HAKÎKATİ GÖRÜNCE TESLİM OLAN DİRÂYETLİ YÖNETİCİ: SEBE’ KRALİÇESİ
Kur’ân’ın anlattığına göre Hz. Süleyman, güneşe tapan Sebe’* kraliçesine, halkıyla birlikte emrine itâat ederek teslim olmaları için bir mektup gönderir. Mektubu alan kraliçe, Hz. Süleyman’a bir hediye göndererek onun gönlünü almaya çalışır. Hz. Süleyman ise, hediyeyi kabul etmez ve çok büyük bir orduyla üzerlerine gelip onları perişan edeceğini söyler. Bunun üzerine kraliçe, Hz. Süleyman ile bizzat görüşmek üzere Yemen’den Kudüs’e gelir. Ziyareti sırasında Hz. Süleyman’a sorduğu, karşılığı yalnız kendince bilinen her sorunun cevabını alır, sonunda da Müslüman olur.[1] Kur’ân konuyu bize şöyle anlatır: “Süleyman, kuşları araştırarak, ‘Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplarda mı? Bana apaçık bir delil getirmelidir; yoksa onu ya şiddetli bir azâba uğratırım yahut keserim.’ dedi. Çok geçmeden Hüdhüd gelip Süleyman'a, ‘Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana Sebe'den doğru bir haber getirdim. Ora halkına hükmeden, her şeyden kendisine bolca verilen ve büyük bir tahta sahip olan bir kadın buldum; onun ve kavminin Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Göklerde ve yerde gizli olanları ortaya koyan, gizlediğiniz ve açıkladığınız şeyleri bilen Allah'a secde etmemeleri için şeytan, kendilerine, yaptıklarını güzel göstermiş, onları doğru yoldan alıkoymuştur. Bunun için, doğru yolu bulamazlar. O çok büyük arşın sahibi olan Allah'tan başka ilah yoktur.’ dedi. Süleyman şöyle söyledi: ‘Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız. Şu yazımı götür, onlara at, sonra bir yana çekil, varacakları sonuca bak.’ Sebe melîkesi, ‘Ey ileri gelenler! Bana, ‘Bismillahirrahmanirrahim’ diye başlayan ve 'Sakın bana karşı başkaldırmayın ve teslim olarak gelin.' diyen Süleyman'dan gönderilen önemli bir mektup bırakıldı.’ dedi. ‘Ey ileri gelenler! Vereceğim karar hakkında bana fikrinizi söyleyin; siz benim yanımda bulunmadıkça, bir iş hakkında kesin bir hüküm vermem.’ dedi. ‘Biz güçlü kimseler ve zorlu savaş adamlarıyız, emir senindir, sen emretmene bak.’ Melîke, ‘Doğrusu hükümdarlar bir şehre girdikleri zaman orasını bozarlar, onurlu kimselerini aşağılık yaparlar. İşte böyle davranırlar. Ben onlara bir hediye göndereyim de elçilerin ne ile döneceklerine bakayım.’ dedi. Süleyman'a geldiklerinde, ‘Bana mal ile yardım etmek mi istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği size verdiğinden daha iyidir. Ama belki de siz hediyenizle sevinirsiniz. Onlara dön! And olsun ki, güç yetiremeyecekleri bir ordu ile gelir onları oradan alçalmış ve küçük düşmüş olarak çıkarırız.’ dedi. Süleyman, ‘Ey cemaat! Bana teslim olmalarından önce, hanginiz o kraliçenin tahtını yanıma getirebilir?’ dedi. Cinlerden bir ifrit, ‘Sen yerinden kalkmadan önce sana onu getiririm, buna karşı güvenilir bir güce sahibim.’ dedi. Kitabın bilgisine sahip olan biri, ‘Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm.’ dedi. Süleyman, tahtı yanına yerleşivermiş görünce, ‘Bu, şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabb’imin lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; fakat nankörlük eden bilsin ki Rabb’im müstağnîdir, kerem sahibidir.’ dedi. Süleyman, ‘Tahtını onun tanımayacağı hâle getirin, bakalım tanıyabilecek mi yoksa tanımayacak mı?’ dedi. Melîke geldiğinde, ‘Senin tahtın böyle miydi?’ denildi. O da ‘Sanki odur, daha önce bize bilgi verilmişti ve teslim olmuştuk.’ dedi. Melîkeyi o zamana kadar alıkoyan, Allah'tan başka taptığı şeylerdi; çünkü kendisi inkârcı bir millettendi. Ona, ‘Köşke gir.’ dendi; salonu görünce, onu derin bir su zannetti, eteğini çekti. Süleyman, ‘Doğrusu bu camdan yapılmış mücellâ bir salondur.’ dedi. Melîke, ‘Rabb’im! şüphesiz ben kendime yazık etmişim. Süleyman'la beraber, âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum.’ dedi.’[2] Bu kıssadan çıkarabileceğimiz dersleri şöyle özetlemek mümkündür:
Ali AKPINAR
YazarÖzgeçmiş 1952′de Malatya’da dünyaya geldi. 1973′de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu’nda tekstil eğitimine başladı. Yükseköğreniminin ilk yılında...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Babası kerâmetleri ve menkıbeleri ile anılan Hz. Ali soyundan Şeyh İbrâhim, annesi Mûsa Şeyh’in kızı Ayşe Hatun’dur. Küçük yaşlarda anne ve babasını kaybeden Ahmed-i Yesevî, sahâbeden olduğu söylenen ...
Yazar: Ali AKPINAR
Tasavvufî anlamda hikmet kelimesi, ilham yoluyla verilmiş bâtın bilgisi yahut mârifetle özdeş sayılmıştır. Eşyânın hakîkatini olduğu gibi bilen, Allah ile kâinat, insanla âlem arasındaki bağları, âlem...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Yüce Allah’ın son mesajı Kur’ân ve son peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) ile bir kez daha yenilediği İslâm dini, bütün zamanları ve bütün coğrafyaları kuşatan evrensel bir dindir. Onun kitabı ve Peygam...
Yazar: Ali AKPINAR