Haram Ve Helal Olduğu Şüpheli Şeylere Karşı Dinî Tavrımız Nasıl Olmalı?
Dinimizde helaller belli¸ haramlar bellidir. Bunlar Kur'ân'ın açık âyetleri ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sahih hadisleriyle açıklanmıştır. Allah ve Rasûlü'nün kesin olarak haram ve helal dediğini o şekilde kabul edip ona göre amel etmek gerekir. Ancak bazı şeyler vardır ki¸ helal ve haram olduğunda şüphe vardır.
Bu şüphe bazen o şey hakkında açık âyet ve hadisin olmamasından kaynaklanır. Bazen de var olan âyet ve hadisin farklı yoruma müsait olmasından dolayı olur. Şüpheli şeyler¸ insanların çoğunun hükmünü bilmediği¸ helallık ve haramlığını karıştırdıkları hususlardır. Bunlar kesin haramlar gibi değildir. Peki¸ bu konularda Müslümanın takınması gereken tavır veya izlemesi gereken yol nedir?
Şunu hemen ifade etmek gerekir ki¸ bu konuda İslâm âlimleri arasında tek bir görüş yoktur. Konuyu takvâ boyutuna ağırlık verip en ufak bir şüpheden dolayı geri durma yolunu tutanlar olduğu gibi¸ haramlığı kesin olmadığı sürece alınıp satılabileceği¸ yenilip içilebileceği ve kullanılabileceği yolunda görüş bildirenler de vardır. Bu mesele¸ takvâ ve fetvâ şeklinde iki yaklaşımın bulunduğu konulardan biridir.
Ahmed b. Hanbel şüpheyi; net olarak helal ve net olarak haram olan hususlar arasında bir şey olarak açıklamış ve şöyle demiştir: "Kim ondan sakınırsa dinini korumuş olur." Bazen de o¸ şüpheyi¸ helal ve haramın birbirine karışması olarak tefsir etmiştir.
Dinî konularda hüküm ve fetvâ verme yetkisi bulunan âlimlere "müctehid" denir. Bu yetkinliğe sahip olmayanların ise hak mezheplerden birini taklit etmesi gerekir. Taklit ehlinden olanın¸ güvendiği müctehid âlimi taklîd etmesi câizdir. Taklîd ettiği kişinin ilmi ve dindarlığı konusunda kalbi rahat olduğu sürece bu konuda ona bir zorluk ve sıkıntı yoktur.
İşin içinden çıkmakta zorlanan ve doğruyu da açıkça bilemeyen kimseye gelince¸ bu iş onun hakkında şüpheli hâle gelir¸ dinini ve ırzını koruması için onun şüpheden kaçınması gerekir. Nitekim sahih hadiste şöyle buyurulmuştur: "Helal olan şeyler belli¸ haram olan şeyler bellidir. Bu ikisinin arasında¸ halkın birçoğunun helal mi¸ haram mı olduğunu bilmediği şüpheli konular vardır. Şüpheli konulardan sakınanlar¸ dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli konulardan sakınmayanlar ise gitgide harama dalar. Tıpkı sürüsünü başkasına ait arazinin etrafında otlatan çoban gibi ki¸ onun bu araziye girme tehlikesi vardır."1
İçinden çıkamadığı konuda bilgisi olmayan birisinin¸ o meselenin gerçek hükmünü bilmesi için güveniler bir âlime sorması gerekir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "...Bilmiyorsanız bilenlere sorun."2
Hadiste de şöyle buyurulmuştur: "Bilmedikleri zaman sormayacaklar mı? Zira işin içinden çıkamamanın ilacı sormaktır."3
Görüşleri¸ tabiatları¸ takvâ ve diğer durumlarındaki farklılıklara göre insanların şüphe karşısındaki konumları oldukça farklıdır.
Bazı evhamlı insanlar vardır ki¸ en küçük ilişkide bile şüpheleri araştırır ve sonunda bulur. En küçük bir sebepten dolayı batıda kesilen hayvan etlerinden şüphelenen insanlar böyledir. Bunlar uzak ihtimali yakın¸ imkânsızı olmuş gibi sayar¸ Allah'ın genişlettiği şeyi kendilerine daraltıncaya kadar sormaya devam ederler.
