Dağ gibi insanların bir gün iğne ipliğe dönebileceğini, gücüne kuvvetine güvenen yiğitlerin aciz kalabileceğini hatırlatır. Güç ve kudretin kalıcı olmadığını, mutlak güç ve kudret sahibinin yalnızca Cenâb-ı Hak olduğunu ilân eder.
Hastalıklar binlerce plânı yarım bırakır, uzun emellere “Dur!” der. İnsanoğlunun bitmek tükenmek bilmeyen hırslarına, isteklerine gem vurur. Vücuduna bile hükmedemeyen insana kibrin hiç de yakışmadığını gösterir. Olması gerektiği gibi; Rabb’imizin divanında ancak bir dilenci olduğumuzu hatırlatır. En sonunda da gideceğimiz başka bir kapının olmadığını haber verir.
Bir zamanlar şımarıklık yapan nefsimiz, hastalığın tesiriyle mahzunlaşıp yelkenlerini indirir. Hastalıklar, yükseklerden uçanların kanatlarını kırar, eğilmek bilmeyen başları eğdirir. Zenginlik, makam, mevki ve şöhret gibi aldatıcıları alt etmemizde bize yardımcı olur. Kendini merkeze almaktan sağını solunu görmeyen zavallı insanı uyandırır. Artık onun gözleri yerdeki karıncayı görmeye, sokaktaki çocuğun ağlamasını duymaya başlar.
Hastalıklar bizi “Falan şöyle yapmış, filan böyle yapmış.”ın dedikodusundan kurtarıp, bize kendi derdimize düşmeyi öğretir. Kendimize dönmemizi ve kendi gerçeğimiz ile yüzleşmemizi sağlar. Dünya hayatını hafife almamamız, gaflete dalmamamız gerektiğini hatırlatır. Dünyanın bir eğlence yeri olmadığı gerçeği ile bizi yüzleştirir. Hayatla dalga geçilmeyeceğini yani kulluğun ciddi bir iş olduğunu öğretir.
Hastalıklar bize aslında her şeyin O'nun elinde olduğunu, dilerse hasta edip dilerse şifâ vereceğini bildirir. Şükürsüz geçen günlerimizi ve bu konudaki ihmalimizi hatırlatır. Sağlığımız için her gün Yüce Mevlâ'ya şükretmemiz gerektiğini hatırlatır. Şifâ ve derman için yalnızca O'na yalvarıp yakarmayı tavsiye eder. Nitekim Kur’ân-ı Kerim, Hazreti İbrahim (s.a.v.)’ın şöyle dediğini bildiriyor: “Hastalandığım zaman bana şifâ veren O'dur.”[1]
Hastalık Nimettir
Hastalıklar bu ve buna benzer hikmetleri kavramamıza vesîle olduğu için bir nimettir. Aynı zamanda sağlığın da kıymetini bize öğrettiği için ayrıca değerlidir. Bir insan sağlıklıysa ona sanki dünyalar bağışlanmıştır. Bu gerçeği İki Cihan Güneşi Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle ifade ediyor: “Sizden kim huzuru yerinde, bedeni sağlıklı ve günlük yiyeceği de yanında olarak güne başlarsa, sanki dünyalar ona bağışlanmış gibidir.”[2]
Fakat ne yazık ki bizler sağlığımızın değerini tam olarak idrak edemiyoruz. Küçük yaşlardan itibaren yapay ve GDO’su ile oynamış besinleri tercih ediyor, bilhassa çocukken ve gençken sağlımızın değerini hiç bilmiyoruz. Sağlık nimetinin farkına vardığımızda ise bedenimizi hor kullandığımız için iş işten geçmiş olabiliyor. Hele ki işin içerisine sigara, içki ve uyuşturucu gibi dinimizin yasakladığı zararlı maddeler de girmişse sağlık nimeti hepten heba oluyor.
İki Cihan Güneşi Peygamber Efendimiz sağlımızın kıymetini bilme konusunda şu unutulmaz öğüdü veriyor: “Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini bil. İhtiyarlığından önce gençliğinin, hastalığından önce sağlığının, fakirliğinden önce zenginliğinin, meşguliyetinden önce boş vaktinin ve ölümünden önce hayatının.”[3] Fakat o da biliyordu ki insanoğlu bu konuda aldanmıştır. Bu hakîkati de şöyle ifade ediyor: “İki nimet vardır ki, insanların çoğu onları değerlendirme hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.”[4]
Hasta Ziyâreti
Hastalıklar bir nasihatçi olduğu gibi hastalar dahi lisan-ı halleri ile birer nasihatçidirler. Bunun için İslâm dininde hasta ziyâreti konusuna önem verilmiş ve bazı âlimlerce hasta ziyâreti “sünnet-i müekkede” olarak ifade edilmiştir. “Vacip” olduğunu söyleyen âlimler de vardır.
