HÂL VE GİDİŞ NOTU
Sabahleyin erkenden kalktı karım. Kalkar kalkmaz da ilk sözü "Bugün geliyor" oldu.
Sabahleyin erkenden kalktı karım. Kalkar kalkmaz da ilk sözü "Bugün geliyor" oldu. Pür telâş içerisinde giyinip¸ etrafı yerleştirmeğe başladı. Sanki hemen on dakika sonra içeri girecekmiş gibi. Bu arada bana sataşmaktan da geri kalmıyordu.
"Hadi kalk artık¸ vakit öğlen oluyor."
Saatime baktım. Sabahın altısı. Erken uyanmak zoruma gitmişti. Tekrar uyumak istedimse de¸ hem kaçan uykum¸ hem de karımın dırdırları buna engel oldu.
"Aaa! Ayıp doğrusu Sadık. Bugün oğlumuz geliyor¸ sen hâlâ yataktasın."
Kalkıp bir kenara oturdum. Aç karnıma bir sigara içme isteği kapladı içimi. Canım sıkıldığı zamanlar tek dostum sigara olurdu. Oysaki karım¸ buna da izin vermezdi. Bense¸ sigara içmezsem patlarım diye düşünürüm hep; Ama şu anda onu da yapamadım. Şunun şurası on iki saat kalmıştı. Dişimi sıkmalıydım.
Karım¸ giriyor çıkıyor söyleniyordu.
"Nasıl adamsın bilmiyorum. Oğlunun gelmesine bile sevinmiyorsun."
Oğlum... Yirmi altı yılın umudu¸ tek dayanağım. Nasıl sevinmem. Oysa içimde bir sıkıntı¸ bir eziklik vardı. Oğlumun gelişine sevinmekle sevinmemek arası bir şey. Uzun zaman olmuştu¸ okumak için Ankara'ya gideli. Fakat bir türlü bitmemişti okul. Onun yaşıtları müdür bile olmuşlardı.
Şakir¸ üniversite imtihanlarını kazanınca¸ hepimiz sevinçten uçuyorduk. Oğlumuz üniversiteye gidecek¸ mühendis olacaktı. O zamanlar çok istemiştim benim gibi öğretmen olmasını. Ama o makine mühendisliğini seçmiş¸ benim yerimi almak istememişti. Amcası da ona arka çıkmıştı o günler. Ben de fazla üstelememiş¸ öğretmen olmazsa mühendis olur¸ yarınki teknikte kalkınmış Türkiye'nin mimarı olur diye düşünmüştüm. Fakat beklemelerimiz boşa gitmiş¸ aradan yıllar geçtiği halde okul bir türlü bitmemişti. Her zaman "boykot yapıyoruz" demesinden usanmıştım artık. Ne bitmez tükenmez boykotmuş bu. (!) Güya bu yıl sonmuş. Artık diplomayı alacakmış. Hoş¸ inanmak gelmiyor içimden; ama belki diyorum¸ belki bitecek ve oğlum düzelecek. Yıllarımı harcadığım¸ gözlerimde hep yarınki yurdumun teknik mimarı yaptığım¸ Şakir'im düzelecek. İnanmak ve beklemek ne güzel şey. Oysa bu bekleyişin umutsuzluğunu bilmek yıkar insanı. O bakımdan ben pek sevinememiştim¸ oğlumun gelme haberini duyunca. Hâlbuki karım uçuyordu. Kaç gündür iftar için istediğim tatlıyı da bu gün yapıyordu. Sütlaçlar dünden hazırlanmıştı. Nasıl olsa yarın bayram¸ elbette bir şeyler hazırlanacaktı diye düşündüm. Nohut yahnisinin soğanı dünden soyulmuş¸ her bir hazırlık tamamdı. Karıma göre yalnız biri eksikti: Şakir...Giriyor çıkıyor oğlunu sayıklıyordu. Bayrama gelmesi ne iyi olmuş. Yarın bir bayram daha hep birlikte olacakmışız. Amcasına da haber vermeliymişim. Gerekli ilgiyi göstermiyormuşum. Gidip Şakir'e bir bayram hediyesi almalıymışım. Sanki¸ o beni yıllardır bir bayram hatırlamış gibi. Hediye beklemiyordum ondan; ama yaşlılık işte. İnsan hatır alma da olsa bir şeyler bekliyor.
Karım bağırıyor içerden:
"Sadık¸ haydi çarşıya çık. Bugün arife¸ kalabalık olur. Oğlana bir kravat olsun al. Ay nasıl babasın? Hiç mi sevmezsin oğlunu? Senin kanın o."
Oğlum¸ kanım¸ canım¸ her şeyim benim. Tek umudum. Ama bunları silip süpüren¸ eti tırnaktan koparan koca yıllar. Ne getirmişti bu yıllar bize? Bazen düşünüyorum da¸ çocuklarımızı biz mi yetiştiremedik¸ yoksa okullar mı? Her gün talebe olayları¸ boykotlar...Oğulu babadan koparan Ankara'ya ve anlamsız boşa geçen yıllara lânet olsun. Canım sıkılmıştı yine. Ah bir sigara içebilseydim!. Oruçta da bu sigara tiryakiliği hiç çekilmiyor doğrusu.