Hâlbuki Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Ey iman edenler! (Kesin hukukî kurallar şeklinde) açıklandığı takdirde sizi sıkıntıya sokabilecek olan konular hakkında soru sormayın."4
Buharî'nin Hz. Aişe'den naklettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.)'e soruldu ki: "Bir kavim bize et getiriyor¸ ancak (kesilirken) bunun üzerine Allah'ın adının anılıp anılmadığını bilmiyoruz (ne yapmalıyız?). Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: Üzerine Allah'ın adını anın ve yiyin."5
Rivâyet edildiğine göre Hz. Ömer bir gün yolda gidiyordu¸ üzerine lağım suyu aktı¸ yanında bir arkadaşı vardı bu arkadaşı ona dedi ki: "Ey lağım sahibi suyun temiz midir¸ yoksa pis midir?" Ömer de ona dedi ki: "Ey lağım sahibi¸ bizi imtihan etme¸ zira zorluk çıkarmak bize yasaklanmıştır."
Sahih bir hadiste yer aldığına göre Hz. Peygamber (s.a.v.)'e¸ namazda veya mescitte iken yellenip yellenmediğinden şüpheye düşen bir kişinin durumu soruldu¸ o da şöyle dedi: "Ses duymadıkça veya koku hissetmedikçe namazdan ayrılmasın."6
Buradan hareketle âlimler şöyle bir kural oluşturmuşlardır: "Yakin şek ile zâil olmaz/Kesin bilgi şüphe ile ortadan kalkmaz."7 Buna göre¸ asıl olan ne ise ona göre amel edilip şüphe bir tarafa bırakılır. Bu da vesvesenin arkasını keser.
Hz. Peygamber (s.a.v.)¸ bir Yahudi'nin davetine icabet etmiş¸ onun yemeğini yemiş¸ yemeğin helal mi haram mı ve kabın temiz mi pis mi olduğunu sormamıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ashabı¸ kendilerine getirilen kâfirlerin dokuduğu elbiseleri giyiyor ve onların imal ettiği kap-kacağı kullanıyordu. Onlar¸ savaşlarda ganimet olarak aldıkları kapları ve elbiseleri taksim edip kullanıyorlardı. Sahih yolla nakledildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ashâbı müşriklere ait bir su kabından su kullanmışlardır.8
Bu gibi hususlara izin verenlere karşılık bu konuda katı¸ ihtiyatlı ve temkinli davrananlar da vardır. Bunlar Hz. Peygamber (s.a.v.)'den sahih yolla nakledilen şu hadisi delil almışlardır: Hz. Peygamber (s.a.v.)'e¸ domuz eti yiyen ve şarap içen ehl-i kitabın kapları sorulmuş o da şöyle buyurmuştur: "Başkasını bulamazsanız o kapları su ile yıkayın sonra onlardan yiyin."9
İbn Receb şöyle demiştir: "Malında helal ve haram karışık bulunan kimse¸ eğer malının çoğu haram ise o maldan kaçınması gerekir. Ancak malında çok az veya bilinmeyen bir oranda haram varsa bu konuda iki farklı görüş ileri sürmüştür: Malının çoğu helal ise¸ onunla muâmele yapması ve yiyip içmesi helaldir."
Hâris'in Hz. Ali'den naklettiğine göre o¸ sultanların verdiği hediyeler konusunda şöyle demiştir: "Bunlarda sakınca yoktur¸ size helal olarak verdikleri haram olarak verdiklerinden daha çoktur. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ashâbı¸ haramdan bütünüyle kaçınmadıklarını bildikleri halde ehl-i kitapla muâmele yapıyorlardı."
Eğer malın ne kadar miktarının helal ve ne kadarının haram olduğu bilinmez ve böylece işin içinden çıkılamazsa şüphe var demektir¸ takvâya uygun olan o malı terk etmektir. Süfyan şöyle demiştir: "Böyle bir mal benim hoşuma gitmiyor¸ onu terk etmek benim için daha hoştur."
Zührî ve Mekhûl'e göre¸ "Bizzat haram olduğu bilinmedikçe onu yemekte bir sakınca yoktur. Kişi malında bizzat haram olduğunu bilmez¸ ancak onda haram olduğundan şüphe ederse¸ onu yemesinde bir sakınca yoktur."
Ahmed b. Hanbel helalı haramına karışmış olan mal konusunda şöyle demiştir: "Eğer mal çok ise haram olan miktar ondan çıkarılır¸ geri kalanda tasarruf (işlem) yapılır¸ şâyet mal az ise tamamından kaçınılır. Çünkü az olan şeyden bir parça alınınca haramdan kaçınmak mümkün olmaz. Çok olan ise böyle değildir." Âlimlerden bunu¸ haram değil¸ takvâ olarak yorumlayanlar ve haram olan miktarı çıkardıktan sonra hem az hem de çok malda tasarrufu mübah görenler vardır. Ebû Hanîfe ve onun görüşünü paylaşan diğer fakîhler de bu görüştedir. Bişr-i Hafî'nin de aralarında bulunduğu tasavvuf ve takvâ ehlinden bazı kimseler de Ebû Hanîfe'nin bu görüşünü esas almışlardır.