Buna göre bir hastayı yaşadığı yerde kimse ziyâret etmez ve ihtiyaçlarını karşılamazsa, orada yaşayan bütün Müslümanlar bundan sorumlu olur. Çünkü İslâm dini hastaların bakımından toplumu sorumlu kılmıştır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hasta ziyâreti yapanları şöyle müjdelemiştir: “Bir insan, bir hastanın hâlini hatırını sormaya gider veya Allah için sevdiği bir kişiyi ziyâret ederse, ona bir melek şöyle seslenir: Sana ne mutlu! Güzel bir yolculuk yaptın. Kendine cennette barınak hazırladın!”[5] Bu güzel müjdeyi içselleştiren Yunus Emre Hazretleri bu hakikati şiir dilinde şöyle ifade ediyor:
Bir hastaya vardın ise,
Bir yudum su verdin ise,
Yarın anda karşı gele,
Hak şerabın içmiş gibi.
Hasta ziyâreti esnasında ziyâreti uzun tutmamak, yanında yüksek sesle konuşmamak gibi birçok edep kurallarından bahsedilir. Bu edep kurallarından pek fazla bilinmeyen bir tanesi daha vardır ki o da hastanın yanında gönlümüze ve dilimize sahip çıkmaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu hususta şu öğüdü veriyor: “Hasta veya ölünün başında bulunduğunuz zaman güzel sözler söyleyiniz. Zira melekler sizin dualarınıza âmin derler.”[6]
Peygamber Efendimiz hasta birisini görenlere ise şu tavsiyede bulunmuştur: “Bir hastalığa yakalanmış birini gören kimse (içinden) şöyle duâ ederse, o hastalık onun başına gelmez. Seni imtihan ettiği hastalıktan beni koruyan ve beni yarattığı birçoklarından üstün tutan Allah’a hamd olsun.”[7] Yine şu hadis-i şerife göre hastadan duâ istemek de tavsiye edilmiştir: ”Ziyâret için bir hastanın yanına girdiğinde ondan senin için duâ etmesini iste. Zira onun duası, meleklerin duâsı gibidir."[8]
Hasta ziyâretinde dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da hastaya olumlu telkin vermek yani moral desteği sağlamaktır. Günümüzde en güzel ve en büyük tam teşekkülü hastaneler inşâ edilirken hastalara manevî terapi gibi hususlar nedense ihmâl edilmektedir. Oysa insan beden ve ruh boyutuyla, madde ve mânâ cihetiyle ele alınması gereken bir varlıktır. Bu konuda Prof. Dr. Ahmet Coşkun Hoca’nın tespit ve tavsiyeleri şöyledir:
“Tıpta telkinle tedavinin yeri ve önemi büyüktür. Hekimler, verdiği ilaçlardan çok telkinleri ile hastaya faydalı olmaktadırlar. Ümidini kaybetmeyen nice ağır hastaların iyileştiği, ümidini kaybedenlerin de çok basit bir hastalıklarını bile kötüye götürdükleri bilinmektedir.
Dinimizde hasta ziyâretinin sevap ve sünnet oluşu bundandır. Hastayı ziyâret eden ona ümit ve cesaret verici güzel telkinlerde bulunur, nice ağır hastaların iyileştiklerine dair misaller verirse ona karşı en büyük iyiliği yapmış olur. Dinimizde bir tebessümün, birinin yüzüne karşı gülümsemenin ve güzel sözler söylemenin sadaka oluşu bundandır.
Ferdî açıdan da hep güzel şeyler duyan düşünen kimseler, güzel rüyalar görürler, hayatlarından lezzet alırlar. Kötü, korku ve ümitsizlik verici şeyler düşünenler, korkulu rüyalar görür ve tedirgin olurlar.”[9]
[1] 26/Şuara, 80.
[2] Tirmizî, Zühd, 34.
[3] Hâkim, Müstedrek, IV, 341.
[4] Buhârî, Rikâk, 1.
[5] Tirmizî, Birr, 64/2008; İbn-i Mâce, Cenâiz, 2.
[6] Müslim, Cenâiz, 6; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15.
[7] Tirmizî, Daavât 38.
[8] İbn Mâce, Cenâiz, 1.
[9] Ahmet Coşkun, Sohbetler ve Hatıralar, s. 180
Aydın BAŞAR
YazarYüce Allah’a kulluk eden bir mü’min mutlak manada başka yerlerden medet umamaz ve yardım isteyemez. Beş vakit namazlarında, “Yalnız sana kulluk eder yalnız senden yardım dileriz.”[1] diyerek Allahu Te...
Yazar: Aydın BAŞAR
Tütün illeti, şifalı ot adı altında Batılı tüccarlar tarafından Osmanlı Ülkesine sokulduktan kısa zaman sonra kendine ticarî kazanç sağlayacak bağımlı bir kitle ve pazar bulmayı başarmıştır. Osmanlı t...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Babası kerâmetleri ve menkıbeleri ile anılan Hz. Ali soyundan Şeyh İbrâhim, annesi Mûsa Şeyh’in kızı Ayşe Hatun’dur. Küçük yaşlarda anne ve babasını kaybeden Ahmed-i Yesevî, sahâbeden olduğu söylenen ...
Yazar: Ali AKPINAR
Oturup kalkmasını bilmeyen, nerede ne konuşması gerektiğini tâyin edemeyen, büyüklerine ve küçüklerine nasıl davranacağını kestiremeyen, zaman zaman kaba ve agresif hareketler sergileyen, edep ve erkâ...
Yazar: Aydın BAŞAR