Öğleden sonra zil çaldı. Karım koşarak kapıya gitti. Sonra antreden sesleri geldi. Kucaklaşmalar¸ karımın sevinç çığlıkları. Ana yüreği bu. Bilmez ki¸ o gittikçe bizden kopuyor. Oğlumun bıkkın sesi:
"Bırak artık ana içeri gireyim."
Valizler karımın elinde¸ içeri girdiler. Oğlum beni görünce kapıda durdu. Gülümsedi. Hiç değişmemişti gülüşleri. Yılların tek değiştiremediği şey diye düşündüm.
"Hoş geldin oğlum."
"Merhaba baba¸ iyisin bakıyorum."
"İyiyim hamdolsun. Seni gördük daha iyi olduk.
Elimi öpsün diye bekledim¸ Öpmedi. Neden sonra karımın dürtüklemesiyle aklı başına geldi. Sağ elimi alıp burnuyla koklar gibi yaptıktan sonra alnına götürdü. Yanıma oturup bir iki hoşbeşten sonra¸ ilk sorusu neden para göndermediğim oldu. Elimin dar olduğunu¸ daha aylığımı almadığımı¸ bayram masraflarını söyledim.
"Bu dini bayramlar da..." dedi. "Halkın üzerine sosyal bir masraf getiriyor."
"Yılda iki kez gelen şey çok mu ki be oğlum. Bayramlar bizim geleneğimiz. Bir ay oruç tuttuktan sonra bayram her müminin hakkı. Unutma ki¸ Milletler tarih ve geleneklerine bağlı olduğu sürece yaşar."
"Evet yıllarca bu tür oyalamalarla beynimizi uyuşturmuşlar. Bizler böyle geleneklerimize bağlı olduğumuz sürece de irtica almış başını gitmiş. Baba senin aydın bir Türk öğretmeni olarak bu tür düşüncelerle mücadele edeceğini sanıyordum."
Sanki yıllarca okulunu bitirmemekle¸ boykot yapmakla Türkiye geri kalmıyormuş da¸ tüm kabahat dinimizdeymiş gibi konuşması canımı sıkıyordu.
"Sen bizi anlayamazsın oğul" dedim.
"Siz de biz gençleri anlamakta zorlanıyorsunuz. Oysa karşılıklı diyalogla her şey çözümlenebilir." dedi.
Daha gelir gelmez aç karnıma böyle münakaşalara girmek istemiyordum. Konuyu değiştirmek için:
"Dersler nasıl?" diye sordum.
Cevap vermedi. Cebinden bir sigara çıkardı. Çakmağı ile yaktıktan sonra¸ dumanını gelişi güzel üfürdü. Nasıl sabrettim¸ nasıl yüzüne bir tokat indirmedim hâlâ şaşıyorum. Gerçi bu ilk küstahlığı değildi. Bundan önce de birkaç kez yanımda sigara içmişti. Annesinin sürekli "gençleri anlamak lâzım. Gizli saklı köşelerde içene kadar bırak yanında içsin" demesinden usandığım için bazen müsamaha gösteriyordum¸ ama ramazanın son gününde sigara tiryakiliğime inat¸ yanımda içmesi çok zoruma gitmişti. Fakat gelir gelmez de gönlünü yıkmak istemediğim için sustum ve bu sabrıma da hep şaştım. Gizlice karıma baktım. Gözleri dolmuş¸ sessiz sessiz ağlıyor¸ bir oğulun babadan nasıl koptuğunu seyrediyordu. Kalkıp odama gittim. Yatağın üzerine oturdum. Gözlerim tutulmuş bir noktaya bakıyordu. Karşımda yıllar önce çektirdiğimiz; oğlumun ilkokul sıralarındaki resmi vardı. Altında bir tek cümle: "Bende babam gibi öğretmen olacağım." Gözlerimin sulandığını hissederek¸ bakmaktan vazgeçtim. İki küçük yaş yanaklarımdan süzülerek kurumuş dudaklarımı ıslattı.
Hâl ve gidiş notundan sıfır almıştı oğlum.
Ümit Fehmi SORGUNLU
YazarEy öğrencim! Dünya sevgisinden sakın. Zira sirke saf balı bozduğu gibi dünya sevgisi de sâlih ve iyi amellerini bozar. Yetimlere, şefkat, çıplaklara elbise giydirmekle merhamet, açları doyur...
Yazar: somuncueditor
zun ve yorucu bir günün ardından gelen¸ esintili bir yaz akşamıydı. Uzun ve yorucu bir günün ardından gelen¸ esintili bir yaz akşamıydı. Açık duran pencereden içeri süzülen lodos rüzgârı¸ kadının karş...
Yazar: Ümit Fehmi SORGUNLU
“Sâde” yazmak, “basit” yazmak değildir. Çoğu kimse sâde kelimesini basit kelimesiyle aynı anlamda kullanır. Oysa sâde, içinde derinlik barındıran bir kavram… Fakat basit, sathîdir; yüzeysel, üstünkörü...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Sahabiye medresesinin köşeyi döner dönmez karşılaştık. Sarılıp öpüştük. Bir iki hoşbeş¸ hal hatırdan sonra birlikte yürümeye başladık. Gidecek bir yerim olmadığı için onun istikâmetinde ayak uydurdum...
Yazar: Ümit Fehmi SORGUNLU