Selef âlimlerinden bir grup¸ malına haram karıştığı bilinen kimsenin¸ malının tamamının haram olduğu bilinmedikçe¸ ondan yenilebileceğine ruhsat vermiştir. Fudayl b. Iyad'ın da bu görüşte olduğu nakledilmiştir.
İbn Mes'ûd'a¸ komşusu açıkça fâiz yiyen¸ aldığı haram malı yemekten rahatsız olmayan ve kendisini de onu yemeğe davet eden kimsenin durumu soruldu¸ o da şöyle dedi: "Onun davetine icabet edin. Zira âfiyeti size¸ günahı (sorumluluğu) onadır."10 Başka bir rivâyete göre de İbn Mes'ûd'a gelen adam şöyle demiştir: "O komşumun kirli ve haramdan başka bir malı olduğunu bilmiyorum (beni davet edince ne yapayım?)" diye sormuş; İbn Mes'ûd da ona¸ "Davetine icabet edin." demiş."11
Her hâlükârda içinden çıkılamayan şüpheli şeyler¸ insanların çoğunun helal ya da haram olduğunu açıkça bilmediği şeylerdir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) de bu durumu haber vermiştir. Bazı insanlar¸ fazla bilgileri olduğu için bir şeyin helal ya da haram olduğunu bilebilirler. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in konuyla ilgili hadisi gösterir ki¸ bu şüpheli ve karışık şeyleri bilen insanlar vardır¸ ancak çoğu kimse bunları bilmez.
Konuyla ilgili genel bir değerlendirme inşallah gelecek yazıda olacaktır.
Dipnot
1. Buhârî¸ İman¸ 39; Müslim¸ Müsâkât¸ 107; Ebû Dâvûd¸ Büyû¸ 3; Tirmizî¸ Büyû¸ 1.
2. 16/Nahl¸ 43.
3. Ebû Dâvûd¸ Tahâre¸ 125; İbn Mâce¸ Tahâre¸ 93.
4. 5/Mâide¸ 101.
5. Buharî¸ Zebâih¸ 21Ebû Dâvûd¸ Edâhî¸ 18; Dârimî¸ Edâhî¸ 18; Muvatta'¸ Zebâih¸ 1.
6. Buhârî¸ Vudû'¸ 34.
7. Bk. Mecelle¸ md. 4.
8. Bk. Buharî¸ hadis no: 344; İbn Receb¸ Câmiu'l-ulûmi ve'l-hikem¸ I¸ 199.
9. Buharî¸ hadis no: 5478; Müslim¸ 1390.
10. Abdurrezzâk¸ Musannef¸ hadis no: 4675¸ 4676.
11. Taberânî¸ el-Kebîr¸ hadis no: 8747-8750. Ahmed b. Hanbel bu görüşün İbn Mes'ûd'dan sahih yolla geldiğini doğrulamış ancak o¸ İbn Mes'ûd'un¸ "Günah¸ kalbin kontrolünü ele geçirir." dediğini naklederek önceki rivayete karşı çıkmıştır.
Abdullah KAHRAMAN
Yazarİslâm sağlıklı ve mutlu bir aile hayatı için karı-koca arasında karşılıklı hak ve vazîfe dengesini kurar. Çünkü bir tarafın vazîfesi diğer tarafın hakkıdır. Hak ve vazîfeler aslâ tek taraflı değildir....
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
Muharrem Efendi, X/XVI. yüzyılda yaşamış saygın Osmanlı âlimlerinden birisidir. Asıl adı, Muharrem b. Ebi’l-Berakât Muhammed b. ‘Ârif b. Hasan’dır. 910/1504 tarihinde Zile’de doğmuştur. Bu sebeple dah...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
Asıl ismi Yakup, babası İbrâhim b. Habîb Ensârî’dir. Kûfe’de doğup büyümüş, orada okumuştur. Soy olarak Arap’tır. Büyük dedesi Sa’d b. Büceyr sahâbedendir. Yaşı küçük olmasına rağmen Uhud Savaşı’na ka...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
İslâm âlimleri sahih, doğru, isrâiliyâttan ve hurâfeden uzak bilgiyi elde etmek için çok büyük gayretler göstermişlerdir. Çoğu kere böyle bilgileri ya kitaplarına hiç almamış veya tenkit etmek ve aslı...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN